Geçtiğimiz hafta içinde, ülke gündemimizle dünya gündemi iç içe geçti.
Geçtiğimiz hafta içinde, ülke gündemimizle dünya gündemi iç içe geçti. Bu, diplomatik ve politik olarak “masa”da olduğumuzun bir ispatıdır. Dahası, bu durum bizim için normalleşti. Cumhurbaşkanı Erdoğan, ya yurtdışı temasları ya da yurt içi icraatlarıyla özelde kendisi, genelde de Türkiye’yi dünya gündeminin bir parçası yapıyor. Son yıllarda bu normalleşti ama zâten jeopolitik konumumuz açısından olması gereken de budur. Ne yazık ki, “ne işimiz var orada?” senfonisini çalan zihniyet bizi sınırlarımızın içine hapsetmişti.
Gelelim geçtiğimiz haftanın gündemine: Katar. Fizikî büyüklüğü açısından dünyânın en küçük ülkelerinden biri. Bizim birçok ilimizden küçük, ama özgün ağırlığı çok olan bir ülke. Dünya doğalgaz rezervlerinin tek başına %11’ine sâhip olması bile Katar’ı bir taraftan güçlü ve önemli bir hâle, diğer taraftan da ABD gibi yeraltı kaynaklarını görünce ağzı sulanan bir ülkenin hedefi durumuna getiriyor.
Asıl Hedef Katar mı ki!
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dediği gibi “bu işin arkasında kimlerin olduğu belli değil” gibi bir hava yaratılmaya çalışılıyor. Ama Ortadoğu’daki genel duruma bakıldığında şöyle bir manzara var:
- ABD’de Suriye’de PYD ve YPG aracılığıyla DAEŞ ile savaşıyor.
- İran’ın yayılmacılığını bahâne eden ABD, Suudî Arabistan’a 140 milyar dolarlar silah satıyor.
- ABD’nin “düşmanı” olan DAEŞ, önce Londra’da sonra da ABD’nin düşmanı olarak gördüğü İran’ın başkentine terör saldırısı düzenliyor. İran meclisini ve Humeyni’nin mezarını bombalıyor.
Ortadoğu, hiç olmadığı kadar karışık hâle gelmişken, bütün yük bölgenin küçük ülkesi Katar’ın sırtına biniyor. Çünkü Katar küçük ama güçlü. Bizim açımızdan da hem önemli hem de değerli. Cumhuriyet târihimizde sınır dışında askerî üs kurduğumuz ilk ülke. Osmanlı zamânında bize ihânet etmeyen bir âile tarafından yönetiliyor. Hedef, teröre destek verme bahanesiyle siyâsî ambargo uygulanan Katar değil. Hedefte hem Türkiye, hem İran hem de Suudî Arabistan var. ABD, Ortadoğu’daki iki gerçek devlet olan Türkiye ve İran’a mesaj vermek için Katar’a devlet görünümlü kabile şirketlerine ambargo uygulatıyor.
Katar’ın nüfusu 3 milyon ve bu sayının %90’ı İran ve Suudî Arabistanlı. Suudî Arabistan’a silah satmak için Katar ve İran düşman olarak gösteriliyor. Mısır’daki darbeye destek vermeyen Katar’ın dünya üzerinde 380 milyar dolarlık yatırımı var. Bu ekonomik güç, Katar’ı küçük olsa da yutulması zor bir lokma hâline getiriyor.
Kurtla Yer Sâhibiyle Ağlar
Katar’a uygulanan ambargo âdeta öğrenciye tek ayak üstünde durma cezâsı verip ayak değiştirmesine izin vermek kadar komik. Trump’ın Katar emirini önce Beyaz Saray’a dâvet etmesi ve sonra da ambargo uygulayan devletlere ambargoyu hafifletmelerini söylemesi bunun ispâtıdır. ABD, sözüm ona kurtların önüne attığı Katar’ı “kurtarmak” için yanına çekmek istiyor. Anadolu tâbiriyle “saldırdığı koyunu kurtla yiyip sâhibiyle ağlıyor”. Bu tavır, koruma bahânesiyle haraç alan mafya bozuntusu tavrıdır.
Katar, spor ve sanat gibi alanlardaki sivil toplum faaliyetleriyle bir dünya markası olmuş durumda. Dünyânın en büyük futbol takımı Barcelona FC’nin ana sponsoru. Siyâsî ambargoya haritada gözükmeyen devletler katılırken ne İspanya ne de başka bir Avrupa ülkesi kılını kıpırdatmıyor.
Türkiye’nin Tavrı
Katar emirinin Trump’ın dâvetini reddetmesinde, dünya ülkelerinin siyâsi ambargoya katılmamasında ve krizin ateşinin düşmesinde Türkiye’nin ilk anda gösterdiği tavrın büyük etkisi var. Türkiye’nin hem Katar’ın yanında yer alması hem de arabulucu rolünü üstlenmesi, bu krizin arkasındaki güçlerin hesaplarını tersine çevirdi. Elbette TBMM’den çıkan 5000 asker gönderme kararını da hafife almamak lâzım.
Körfez’deki kriz plânlarında şerden hayır çıktı. Uzun lafın kısası ramazanda Müslümanın kanı ve malı Müslümana haramdır ve Türkiye bu çizgide bir tavır almıştır. Daha önemlisi “Allah tuzak kuranların en hayırlısıdır” (Enfâl, 8:30)