Cami bahçesinde vakit namazını bekleyen ihtiyarların tefekkürüne muhtaç vaziyetteyiz.

Cami bahçesinde vakit namazını bekleyen ihtiyarların tefekkürüne muhtaç vaziyetteyiz.

Hani çoğu zaman her ne kadar “hoşça” baksak da, içimizden “Ömrünü tamamlamış, yüzünü öbür dünyaya çevirmiş ve bu dünya ile işi kalmamış” gibi hissettiren manzara…

Geçip gideriz…

Halbuki, o kadarcık olsun düşünmeye ihtiyacımız var.

Düşünmek ve tefekkür aynı şey midir?

Öyle diyebiliriz. Fakat bizim kaybettiğimiz lisanın kavramları saraylar kadar ihtişamlı iken yerine ikame ettiğimiz kelimeler köpek kulübesinden beter.

Her yönden kuşatılmış, taciz altında ve sömürülen bir pozisyondayız.

Fakat berbat durumumuza hep “çakma/parlak/imalat kavram”lar bulunarak ikna ediliyoruz.

Mesela “Çocuğunuzla kaliteli vakit geçirmek” tarifi, bütün sülalemizi psikiyatr/psikolog desteğine mecbur tutan modern tıp anlayışının tuzaklarından.

Bizi delirten de bu sistem…

“Prozac Toplumu” haline getiren de…

Zaten bu gerçekleşince tefekkür edebilecek bir beyinden mahrum kalıyoruz.

xxx

İnsanlar arasında öne çıkma/değerli değil ama en azından önemli hissetme ve bunu kabul ettirme argümanlarının başında, kullanmak zorunda kaldığımız ilaçları yarıştırmak geliyor.

- Yaa… Ben sabah akşam toplam 9 ilaç alıyorum…

- Seninki iyiymiş canım. Ben 14 ilaç alıyorum…

Bizi hasta eden ne? Bu ilaçlarla uyutanlar kimler?

Düşünmek lazım… Fakat kafalar yorgun…

Düşünebilsek ve sonra belki tefekküre terfi etsek…

- Ortanca çocuk “Parlak Beyinler Koleji”ne gidiyor.

- Benim büyük olan “Altın Çağ Üniversitesi Hokkabazlık Fakültesi”nde…

Ve yine düşünebilsek… İsmiyle düdükleyen eğitim kurumu olur mu? Reklamla akıl çeken “adam yetiştirme” mekanizması mümkün müdür?

Çocuklarımızı ne kadar çok seviyoruz. Mesela Ahmet bey senelik 25 bin liralık kolej kadar seviyor. Hulusi Bey ise 44 bin liralık kolej kadar…

O kolejler kimlerin?

Kimler kurmuş?

Sonra kimlere satmış.

Genel müdürü kim?

Öğretmenleri kimler?

- Efendim, okulumuzda üst seviye eğitimin yanı sıra binicilik faaliyetlerimiz de var…

Kime bindiklerini/bindirdiklerini tefekkür edemiyoruz; o sırada beynimizin içinde at kişnemeleri…

-Benim oğlum at biniyor! Kolejin hizmeti… Çok iyi bir işletme… Her şeyi düşünmüşler…

Ah benim mahallemin ilkokulu… Boynu bükük hali ve boynu bükük öğretmenleriyle…

xxx

İnandığın gibi yaşamak için, inandığın gibi kazanmak lazım…

İnandığın gibi yaşamayı, ahir ömürde cami bahçesine saklarsan, bastonuna dayanıp bir ömür sana kimler dayanmış diye düşünür durursun vakti gelince…

- Check up’tan geliyorum. Bitmedi bir türlü. Ama yaptırmak lazım.

- Bi şikâyetin mi vardı? Hayırdır? Geçmiş olsun…

- Yok ama, neler çıktı neler! Ultramediplus Hospital’ın programı. Her sene yaptırıyorum…

xxx

1- Çok ilaç… Bütün ilgi lütfen bana doğru aksın… En yıpranmış ve önemli benim. Beni dinleyin.

2- Benim oğlum en pahalı okula gidiyor. Hem çocuğum önemli. Hem bakın ben de paranın dibi gözükmüyor. Haberiniz olsun…

3- En kral hastanelerde baktırıyorum kendime… Siz sağlık ocağı/aile hekimi idare edin. Saygılar şelale olsun lütfen…

Ve biraz sonra yaşamadığımız inancın en girift konularında düşünce kırıntılarının cahilane çarpışması…

- “Aydın”ız ulan, gördüğünüz gibi…

Halbuki bize bir münevver lazımdı… Tefekkür edebilen…

İnancımızı kamyon plakası gibi teşhir ettiğimizi ve ancak inandığımız gibi yaşamadığımızı yüzümüze yüzümüze söyleyecek…

Lazımdı ama lazım olduğuna inanmıyoruz ve onun için onları kenarda köşede bıraktık…

Zamana uyumsuzlukla suçladık ve gelenekçilikle…

Her şeyimiz var, ağzımızın tadı yok ve bir de huzurumuz...

xxx

- Sen o ilacı bırak. Şunu kullan… Huzursuz beyin sendromu var sende…