Her ne kadar Kadıköylü olmaktan ötürü kendimi şanslı hissetsem de çocukluğumdan üniversite yıllarına kadar uzanan hayatım İzmir'de geçti…

Evimiz Hatay semtine yakın, okulum ise Üçkuyular semtindeydi.

Canımız sıkıldığında arkadaş grubumuzla Güzelyalı’ya iner, okul dedikodularının eşliğinde denizin o eşsiz kokusunu içimize çekerdik.

***

Üniversite yıllarıma geldiğimde artık karar vermiştim…

Bir daha gidecektim ve bu şehre gelmeyecektim.

Dönüşüm olmayacak dedim son kez otobüs terminalinde ve olmadı da…

Çünkü İzmir hiçbir zaman bir kent olamadı, şehir mi köy mü olayım derken ikisinin ortasında ne olduğuna anlam veremediğim bir pozisyonda kaldı.

Hala da öyle bu durum.

Ve bu durumdan ne o şehri yönetenler rahatsız oldu ne de o yönetenlere oy verenler.

Günün sonunda…

Potansiyelini kullanamayan, elinde bulundurmuş olduğu tüm o doğal imkânları tüketen ve deyim yerindeyse açık bir tımarhaneye çevrilen bir şehir oldu İzmir.

***

Domatese domat, simide gevrek, çekirdeğe çiğdem demekle olmuyor bazı şeyler…

Vizyonunuz yoksa, doğal imkanları kullanmayı beceremiyorsanız 14,5 sene o şehri yönetseniz de hep kazanırsınız ama kazanırken de şehri kaybedersiniz.

İzmirli bu durumdan hiç rahatsız olmadı, sırf “CHP’nin kalesi” olarak anılmak için Aziz Kocaoğlu’na oy verdi, yine aday olsaydı yine verirdi.

Hatta Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı bile CHP’den aday yapsanız yine oy verecek azımsanmayacak bir kitleyi bulabilirsiniz İzmir’de.

İşte bu zihniyet İzmir’in sonunu getirdi.

***

Artık köy bile olamayacak bu şehrin elinde tramvayın çözüm olamadığı trafik sorunu, 10 seneyi aşan çöp problemi, Aliağa’dan çevreye yayılan hava kirliliği, pis koku, su sorunu, bir türlü adım atılamayan körfez projesi, her yağmurda su basan evler, dükkânlar, denize aktarılan kanalizasyon suları, belediyeden çıkartılan ve sonradan geriye alınan mağdur taşeron işçiler, hayvanat bahçesi yapmaya harcanan tüm enerji ve vizyon var.

Aziz Kocaoğlu aday olmayacağını açıkladıktan sonra yerine gelen yeni bir soluk bu şehri efsane bir hale getirir mi derseniz hiç sanmıyorum, inanmıyorum da.

Çünkü İzmirli değil ama İzmir heyecanını kaybetti.

İzmirlinin tek heyecanı belki de “laikliğin kalesi” olarak kalmak olsa da geçmişte Demokrat Parti’nin kalesi olan İzmir’in bu hale gelmesi sadece beni değil, çocukluğumu da üzüyor.

***

Birçok aday dolaşıyor İzmir’in üzerinde…

Tunç Soyer, Kamil Okyay Sındır, Abdül Batur, Sefa Taşkın ve tepeden inme olacaksa da Tuncay Özkan.

Duyduğuma göre Seferihisar Belediye Başkanı Tunç Soyer’in Aziz Kocaoğlu ile arasının bozuk olması ve CHP İzmir İl Teşkilatı’nda Kocaoğlu’nun güçlü olması bunu zorluyor.

Şu an en çok öne çıkan isim Narlıdere Belediye Başkanı Abdül Batur olsa da Aziz Kocaoğlu’nun zirvede bıraktığına yönelik yapılan yorumlar da bir hayli komik.

Başkanlık en büyük zirveyse kabul ama ya İzmir zirvede mi?

Muharrem İnce’yi açıktan destekleyen Aziz Kocaoğlu’nun parti tarafından silinmesini nereye koyacağız?

Sırf CHP’li diye adaya oy veren bir seçmen kitlesi varken Aziz Kocaoğlu’nun zirvesi nereden geliyor?

Aziz Kocaoğlu’nun kişisel oyu mu var da bu tartışmaları yapıyoruz?

Bu soruların cevabı elbette ki olmayacak.

Yerine gelen birisi de İzmir’i kurtarmaya yetmeyecek ama ne olursa olsun İzmir en büyük hayallerimin, çıkış noktamın ve dünyayla tanışmamın yegâne şehri olarak kalacak.

Buranın iyiliğini istemem geçmişime, hatıralarıma olan borcum.

Üzüldüğüm şey ise…

Zirvenin İzmir olması gerekirken “zirveye” kendini koyan bir zihniyet…

SILA’NIN YANINDAYIM

Sıla ve Ahmet Kural olayı patlak verdikten sonra daha ilk saniyede Sıla’nın yanında olduğumu bildiren bir paylaşımı hem Instagram’dan hem de Twitter’dan paylaştım.

Özellikle bizim medya bu konuda çok geç reaksiyon gösterdi.

Hepsini suçlamıyorum ama birtakım insancıklar cümleye şöyle başlıyordu:

“Gayrimeşru bir ilişki yaşayan Sıla…”

***

Kimse kimsenin hayatıyla ilgili hesap yapma lüksüne sahip değil.

Gün gelir bu cümleyi yazanların hayatıyla ilgili biri hesap yapmaya kalksa ne olacak?

Ayıptır, ayıp.

Durduğumuz yer, şiddet nereden gelirse gelsin onun karşısında olmaktır.

YAKIŞMADI EDİP AKBAYRAM

Posta’dan Alev Gürsoy Cimin soruyor:

“Cumhurbaşkanlığı, Kültür ve Sanat Politikaları Kurulu atamaları yaptı. Kurul içerisinde sanatçılar da var. Size böyle bir teklifle gelinse kabul eder miydiniz?

Edip Akbayram cevap veriyor:

“Asla. Benim onlarla tek farkım şudur. Onlar sarayın içindedir, ben dışındayım. Sarayın dışındaysam, ben bu toplumun içindeyim. Kabul etmem. Bugüne kadar gelen hiçbir teklifi de etmedim zaten…”

Bu sorunun öncesinde de şöyle diyor Akbayram:

“Türkiye’nin tüm siyasi hayatında bu kadar baskıcı bir yönetimi hiç görmedim.”

***

Peki aynı Edip Akbayram, mart ayında Sabah’a verdiği röportajda ne demiş:

“Avrupa, sınırlarından kimseyi içeriye almıyor, mültecilerin botlarla denizde ölmesini izliyor. İnsanlık faşizmi yaşatıyorlar. Benim ülkem ise tam tersi; savaştan kaçan insanlara kucak açıyor. Benim ülkem, dünyanın en güzel, en özel ülkesi. Böyle güzel insanlarla dolu güzel bir ülke dünyanın hiçbir yerinde yok. Ben her zaman 'Memleketim' derim. Ülkesini çok seven bir sanatçı olarak; dostça, kardeşçe, saygı ve sevgiyle birbirimize sarılalım diyorum. Birlik ve beraberliğimizi korursak bizi kimse ne bölebilir ne de parçalayabilir.”

***

Türkiye’de darbeler, tutuklamalar, gözaltılar, beş yıl çalışma yasağı gören Edip Akbayram bu kadar “baskıcı bir yönetim” görmediğini söylemiş. “Baskıcı bir yönetim” varken “baskıcı bir yönetim” gördüğünü söylemek ne büyük “baskı” ama!

Ayrıca Türkiye için savaştan kaçan insanlara kucak açıyor diyor ve övüyor.

Kim açıyor?

“Baskıcı” bu iktidar.

***

Neyse bir şey demeyeyim daha fazla.

Aldırma gönül, aldırma…

EĞİTİMLE İLGİLİ KONUŞMALARDAN ÇOK SIKILDIM

Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk diyor ki:

- Ezber ve taklidi bir kenara bırakıp tahkikata geçmeliyiz.

- Türkiye’nin eğitimde kıyameti koparması lazım.

- Biz eğitmenler sıra dışı insanlarız.

- TSE ile okullara standart getireceğiz.

***

Hepsi ve daha fazlası çok güzel, çok iddialı açıklamalar.

Ama bir yandan da eğitimle ilgili senelerdir çok konuştuk, konuşuyoruz…

Destekliyorum ama en fazla umut beslediğimiz Ziya Selçuk’tan artık “işte budur” diyeceğimiz bir icraat beklemek hakkımız değil mi?

MDT TERÖRÜNE ÇÖZÜM BULUNABİLECEK Mİ?

İki hafta önce yazdım…

Gelin trafikte Motosiklet-Dolmuş-Taksi (MDT) terörüne bir çözüm bulalım diye.

İstanbul İl Emniyet Müdürü Mustafa Çalışkan’a da seslendim.

***

Bu saydığım MDT terörüyle trafikte uğraşmak gerçekten çok zor.

Ne sinyal veriyorlar ne geçerken sağına soluna bakıyorlar, aradan oradan buradan çıkıyorlar.

Önümüze kırıp yollarına devam ediyorlar.

Bir de bazı restoran zincirlerinin siparişe giden motosikletleri girilmeyecek sokaklara giriyor.

Geçenler de birinin motosiklet çantası dikiz aynama çarptı bastı gitti.

E yeter artık…

Bir çözüm bulalım bu işe!

DİNLEMEYE DOYAMADIĞIM CAN KAZAZ ALBÜMÜ

Can Kazaz…

Dinlemeye doyamadığım bir isim gerçekten.

Alternatif müzik diyeceğim ama tam da bir kategorileştirme yapamıyorum.

Tarzı ve tınısı çok farklı…

***

Yeni albümü “Sürsün Bahar” geçenlerde çıktı.

Arabayla seyir halindeyken hepsini dinledim, bir kez daha dinledim, bir kez daha…

Bayıldım.

Hem dinlendiriyor hem düşündürüyor hem hüzne boğuyor, hem de umut aşılıyor, bir yandan geçmişe götürüyor, diğer taraftan geçmişi geleceğe taşıyor, yarım kalmış şeyleri birleştiriyor, öbür taraftan kabullenmeyi öğretiyor.

Sanki seninle konuşuyor, seni dinlemiyor ama anlatsan da zaten senin söyleyeceğin şeyleri söylüyor.

Muazzam olmuş muazzam.

Dedim, “Can, bitirdin bizi, herkesin hayatına nasıl bu kadar dokunabilmeyi başardın!”

Hele hele “Ben Sizden Kaçtım” albümünden sonra bunu yapabilmek gerçekten efsane bir başarı.

Albümde en sevdiğim şarkılar ise…

1) Keşke Uyuyabilsem

2) Duyar mısın?

3) Yirmi Yedi oldu.

Dinleyin mutlaka.

KARIUS’UN HAZİN SONU

Şenol Güneş, Genk maçında Beşiktaş’ın kalecisi Loris Karius’u yedeğe çekti.

Söylentilere göre; özel yaşamı Beşiktaş’a uymuyormuş.

Hatta bu özel yaşantısı yüzünden sevgilisi bile kendisinden ayrılmış.

***

Adam Türkiye’ye gelir gelmez, güzel kadınlara Instagram DM’den yürümeye başladı.

Futbolu unuttu, başka işlere daldı!

E haliyle bir performans düşüklüğü ortada.

***

Dedim ki bu işi çözse çözse Öztürk Yılmaz çözer.

Önce Ahmet Davutoğlu’nun alnından öptüğü Başkonsolos oldu.

Sonradan anladık ki aslında muhasebeciymiş.

En son baktık ezanla ilgili saçma sapan fetvalar veriyor.

E bir konuşmadığı ilişki uzmanlığı kalmıştı.

Onunla da ilgili fikirlerini merak etmiyor değiliz hani!