Terör örgütüne ait yayın organlarında son dönemde en çok tartışılan konuların başında bu geliyor.
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun, Suriyeli mevkidaşı Faysal Mikd ad ile ayaküstü görüştüğünü açıklaması sonrası giderek daha yoğun şekilde tartışılmaya başlayan Ankara-Şam ilişkilerinde ilerleme sağlanması yönündeki beklentiler, terör örgütü PKK ile Suriye’deki kolu PYD/YPG’de büyük tedirginlik yarattı.
Terör örgütüne ait yayın organlarında son dönemde en çok tartışılan konuların başında bu geliyor.
Ankara ile Şam arasında varılacak bir anlaşmanın kendileri için felaket olacağını gizleyemiyorlar.
Bir yandan kendilerine destek veren güçleri, böyle bir anlaşmanın önüne geçme konusunda harekete geçmeye çağırırken diğer yandan en büyük hamileri ABD’den daha güçlü destek ve himaye istiyorlar.
ABD, Ankara ile Şam yakınlaşmasına karşı siyasi ve diplomatik düzeyde çok bir şey yapamasa da sahadaki varlığıyla YPG’ye sahip çıkmaya devam ettiği mesajını vermeye çalışıyor.
Geçtiğimiz ay içinde ABD Merkez Komutanlığı (CENTCOM) Komutanı Orgeneral Michael Kurilla’nın Suriye’nin kuzeyinde YPG’nin denetimindeki bölgeleri ziyaret edip bu terör yapılanmasının ana omurgasını oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) başında bulunan terör örgütü yöneticisi Mazlum Abdi kodadlı Ferhat Abdi Şahin ile görüşmesinin ardından iki gün önce ABD öncülüğündeki DEAŞ’a karşı uluslararası koalisyon kuvvetlerinden bir heyetde yine destek için bölgedeydi.
ABD yönetimi, YPG’ye verdiği desteği sürdüreceğinin mesajını veriyor ancak bu desteğin nereye kadar olabileceği konusunda terör örgütünün kendisi de endişeli.
Yani onlar da Ankara ile Şam’ın, Rusya’nın güçlü bir desteğiyle anlaşması ve de İran’ın da bu anlaşmaya uyması halinde ABD’nin çok fazla bir şey yapamayacağının farkındalar.
Bu köşede “Suriye konusunda yeni bir dönemin kapıları aralanmaya çalışılırken…” başlıklı bir önceki yazıda dile getirdiğimiz gibi, her ne kadar Transatlantik İttfakı kapsamın da ABD ile ortak hareket etmektelerse de özellikle terör ve göç endişeleri nedeniyle Avrupa ülkelerinden de böyle bir sürece destek alınması mümkündür.
Bu destek Birleşmiş Milletler (BM) bünyesine de taşınarak Suriye’de kalıcı bir çözüm süreci hızlandırılabilir.
Suriye konusunda önemli aktörlerden birisi olan İran’dan da geçtiğimiz günlerde Ankara-Şam yakınlaşmasından memnuniyet duyulduğu yönünde bir açıklama geldi.
Yine bir önceki yazımızda belirttiğimiz gibi Tahran’ın masada ve diplomatik arenadaki söylemleriyle sahadaki yaklaşımları farklı olsa bile açıklamanın önemli olduğunu not edelim.
Bu çerçevede Tahran yönetimini, kendi güdümlerindeki Haşdi Şabi ve Hizbullah ile bunlara bağlı silahlı Şii milis güçlerinin PKK ve buna bağlı YPG, YBJ gibi terör yapılanmalarıyla iş birliğinden vazgeçirmeye zorlamak gerek.
Tüm bu açılardan bakıldığında koşullar ve uluslararası dengeler Ankara-Şam yakınlaşması yönünde teşvik edici nitelikte.
Bu yakınlaşmanın önemi, her iki tarafın birbirinin kaşına gözüne hayran olması ile ilgili değil kuşkusuz.
Bu yakınlaşma ve bunun daha da ilerletilmesi, bu köşede daha önce defalarca dile getirdiğimiz gibi 11 yılı aşkın süredir devam eden Suriye krizinin çözümü için bir zorunluluktur.
Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun, son açıklamasında “Suriye rejimi ile diyalog konusunda herhangi bir ön şartın olmadığını” söylemesi Ankara’nın bu konuda samimi ve istekli olduğunu göstermesi açısından önemli.
Ancak bu konuda gerek Ankara ve Şam’ın gerekse de Suriye krizinin çözümünden yana olan tüm güçlerin ellerini çabuk tutmasında yarar, hatta zaruret var.
Zira bir diğer güney komşumuz Irak, hızla Suriye olmaya doğru yol almakta.
Geçtiğimiz yılın Ekim ayında yapılan seçimlerin üzerinden 10 ayı aşkın süre geçmesine rağmen ülkede hâlâ bir hükümet kurulabilmiş değil.
Kurulamadığı gibi siyasi kriz her geçen gün daha da derinleşiyor.
Güçler ve gruplar arasındaki siyasi gerilim ve ayrışma her an fiili silahlı çatışmalara dönebilir.
Böyle bir durum ülkeyi kan deryasına çevirebilir.
Öyle ki bu ülkede başlayacak bir iç çatışma Suriye’de yaşananlardan da daha kanlı olabilir.
Zira, Irak’taki hemen hemen tüm siyasi yapıların, kendilerine bağlı tam donanımlı silahlı güçleri mevcut.
Yani Irak, tüm dünyanın gözü önünde büyük bir kaosa doğru hızla yol alıyor.
Burada başlayacak bir iç çatışmanın en az Suriye kadar Türkiye’yi etkileme olasılığı yüksek.
Sadece Türkiye’yi değil, diğer komşu ülkeler ve hatta tüm Avrupa’yı.
Hem yeni göç dalgaları hem de yeni terör olaylarının baş göstermesi açısından.
Öte yandan Irak’ın Suriye’ye dönüşmesi, Suriye’nin normalleşmesini de imkânsız hale getirecek.
Zira iki ülke sınırları arasındaki geçişkenlik terör unsurlarını ve diğer silahlı yapıları kontrol altına almayı zorlaştıracak.
Dolayısıyla Irak’ta tehlike çanları çalarken bir yandan çözüm için çaba sarf edilmesinin yanı sıra olası gelişmelere karşı önlemlerin alınması gerekirken diğer yandan Suriye konusunda da atılacak adımların hızlandırılmasında büyük yarar var.