"Luminuous beings are we, not this crude matter…

“Luminuous beings are we, not this crude matter… / Işıktan varlıklarız biz, değiliz sadece kaba maddeden…” Efendi Yoda, Jedi Üstâdı… Star Wars Episode V: Empire Strikes Back / İmparator

Cuma günkü yazımda “Karanlık Taraf” olarak tanımladığım Batı Emperyalizminin hem yaşamak hem de egemenliğini yaymak için uyguladığı ilkeleri açıklamıştım. Bu ilkeler Star Wars serisindeki karanlık Sith Lordları’nın da güçlerinin sırrını vermekteydi: Korku – Öfke – Nefret - Çatışma

Batı Emperyalizmi de kendi varlığını devam ettirmek ve egemenliğini yaymak için şu ilkelere dayanmaktadır: Bölmek İçin Düşman Et - Böl ve Yönet - Parçala ve Yut

Bunun karşılığında “Aydınlık Tarafın” temsilcileri olan Jedi’ların felsefesi üç düstura dayanır: Sahip Olmaktan Vazgeç – Kendin İçin Değil Başkaları İçin Çalış – Paylaş. Bu ilkelerin Batı Emperyalizmine karşı çıkan ülkelere yansıması ise şu şekilde olmalıdır: Bölge Ülkelerinin Birbirinin Egemenliğine Saygılı Olması – Bir Ülkenin Bütünlüğünün Komşularının Bütünlüğüne Bağlı Olması – Gücün ve İktidarın Paylaşılarak Büyümesi.

Bugün Irak ve Suriye sahasında “Aydınlık Tarafın” zafere daha yakın olduğu, bu zaferin barış ve huzuru sağladığı görülmektedir. Öte yandan, yine görülmektedir ki, “Karanlık Taraf” hızla mevzi kaybetmektedir. Planları bir bir boşa çıkmaktadır. Bunun sebebi İran – Türkiye İttifakı merkezinde Rusya, Irak ve Suriye devletlerinin bir araya gelmesidir. Bu ittifak o kadar hızla güçlenmektedir ki, ABD’nin en önemli iki müttefiki İsrail ve Suudi Arabistan Rusya’ya yanaşmaya çalışmaktadır. Batı İttifakının kadim merkezi Avrupa’dan “Türkiye düşmanı atmosfere” karşı yeni yeni sesler yükselmekte, ABD ile ilişkiler sorgulanmaktadır. Pekiyi, Sith’ler (ABD ve hempaları) bu durumda ne yapacaktır; teslim bayrağını mı çekecektir? Hayır… Her zaman ki taktiklerini uygulayarak bölge ülkeleri ittifakını dağıtmaya çalışacaktır ve hatta bu işe çoktan başlamıştır. Bu operasyonun bir de sloganı vardır: İran emperyalizmi…

KARANLIK TARAFIN SON ÇIRPINIŞI: İRAN - TURAN SAVAŞI

M.Ö. 700 yıllarında Pers Şahı Kuruş’tan (Cyrus) 17 Mayıs 1639 Kasr-ı Şirin Anlaşması’na kadar İran ve Türkiye coğrafyasındaki ülkeler sürekli savaşmışlardır. Bu savaşların sonunda kazanan hep diğer coğrafyalardaki ülkeler (çoğunlukla da Batı Emperyalizmi) olmuştur. İran ve Türkiye’nin bölgesel meselelerde karşılıklı istişareye dayalı bir düzen geliştirmeleri, birbirlerine saygı ile birlikte iş birliği içine girmeleri halinde ise her ikisi de kazanırken emperyalizm kaybedecektir. Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yoktur. Aydınlık Taraf’ın yolu açıktır: Bölge ülkeleri birbirinin toprak bütünlüğü ve egemenliğine saygı duyacaklar, bölge dışı güçlere ve o güçlerin tezgâhlarına birlikte direnecekler, kültürel ve ekonomik işbirliğini geliştirecekler. Nerede o çok korkulan IŞİD? En fazla IŞİD’çi temizleyen ordu TSK’dır. Nerede “Koalisyon Güçleri”? Nerede PeKeKe’nin “çevreci - feminist özgürlük (!) savaşçıları”? Bu sorularımıza tabiî ki cevap verilememektedir ama bazı sesler yükselmekte, görüşler paylaşılmaktadır. Bazı “endişeli muhafazakâr” arkadaşlar Haşd-i Şabi denen örgütün vahşeti, İran’ın sinsi yayılmacılığı, Rusya ve Çin’in otokratik ve baskıcı yönetimleri gibi bazı temel temalara dayanarak Türkiye’nin İran tarafından tehdit edildiği, Rusya’nın Türkiye’yi uydulaştırmaya çalıştığı, aslında Rusya ve İran’ın her an ABD’yle anlaşıp Türkiye’yi satabileceklerinden bahsetmektedirler. Türkiye’nin zinhar Batılı demokrasilerden ayrılmaması, onlar ne istiyorsa vermesi, onların lütfettikleri ile yetinmesi gerektiğini söylüyorlar. Hatta bir zamanların sıkı devrimci İslamcılarından birisi de Türkiye’nin güvenliğinin Kak Mesut ve avanesine bağlı olduğunu söyleyebilmektedir.

Bazı “endişeli muhafazakâr” arkadaşlar, “liboşlar”, “sol liberaller” (o da ne demekse, DMD), “PeKeKe’nin katılımcı kantonal demokratları”, FETÖ’cü hainler ve bazı Sünni görünümlü Selefî İslamcı “aydınlatılmışlar” tarafından dile getirilen ana argüman şudur: “Türkiye Kerkük’ü Kürtlere bırakmadı da ne oldu, Kerkük İran’ın oldu.” İkinci bir argüman da şudur: “Türkiye IŞİD’e karşı savaştı da Haşdi Şabi ne olacak? Onlar da Şii IŞİD’i”. Burada sanki şu söylenmek istiyor: “Türkiye yayılmacı emelleri olan bir Cumhuriyet ve Kerkük’ü almak istiyor ama Cumhurbaşkanı ve Hükümet’in enayice politikaları yüzünden burayı İran ele geçirdi”. Bu söylemlerde bulunan zevatın bir kısmı da eskiden beri ünsiyetleri olduğu için doğrudan Sayın Cumhurbaşkanı’na laf söylemezler ama ima ile laf çaktırırlar. (Bu da münafıklık alametidir, mü’min kişi doğru bildiğini dosdoğru söyler, DMD.) Pekiyi işin aslı nedir? Bir, Türkiye Cumhuriyeti Devleti hiçbir komşusunun toprak bütünlüğünü tehdit etmez. Bu yüzden Irak Ordusu’nun kendi ülkesinde asayişi sağlaması ve “Kak Mesut” ve avanesini olmaları gereken yerlere sürmesi Türkiye Cumhuriyeti için bir endişe vesilesi olamaz. Irak’ta yaşayanlar Irak milletinin birer mensubudur, Türk Milletinin değil! İki, Haşdi Şabi Irak Merkezi Hükümeti’nin topladığı ve yine Irak Hükümeti’nin isteğiyle İranlı subayların eğittiği milis teşkilatıdır, Kerkük’e giren birliklerin ezici çoğunluğu Kerküklü Şii Türkmen ve Araplardan oluşmaktadır. Bunlar kendi vatanlarını ABD’nin eğitip donattığı IŞİD ve PeKeKe’ye karşı savunmaktadırlar. Yani Irak’ın toprak bütünlüğü için savaşmaktadırlar. Üç, bizdeki vatanperver yazarlar İran yayılmacılığına değil, bölge ülkelerinin toprak bütünlüğünün korunması ve “Karanlık Taraf’ın” temsilcisi Emperyalist Gücün yenilgisine sevinmektedirler. Yukarıda bahsettiğim kesimlere mensup arkadaşlar, eğer meseleyi yanlış anlamadılarsa “Karanlık Taraf’ın” yenilgisine üzülmektedirler! Ben şahsen böyle olmadığını düşünüyorum, herhalde meseleyi bu yanıyla görememişler veya idrak edememişlerdir.

Oyun çok açıktır: Emperyalist güç bölgede kaybetmektedir ve bunun sebebi bölge ülkelerinin ittifakıdır. Hedeflerini gerçekleştirmek için yapması gereken de İran ve Türkiye ittifakını bozmaktır. Merak etmeyin, Türkiye de İran da farkındadır ki, birbirlerine muhtaçtırlar. Çünkü emperyalist güç art arda ikisini de parçalamak istemektedir. Bugünkü Türkiye’nin duruşu hem milli menfaatlere, hem bölge jeo-politiğine, hem de Atatürk’ün temel dış politika ilkelerine uygundur. Ama kendini “çağdaş, barışçı ve emperyalizm karşıtı” olarak tanıtan “solumsular” ile “ittihad-ı İslâm ve Orta Doğu’nun birliği” fikrinin taraftarı olarak gösteren “endişeli muhafazakâr ve liberal İslâmcıların”, bir CIA projesi dahilinde Orta Doğu’yu parçalama planlarının oyuncağı olduğu net olan Kak Mesut ve avanesi ile “çevreci-feminist” PeKeKe ile birlikte saf tutmaları düşündürücüdür. Ben yine de bunu onların saflığına veriyorum.

“AYDINLIK TARAFIN” ZAFERİ VAHŞİ KAPİTALİZMİN YENİLMESİ İLE GERÇEKLEŞİR

Türkiye’nin ve bölge ülkelerinin önünde sonunda bölgede barışı tesis edeceğini ve Kasabanın Şerifi’nin de tası tarağı toplayıp ordusunu geri çekmek zorunda kalacağını düşünmekteyim. Ama bu, emperyalizme karşı kazanılmış sadece bir muharebe olacaktır. Harp sürmeye devam edecektir. Emperyalizmle mücadele onların silahlarıyla yapılırsa ve savaş kazanılırsa, sadece emperyalizmin yüzü değişecektir. Dünya çapında emperyalizmin yenilebilmesi için mevcut iktisadi sistemin açmazlarının sorgulanması, dünyada eşitsiz gelir ve servet dağılımı ile geri kalmış ülkelerin kalkınmasına destek olunması, küresel finans kapitalin kontrol altına alınıp belki de yeni Bretton Woods sistemine gidilmesi gerekir. Ülkemiz içinde emperyalizmin etkisinin kırılması için gerekli olan temel şartlar ise öncelikle bölgeler arası gelişmişlik farkları ile sınıflar arası gelir ve servet farklarının azaltılması, çocuklarımızı gelecek olan bambaşka dünyaya hazırlayacak yepyeni bir eğitim politikası, ülkemizin kalkınma hedeflerinin açık olarak belirlenip bütün politikaların bu hedeflere endekslenmesi ve bütün kurumları ile sosyal devletin ihyası gerekmektedir.

Alternatif bir dünya nasıl kurulabilir? Bu konuda bir müddet yazmaya devam edeceğim; ancak… Yazının başında Efendi Yoda’nın bir sözünü paylaştım. Evet, bizler salt kaba maddeden yapılmış değiliz, ışıktan varlıklarız. Özümüz ışıktır, o ışık da Allah’ın nurunun yansımasıdır. Emperyalizmin kurduğu bu çok katmanlı dünyada insanlar basit maddi ihtiyaçları için yaşamakta, o maddi ihtiyaçlara kendi muhayyilelerinde gerçekte sahip olduklarından daha fazla değer atfetmektedir. Emperyalizmin yalanlardan kurulu dünyasını reddedip değiştirmeden irade ve özgürlüğümüze ulaşamayız, irade ve özgürlüğümüze ulaşmadan da, kendi özümüz olan ışığı gerçek anlamda idrak edemeyiz. Hem bir bütün olarak insanlığın, hem de tek tek bireyler olarak bizlerin kurtuluşu bu savaşın sonucuna bağlıdır.