Hayatı tehlike altında olan kadınlar, sığınacakları bir ailesi ve yakını olmadığı için şiddet eğilimli erkekle aynı evi paylaşmaya devam ediyor. Pek çoğu kadın konukevi nedir, ne işe yarar bunu dahi bilmiyor. Hoş bilse ne olacak?
Kadına yönelik şiddet 21’inci yüzyılda hâlâ ülkemizin kanayan yaralarından biri olmaya devam ediyor. Oysa ki, ekonomik ve toplumsal hayatta kadın erkek eşitliğini sağlamaya yönelik pek çok yasayı 1930’larda çıkaran, kadına seçme ve seçilme hakkını pek çok Avrupa ülkesinden önce tanıyan ülkemizin Milenyum Çağı’nda bu görüntüleri hak etmediğini düşünüyorum. Kadına yönelik şiddet, kadını en temel insan haklarından ve temel özgürlüklerinden mahrum eden, sağlıklarını olumsuz etkileyen, sosyal ve ekonomik yaşama etkin katılmasını engelleyen ciddi bir toplumsal sorundur.
Ülke genelinde yaşamının herhangi bir döneminde fiziksel şiddete maruz kaldığını belirten kadınların oranı yüzde 39’dur. Yani her 10 kadından 4’ü eşi ya da birlikte olduğu kişi tarafından fiziksel şiddete maruz kalmakta; şiddet gören kadınların her üçünden biri de intihar girişiminde bulunmaktadır. Her 3 kadından birinin öldürüldüğü ülkemizde, 2021 yılının ilk 7 ayında 450 kadının çeşitli nedenlerle cinayete kurban gittiği söyleniyor. Hayatı tehlike altında olan kadınlar, sığınacakları bir ailesi ve yakını olmadığı için şiddet eğilimli erkekle aynı evi paylaşmaya devam ediyor. Pek çoğu kadın konukevi nedir, ne işe yarar bunu dahi bilmiyor. Hoş bilse ne olacak? Kadın konukevlerinin yetersiz olması nedeniyle sahip çıkılamayıp eşleri veya sevgilileri tarafından öldürülüyor.
Halk arasında daha çok ‘kadın sığınma evi’ olarak bilinen ancak Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı tarafından kanunla adı ‘konukevi’ olarak değiştirilen bu evlere şiddet gören, töre cinayetinden sağ kurtulup kaçan, kocası hapse düştüğü için kalacak yeri olmayan kadınlar yerleştiriliyor. Geçim sıkıntısı yüzünden fuhuş yapıp pişman olan ya da miras nedeniyle eşinin ailesinden korunma talebiyle gelenler bile var. Hepsi eski hayatlarına burada sünger çekiyor. Hayata yeniden başlayıp üniversite okuyanlar, iş bulup ayaklarının üzerinde durabilenler ya da aileleriyle barıştırıp sahip çıkılan ne güzel örnekler var. Bir dönem kadın konukevi müdürlüğü yapmış biri olarak bu örnekleri size çoğaltabilirim…
Peki, konukevlerinin sayısı yeterli mi? Hayır!
Seksen üç milyonluk Türkiye nüfusunun yarısını kadınlar oluştururken 145 sığınma evinin toplam kapasitesi 3 bin 482 ile sınırlı. Bu kapasitenin derhal artırılması şart. Sığınma evlerinde 10 bin kadına 1 yer bile düşmüyor. Kadınların çığlığını duyuyor muyuz?
Türkiye’nin mağdur kadınlar için açtığı ilk konukevinin aslında tarihi hayli eskiye, 18. yüzyıla dayanıyor. İlginç gelebilir ama Türkiye’de kadın konukevi İstanbul’da 300 yıl önce açılmış! Adı “Hatuniye Dergâhı.” Burada, şiddet gören ve zor durumda olan kadınlara zanaat öğretilip onların kendi ayakları üzerinde durmaları sağlanıyor, psikolojik rahatsızlıkları olanlarsa tedavi edilip hayata alıştırılıyormuş. Bu dergah 1900′lerin ortalarına kadar hizmet vermiştir.
Günümüzde kadın konukevleri sadece Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na bağlı değil. Türkiye’de AB uyum süreci kapsamında çıkan Belediyeler Yasası’na göre nüfusu 50 bin olan her yerleşim yerine bir konukevi açılması gerekiyor. Bu da yaklaşık 1400 konukevine ihtiyaç var demektir. Oysa Türkiye’de 2 milyon kişiye bir konukevi bile düşmüyor.
Kadına yönelik şiddet öyle sanıldığı gibi hemen önlenemez, sadece azaltılabilir. Çünkü toplum olarak şiddete meyilli bir toplumuz. Ruh sağlığı bozuk bir dolu insan elini kolunu sallaya
sallaya dolanıyor sağda solda. Bu konu psikologlarla, sosyologlarla ve sosyal hizmet uzmanlarıyla ciddi ciddi üzerinde düşünülmesi ve çalışılması gerek bir konudur. Sivil toplum örgütlerinin de hem iktidara hem de muhalefete baskı yapması gerekmektedir. Birlikte oturup bir çözüm sürecine varılmalıdır. İnsanları linç ederek, hapse atarak, cezalar verilerek içindeki şiddeti yatıştıramazsınız ve engelleyemezsiniz. Hapishaneler yerine SEVGi kampları kurulmalı. Buralarda şiddet yanlısı kişiler rehabilite edilmeli, psikolojik tedavi sürecinden geçirilmeli. Gerekirse eğitmeli öğretmeli. Sevgiyi tanımalı eksik insan. Ama önce kendini bilmeli, bildirmeli. Büyük filozof Sokrates’in dediği gibi “Kendini bil”.
Her şeyi devletten beklemeyelim. Ülkemizin vergi rekortmenlerine, iş adamlarına, bağış yapmak isteyip de nereye bağış yapacağına karar verememiş yardımsever kişilere sesleniyorum; camii, okul, hastane, çeşme, v.s. yaptırmak yerine bu yıl farklı bir yardımda bulunun. Kadın konukevi açın ve işletmesini belediyelere verin. Tek açmak istemiyorsanız bir kaç kişi ortak açın. Her bir kadının kaldığı odaya veya kreşe annenizin, sevdiğinizin veya sizin adınızı versinler. Anlamlı olmaz mı? Bunu yapmıyorsanız en azından gidip ziyaret edin, bağışta bulunmak isteyeceğinizden emin olabilirsiniz. Böylece kaç Ünzile’nin hayatı kurtulacak…
8 Mart Dünya Kadınlarının günü kutlu olsun!