Geçtiğimiz hafta Brüksel, biraz da gururla, İran nükleer anlaşmasına hiç olmadığımız kadar yakınlaştığımızı duyurdu.
Geçtiğimiz hafta Brüksel, biraz da gururla, İran nükleer anlaşmasına hiç olmadığımız kadar yakınlaştığımızı duyurdu. Yaklaşık 16 aydır İran ve ABD arasında 2015 Anlaşmasına nasıl geri dönüleceği ile ilgili dolaylı görüşmeler AB ve Katar desteği ile yapılıyor. İşin Katar ayağından büyük bir geri dönüş sağlanamamıştı ancak herkes biliyor ki bu bir süreç ve kimse masayı deviren taraf olmak istemiyor, dahası tarafların birbirini oyalaması her iki taraf da kendi pozisyonunu güçlendirmek için bazı adımlar atabildiği sürece çok büyük bir trajedi sayılmaz. Bu yüzden Tahran zaman zaman nükleer kapasitesini artırma kararlılığını ve yükselen uranyum zenginleştirme oranlarını kamuoyu ile paylaşıp duruyor; ABD de İran karşıtı bir retoriği yokmuş gibi yaparak Ortadoğu’da Kudüs Deklarasyonu, Cidde Deklarasyonunu gibi belgelerin altına imza atıyor, Suudi Arabistan ve Körfez İşbirliği Konseyi üyeleri ile yan yana durduğunu gösteriyor.
Nükleer Anlaşmayı kurtarmak için son taslak metin
16 aylık bu karşılıklı oyalama seansı içinde daha önce de anlaşmaya çok yakın olduğumuz duyurulmuş, sonrası gelmemişti. Bu sefer, AB daha kararlı bir tutum takınarak 2015 Anlaşmasını kurtarmak için görüşmelerden çıkan bir taslak metni İran ve ABD ile paylaştı. Unutulmamalı Avrupa’da süregiden savaşta diplomatik açıdan Ukrayna cephesinde de Rusya cephesinde de çözüm üretici bir diyalog kurmayı başaramayan Brüksel’in kriz yönetişimi konusunda varlık göstermeye ihtiyacı var. Ayrıca İran nükleer programı meselesi AB’nin ve Fransa, Almanya gibi Avrupa’nın iri-kıyım ülkelerinin adeta başlarını koydukları bir mesele. Trump yüzünden Tahran’da açılan Avrupalı şirketlere ait ofisler sinek avlamak zorunda kalmış, AB, ABD’nin tek taraflı politikalarını Batı adına dengeleyememişti. Dolayısıyla, nükleer görüşmeler başarısız olursa neredeyse on yıllık emek Avrupa adına çöpe gidecek ve zaten tartışmalı olan AB’nin statüsü meselesi derin bir yara alacak. Bu yüzden Brüksel bu mesele de kedi olalı bir fare tutmak zorunda. İşin bir de bildiğiniz üzere enerji ile ilgili boyutu var. AB ülkelerinden bu sonbahar-kışla ilgili öyle karamsar beklentiler yükseliyor ki Brüksel için Rus gazına alternatif bir birim doğal gazın bile coşkuyla alkışlandığı bir noktadayız. Tahran için cazip bir vaat Avrupa’nın enerji açlığı ve AB bu nedenle Tahran’ın inadını kırmaya yakın olduğunu düşünebilir.
Belirsizlik havası dağılmadı
Kamuoyu ile paylaşılmayan ama taraflara iletilen taslak metin Brüksel’e göre son taslak yani görüşmeler tamamlandı, top artık taraflarda. İran kendisine tanınan süreye riayet ederek 15 Ağustos akşamı yazılı bir cevap iletti Brüksel’e. Aynı günün sabahı Beyaz Saray, İran’ı nükleer meseleler hariç konuları anlaşma koşulu olarak gündeme getirmemesi konusunda uyarmıştı. Anlaşılan Devrim Muhafızları konusunda Batılı başkentler tam karar verebilmiş değiller, ötesinde Tahran için esas önemli olanın ABD’nin gelecekteki başkanının politikalarına karşı bir güvence olduğu düşünülüyor. Tahran’dan yapılan açıklamalara bakılırsa İran tarafı çözüm bekleyen üç husus dışında anlaşma adına büyük bir yol katedildiğini düşünüyor ama o üç husus eğer ABD ile uluslararası toplumun vereceği güvencelerle ve anlaşmaya uyulmadığı takdirde altına girilecek tazminatlarla ilgiliyse çok da acele etmemek gerekir. Nitekim, bir aralar ve bir zamanlar Trump’ın ekibinden olan bazı isimler anlaşma imzalansa dahi 2024’te iktidara Cumhuriyetçi başkan gelir gelmez anlaşmayı yırtıp atacaklarını deklare ettiler. Kongre’deki ara seçimlerden sonra -hatta öncesinde bile parlamentodan daha bağlayıcı bir anlaşmayı çıkarmak ABD başkanı için pek mümkün değil, ayrıca bu istenir bir şey mi ondan da emin değilim. Zira ABD açısından anlaşma çerçevesinde verdiği sözlere Başkanlık politikaları mazeretiyle uymama esnekliği anlaşmaya ulaştıktan sonra Tahran üzerinde iyi bir koz. Mesele anlaşmaya ulaşmak ve bunu Ortadoğu’ya “iyi bir anlaşma” olarak satmak meselesi.
İsrail ikna edilebilir mi?
15 Ağustos’tan bugüne AB, ABD ile taslak ve İran’ın yazılı yanıtını tartışıyor. Batı basınından yansıyan bilgilere göre ön cephede Brüksel ve Washington tartışıyormuş gibi görünse de asıl arka tarafta Washington’un İsrail’i ikna etme çabası söz konusu. Bu noktada Biden yönetimi için değil ama İsrail için 2015’teki sorun aynen geçerli. Tel Aviv, Begin Doktrini’ne, Kudüs Deklarasyonu’na ve İsrail’in “vuruyoruz, vurduk, vuracağız” açıklamalarına rağmen meselenin İran’ı vurmak olmadığını biliyor, 2015’te de mesele bu değildi, 2022’de değil. Mesele İran’ı sınırlandırmaksa, sınırlama stratejisini başarılı ve başarısız uygulama seçenekleri mevcut. Trump dönemi İsrail adına bir altın dönem gibi gelip geçmesine rağmen Tahran başarı ile sınırlandırılabildi mi sorusuna bir yanıt vermek bugün Brüksel ve Washington’un çırpınışlarını gören Tel Aviv için kolay değil.
Çevre’den Ters Çevre’ye
Bu nedenle Tel Aviv bir süredir bölgede kendi adına bir esnek ittifak eksenleri politikası izliyordu. Bir küçük ittifak grubu Doğu Akdeniz’de, bir küçük ittifak grubu Körfez’de, bir küçük ittifak grubu Kuzeydoğu Afrika’da. Tabi bu ittifak eksenleri arasında noktaları sadece İran karşıtlığını kullanarak doldurmak zor olduğundan, kimi zaman Hamas/Müslüman Kardeşler kimi zaman Türkiye karşıtı söylem İsrail politikalarının parçası oldu.Tabi İsrail teknoloji paylaşımı, savunma sanayi gibi havuçları da bu noktaları birleştirmek için kullanabilirdi ama unutmayın kritik teknolojilerin paylaşımı söz konusuysa İsrail paylaşım yaptıklarına güvenen bir aktör olmamıştır hiçbir zaman. Bol vaat, bol talep, çok az sonuç çıkar İsrail’e yakınlaşmalardan. Bu yüzden İsrail adına bir “öteki” üzerinden gitmek kestirme bir yol oldu paydaşları etrafında toplamak açısından. Bazı akademik isimler ve siyaset yapıcılar, Türkiye-İsrail, İran-İsrail arasında bir zamanlar var olan yakın ilişki ve bu ilişkiye dayalı Çevre Doktrini nedeniyle, bu mini eksenleri Ters Çevre Doktrini dedikleri bir anlayışta birleştirmeyi de denediler. 2021’in sonundan itibaren verilen sinyaller ise Ters Çevre Doktrini dediğimiz şeyin tam tutmadığını zira Türkiye ayağının sallandığını gösteriyordu. Türkiye ayağının sallanmasının, nihayet geçtiğimiz hafta iki ülke arasında siyasal normalleşmenin tamamlanmasıyla Ters Çevre Doktrininin var olan haliyle rafa kalkmasının belirli nedenleri var:
Yeni bir deneyim
Öncelikle 2009-2020 döneminin Türkiye-İsrail ilişkilerinde bir tansiyon dönemi olduğu muhakkak ve iki aktör arasındaki gerginliğin birbirinden farklı pek çok nedeni var. Genellikle fikirler, idealler, yönelimlerle ilgili ayrışma ön plana çıkarılıyor bu dönem okunurken. Oysa iki ülkenin birbirlerine komşu ve ötesi alanlarda siyasi, askeri olarak var olabilen iki güç olduğu gerçeği yadsınıyor. Bu gerçek iki aktörü bir çeşit rakip haline getiriyor elbette, bu gerçeğin normalleşme öncesi-sonrası değişmediğini söyleyebiliriz. Bugün İsrail ve Türkiye kendi stratejik otonomileri konusunda oldukça iddialı iki aktör olmaya devam ediyorlar. Ama rekabet doğrudan güvenlik ikilemi üretmez ve Tel Aviv ile Ankara’nın aralarındaki işbirliği-rekabet gelgitini güvenlik ikilemine taşımakta bir fayda görmediklerini söyleyebiliriz. En azından İsrail’in Ters Çevresi bu çerçevede istenilen sonucu üretmedi ki 2022’de başta İran faktörü olmak üzere bölgesel konjonktür değişir değişmez Tel Aviv ağır giden normalleşme adımlarını hızlandırdı. Dolayısıyla ilişkilerin normalleşmesi ile iki ülkenin anlaşamadığı konuları paranteze alması, anlaşamasalar da güvenlik ikilemi üretmemek adına zarar kontrol mekanizmaları inşa etmelerini kolaylaştı. Zarar kontrolüne ve kompartmanlaştırmaya dayalı ilişki modeli ticari-ekonomik ilişkiler dışında Türkiye-İsrail ilişkilerinde çok tecrübe edilmedi. Bu tecrübeyi zorlaştıracak ve kolaylaştıracak etmenler olacaktır. Yakın gelecekte İran-ABD ilişkileriyle ilgili belirsizlik biraz azalırsa denenen bu modelin bölgesel dengeler adına ne vaat ettiğini de daha iyi anlayacağız. O zaman 2009/10/11-2021 parantezi bölgede ne zaman kapanır, niye kapanır sorusuna daha net cevap verebileceğiz.