Son zamanlarda hem kişisel gelişimciler hem de sosyal medya fenomenleri çektikleri videolarda güvenlik alanını ağızlarından düşürmüyorlar.
Korku, insânî bir duygudur. Diğer canlılar gibi, insan da en güçlü dürtü olan güvenlik ihtiyâcını tatmin etmek ve güvenliğini sağlamak için korku duygusuna sâhiptir. Güvenliğimizin tehdit edildiği bir yerde kısa, orta veya uzun vâdede durmayız. Yangın olan yerden kaçtığımız gibi, savaş olan topraklardan da kaçarız. Dolayısıyla korkmak, çoğu zaman gerekli ve kaçınılmaz bir duygudur.
Gelelim korkunun konfor alanı arasındaki ilişkiye. Son zamanlarda hem kişisel gelişimciler hem de sosyal medya fenomenleri çektikleri videolarda güvenlik alanını ağızlarından düşürmüyorlar. Konfor alanının bir tembellik bölgesi olduğunu, insanın gelişimini engellediğini, insanın yaratıcılığını körelttiği, risk almaktan alıkoyduğunu anlatıyorlar. En uzun yaşayan hayvanlardan biri olan kaplumbağın başını kabuğundan her çıkarttığında hayâtî bir risk aldığı gibi örnekler veriyorlar. Gemilerin limanda güvende olduğu ama limanda bağlı durmak için değil, denizlere açılmak ve bâzen fırtınalı denizlerde görev yapmak inşa edildiği gibi analojiler yapıyorlar.
Medya korktu mu?
Bu girişten sonra gelelim asıl konuya. Geçen hafta bugün (8 Kasım 2020), akşam saatlerinde sürpriz bir gelişme oldu. Göreve geldiğinden beri “damat” sıfatı sebebiyle hedef hâline getirilen, küresel şartlar ve saldırılar görmezden gelinerek ülke ekonomisindeki olumsuzlukların tek müsebbibi olarak nişangâh yapılan Berat Albayrak, sosyal medya hesâbında paylaştığı bir metin ile hazine ve mâliye bakanlığı görevinden affını istedi.
Berat Albayrak’ı yıllardır hedef alan ama nasıl olsa istifa etmez ya da görevden alınmaz, diye düşünenler bu paylaşıma inanamadılar. Sosyal medya hesabının başkaları tarafından ele geçirilip korsan bir paylaşım yapıldığı ilk seçenek olarak düşünüldü.
Ancak bu istifa aydınlığa kavuşana kadar görsel ve sosyal medya organları bu konuyu bir haber olarak değerlendiremedi. “Mutlak ve azılı muhalif” kesim tarafından “yandaş” olarak itham edilen ve yaftalanan medya, sessiz kalmayı tercih etti. Bu sessizlik yine aynı kesim tarafından “korku” olarak yorumlandı.
Oysa Berat Albayrak’ın bu paylaşımının ekranlarda bir altyazı olarak “sosyal medyada istifa iddiası” gibi bir dil kullanarak görülmesi hiç de zor değildir. Sosyal medyada böyle bir iddia olduğu ve istifa iddiası ile ilgili gelişmelerin dakika dakika paylaşılacağı gibi bir televizyonculuk tekniği kullanılabilirdi. Pazar gününün o geç saatinde gazeteler baskıya verilmişken, görsel medyada bu istifâyı ele almak habercilik açısından etik bir gereklilikti. Bu gerekliliği yerine getirmektense “haberi görmemek”, AK Parti ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın boynuna asılmak istenen “korku” yaftasını daha da ağırlaştırdı.
Düşen bir uçağın daha enkazına ulaşılmadan ya da bir yangın haberini olay yeri görüntüleri gelmeden dakikalarca konuşabilenler, bu konuda kolaya kaçıp, yâni konfor alanında kalıp “korku” mazeretinin arkasına saklandılar. Daha ilginç olanı ise, istifa için neredeyse kurban adayanlar bile sessizdi.
Lisân-ı müsâit
Bu korku mazeretinin tam bir kolaycılık ve konfor alanı sevdâsı olduğu, bu olay özelinde daha da ortaya çıkmıştır. Yaratılmak istenen “korkutarak sindirme” imajının aslında sorumluluk almak istemeyen, elini taşın altına koymaktan kaçınanların şişirdiği bir balon olduğu görüldü.
Bu imaj, Cumhurbaşkanı ve AK Parti genel başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın şahsı üzerinden oluşturulmaya çalışılan bir imajdır. Oysa, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çok yakınında olan ve sık sık görüşen bir isimden bizzat duyduğum üzere, Cumhurbaşkanı Erdoğan uygun dil kullanılarak konuşulduğunda, her fikre açık, herkese kulak veren ve dikkat eden birisidir. Uygun dil kullanma becerisi geliştiremeyen ya da bu beceriyi gösterenleri örnek alıp öğrenemeyenler “korku” kolaycılığı yapmıştır ve yapmaktadır.
Diğer tarafta ise muhalifliği saygısızlık şeklinde göstermek isteyenler de korku söylemini canlı tutmaktadır. Habercilik sınırlarını aşıp “böyle şey mi olur!”, “görülmüş şey değil”, “bu ne sorumsuzluk”, “Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminde çatlak”, “devletin tepesinde kavga” gibi mesnetsiz iddiaları dile getirmek ne kadar yanlış ise, konuya siyâsî ve ideolojik bir renk katmadan, “haberci dili” ile dâhil olmak, kamuoyunun medyadan beklediği bir tavırdı.
Mezkur paylaşımı tâkip eden yirmi dört saat içinde bir tweet bile atamayanlar, daha sonra “biz demiştik” rolünü uzun metrajlı filmlerin başrol “ustalığı” ile oynamaya başladılar.
İstifânın sebebi, şekli, zamânı, metnin dili, istifânın kabulü gibi konular bu yazıdaki “korku” ve “konfor alanı” kavramlarının oluşturduğu çerçevenin dışındadır ve başka bir tartışma konusudur. Ayrıca bu tartışma artık güncelliğini ve gerekliliğini kaybetmiştir. Ama toplum yapısının alt unsurlarından biri olan iletişim ve iletişimin kurumsal şekli olan medyanın varlık sebebi olan görevinden “korku bahânesi” ile kaçmak, güncelliğini koruyacak ve göz ardı edilmemesi gereken yapısal-işlevsel bir konudur.
Sayıları az da olsa, habercilik yapmayı bilen birkaç isim, medyanın nâmusunu kurtaracak yayın ve paylaşımlar yapmıştır. Ama medyanın büyük çoğunluğu “elma dersem çık, armut dersem çıkma” şifresiyle saklambaç oynamaktan vazgeçmelidir. Aksi takdirde, maazallah gerçekten korkacakları şartlarda, korku dolu paylaşımlara imza atmak zorunda kalabilirler.