Ukrayna krizini o kadar çok konuşmaya daldık ki bu arada Doğu Akdeniz'de yaşanan gelişmeleri hakkıyla değerlendiremedik.
Ukrayna krizini o kadar çok konuşmaya daldık ki bu arada Doğu Akdeniz’de yaşanan gelişmeleri hakkıyla değerlendiremedik. Gelin bu haftaki yazımızı bu gelişmelere ayıralım. Öncelikle KKTC’de yapılan parlamento seçimlerinden bahsetmemiz gerekiyor. Öncelikle KKTC’de gerçekleşen her seçim Kıbrıs Türk Toplumunun siyasi iradesini, her şeyden çok da var olma iradesini göstermesi bakımından son derece önemlidir.
23 Ocak seçimlerinin önemi
Bilindiği üzere 23 Ocak’ta KKTC’de gerçekleşen erken genel seçimler başka bazı açılardan da oldukça önemliydi. Öncelikle, KKTC siyasal sisteminde uluslararası düzlemde ve müzakerelerde Kıbrıs Türk Toplumunun siyasal iradesini yansıtan makam cumhurbaşkanlığı makamı; dolayısıyla KKTC-T.C. ilişkileri ve KKTC’nin dış politikası açısından cumhurbaşkanlığı seçimi parlamento seçimlerinden daha fazla işaret veriyor bize. Bu açıdan baktığımızda KKTC halkı sayın Tatar’ı seçtikleri 2020 Ekim seçimlerinde Kıbrıs meselesinin çözümü ve müzakere süreciyle ilgili bir irade beyanı ortaya koymuştu. Sayın Tatar da 2021 baharında gerçekleşen gayrı-resmi Cenevre görüşmelerinde Crans Montana’da 2017’de görüşmelerin çöktüğü yerden devam etmenin artık mümkün olmadığını, sahada -özellikle de Kıbrıs Türk toplumunun iradesine dayanan- yeni parametrelerin olduğunu ve iki devletli çözüm modelinin artık KKTC tarafından masaya getirildiğini uluslararası topluma duyurmuştu. 2022 seçimleri ise milletvekilliği seçimleri olduğundan, yani KKTC’de normal siyasetinin (günlük isteklerin, ekonomik arzuların, kimlik politikalarının vb.) vücut bulduğu KKTC’nin nabzını yansıtan bir seçim söz konusu olduğundan yeni oluşacak meclis ve hükümetin Cumhurbaşkanı ile ne kadar uyumlu çalışabileceği sorusu akıllara geliyordu. Sayın Tatar’ın seçim sonrası yaptığı değerlendirmelere bakarsak- ki Tatar bu kelimeyi kullanmıyor ama- seçimlerin hem Tatar’ın Cumhurbaşkanlığı hem de iki devletli çözüm modeli için bir tür referandum olarak görülebileceğinin düşünüldüğü ortaya çıkıyor. Bu açıdan mecliste temsil oranı çerçevesinde sayın Tatar’ın lideri olduğu UBP’nin (Ulusal Birlik Partisi’nin) oyunu yüzde 40’ın üzerine taşıması, iki devletli çözüm modelini destekleyen sağ partilerin meclisteki temsil oranlarını yüzde 60’ın üzerine çıkarması hiç de yabana atılmayacak bir netice ve başarıdır.
Zor bir başarı
Kabul edilmesi gerekir ki 2020-2022 dönemi KKTC için hiç de kolay geçmedi. Kuzey Kıbrıs’ın son derece sınırlı bir ekonomik hareket alanına sahip olduğunu bilen bilir. Uluslararası ambargolar Kıbrıs Türk Toplumuna yönelik ağır bir ekonomik ceza olarak işler. Bu nedenle Ada eğitim, sağlık, turizm gibi hizmet sektörlerinin iyi işlemesi üzerine yaslanan bir ekonomiye sahiptir. Pandemi her yeri daha izole hale getirirken, zaten varoluş mücadelesi içerisindeki KKTC ekonomisindeki belirsizliği artırdı. Pandemi krizi, döviz kuru krizi, nisap krizi, kongre krizleri, siyasi partilerin kendi içerilerinde yaşadığı çalkantılar derken, kolayca KKTC kriz yorgunu bir hale gelebilir ve bunun siyasi yansıması 23 Ocak seçimlerinde gözlemlenebilirdi. Oysa, seçimlerden belirsizlik çıkmadı. Hatta sırf HP’nin (Halkın Partisi’nin) seçim karnesine bakmak bile bu neticeye ulaşmak için yeterli. HP’ye verilen destekte yaşanan düşüşünün farklı birçok sebebi muhakkak vardır, ancak HP’nin KKTC siyasetine sağ ve sol arasında üçüncü yolu bulmak iddiasıyla girdiği düşünülürse, KKTC siyasetinin şu anda üçüncü bir yol arayışında dahi olmadığını söylemek mümkün. Hem iktidar partisi UBP’nin, hem Türkiye- KKTC ilişkilerinin derinleşmesi ve güçlenmesine yönelik siyasi görüşün güçlendiğini açıkça görüyoruz. Kısaca Kıbrıs Türk Toplumu iki devletli çözüm ve Türkiye’ye güvenmek üzerine iradesini ortaya koyuyor. Bu bağlamda halkın, Kuzey Lefkoşa’nın attığı adımlardan -örneğin Maraş açılımı, örneğin Cenevre’de verilen resim ve Ankara’nın desteğinden memnun olduğu görülüyor.
Açık bir mesaj
Bu Cenevre sonrası KKTC’den bir geri adım olabilir mi diye bekle-gör politikasına sığınan uluslararası topluma da bir mesaj aslında. Seçimlere yakın zamanda East-Med boru hattı projesinin fişini çeken ABD’nin Doğu Akdeniz’deki meseleye tek boyuttan bakmadığını görmemiz bu bağlamda önemli. East-Med hukuki olarak sorunlu, pahalı, teknik olarak zor ve pazarı olmayan bir projeydi. Ankara ve Kuzey Lefkoşa’nın hilafına projenin gerçekleşmeyeceği hep söyleniyor, işin uzmanları tarafından da biliniyordu. Yine de ABD, East-Med arkasındaki desteği aleni bir biçimde çekerek (ki elektrik kablolarıyla ilgili yine aslında imkânsız projeye desteği hala sürüyor), East-Med’i hasta yatağında öldürmeyi tercih etti. Bu tercihin bir sebebi olduğu, ABD’nin böylece Türkiye- İsrail olası yakınlaşmasını kolaylaştırdığı unutulmamalı. Ayrıntılar başka bir yazımızın konusu ama şu an için KKTC’nin geri adım atmasını zorlayan bir uluslararası konjonktür de söz konusu değil. Kuzey Kıbrıs’ta siyasi sağduyu havayı iyi kokladığından iki devletli çözümden ve Türkiye ile uyumlu politikalardan geri dönülmeyeceği mesajını çok net verdi.
Bu noktada KKTC siyasetini izleyen okuyucular seçimi boykot çağrılarından neden bahsetmediğimi sorabilirler. Öncelikle boykot ile ilgili duruş, ya da sağ ve sol görüşün marjinalleştirilmesi ve parça pinçik bölünmesi KKTC siyasetine yabancı değil, ilk kez bu seçimlerde de gözlemlenmiyor. Ancak sonuçta 50 milletvekilinin seçileceği meclis seçimlerinin gayet hesaplanabilir aritmetiğinde boykot sonucunda ortaya çıkan tablonun kime cezayı keseceğinin tahmin edilemeyeceğini düşünmek absürt olur. Boykot çağrılarının KKTC’deki sağ ve sol dinamiği temelde etkilemediğini görüyoruz. Sağ ve Türkiye yanlısı söylemin güçlenmesini sağlayan bir atmosfer ve haklı nedenler var. Buradan Kıbrıs Türk Toplumunun artık sonuçsuz müzakere sürecinden bıktığını da anlıyoruz. Öte yandan boykot çağrılarının tüm sol seçmeni ikna edemediği de açık. Zira Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP) oyunu önemli ölçüde artırdı ve meclisteki tek sol parti olmayı başardı. CTP’nin genel retoriğinin Akıncı’nın Türkiye’yi ötekileştiren siyasi çizgisinden ayrıştığını da söylemekte fayda var.
Akıncı siyasetinin sonu
Dolayısıyla seçimin kaybedeni ve boykot çağrılarının gerçek etkileneni eski Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nın Toplumcu Demokrasi Partisi (TDP) oldu diyebiliriz. TDP boykot çağrılarına katılmadı, Akıncı da gidip oy verdi, dolayısıyla partinin mecliste temsil edilmek gibi bir niyetle yola çıktığı görülüyor. Ayrıca TDP’nin kemikleşmiş bir kitlesi olduğu ve kolay kolay bu kitlenin erimeyeceği de düşünülüyordu. Ancak, seçimlerden sonra görüldü ki tahminler de anketler de yanıldı. TDP, tarihinde ilk kez barajın altında kaldı. Akıncı’nın fazla meydanlarda dolaşmadığı, seçimlerde çalışmadığı ve sonrasında da sessiz kaldığı yani faturayı üstlenmek istemediği genel bir serzeniş olarak parti çevrelerinde dile de getiriliyor. Bu serzenişin haklı bir sebebi de var, farklı seçimlerin farklı dinamikleri olsa da hükümette ve mecliste temsil edilmeyen bir parti için bundan sonra belediye seçimlerinde başarılı olmak çok daha zor olacaktır. Kısaca seçim süreci de seçim sonuçları da Akıncı’nın KKTC siyasetinde marjinalleştiğini ve bunun sorumluluğunu üstlenmek istemediğini gösteriyor.
Bu sonucu YDP’nin (Yeniden Doğuş Partisi’nin) seçim karnesiyle birlikte değerlendirdiğimizde başka bir gerçek ortaya çıkıyor. Bilindiği üzere YDP için hükümet süreci çok sorunlu geçti, hatta parti içinde partinin aldığı desteği çok etkileyebilecek Zaroğlu ayrılığı gerçekleşti. Bu nedenle YDP’nin barajı geçemeyebileceği söyleniyordu ama seçim neticesinde YDP 2 sandalye kazanmayı başardı. Oy oranı düştü ama mecliste temsil edilmeye devam ediyor. Özellikle Türkiye kökenli KKTC vatandaşlarının desteklediği bir parti olduğundan bu sonuç ve TDP’nin kaybı ile Akıncı’nın sessizliği doğru değerlendirilmeli. Bu KKTC’de popülist siyasettin çok başvurduğu Türkiye’yi ve Türkiye kökenlileri ötekileştiren nostalji kültürüne dayalı politikanın sonuna geldiğimizi gösteriyor. Bundan sonra yeni hükümet için farklı senaryolar dillendirilebilir. Farklı hükümet olasılıkları da ortaya çıkabilir. Neticenin KKTC için hayırlı olmasını diliyoruz ama asıl önemli olanın, seçim sonuçlarının verdiği mesaj olduğu ve Cenevre’de ortaya konulan pozisyonun (iki devletli çözüm ve Türkiye ile uyum) KKTC halkı tarafından onaylanması olduğu unutulmamalı.