Uzun yıllar dergicilik yaptım.
Uzun yıllar dergicilik yaptım. Rüyamda bile dergi sayfalarıyla uğraşırdım. Her sayı bitimindeki doğum heyecanını hiçbir şeye değişmem. Kapağa çekilecek bir söz için uzun yürüyüşler yapıp günlerce düşünürdüm. Editör olarak içime sinmeyen yazıları ve tasarımları okuyucuya sunmaktan kaçınırdım. Bütün işine âşık adamlar gibi mesai kavramına takılmadan gündüzler, geceler boyunca çalışır, bir tashih hatası çıkmışsa uykularım kaçardı. Bir gönül güzeli gelip kul kusursuz olmaz varsın nazar boncuğu olsun o hatada diyene kadar kederden kurtulamazdım. Dergicilik nedir diye soranlara “tuhaf bir aşk” diye cevap verirdim. Hazırladığımız özel sayılardan sonra dergiyi karşıma alıp saatlerce baktığım çok olmuştur. Yeni doğan yavrusunu izlerken cennet neşesi duyan babalar gibi sarıp sarmalardım sayıları.
Dergicilik gerçekten bir aşk işi. Kelimelerle arası iyi olmayanların kolay anlayabileceği bir durum değil bu anlattıklarım. Dünyayla bağı kuvvetli olanların yapacağı bir iş değil dergicilik. Ortaya koyduğunuz eser ne kadar kaliteli olursa olsun, kalabalıkların umurunda değildir. Bu yönüyle garip gelmiş garip gidecek bir uğraştır. Hâlden anlayan birkaç okur çıkıp da beğenisini sunmasa derin sessizlikte uzayıp gidecek bir çaba söz konusu. Bunca ıssızlığa sessizliğe rağmen bu ülkede her ay yeni dergiler çıkar. Büyük bir boşluk dolduracakları iddiasıyla çıkış manifestosunu yazıp okuyucuya selam çakarlar. Oysa boşluk yoktur. İnsanlar dergilerle uğraşmayacak kadar doludur. Çağın getirdiği uğraşlar içinde zamanlarını doldurmuşlar, ilgi alanlarını çoktan popülerden yana kaydırmışlardır. Teknolojik aygıtlarla sarılmış oldukları için bir bayie, bir kitapçıya uğrayıp dergileri karıştırmanın, seçtiği dergiyi eline alıp koklamanın uzağındadır. Bütün bunlara rağmen dergiler susmuyor, “yıl bir, sayı bir” yazan yayınlar kültüre armağan edilmeye devam ediyor.
Bu kutsal inadı taşıyan yürekli insanları seviyorum. Gökhan Özcan yıllar önce yazdığı müthiş yazıda onları şöyle anlatmıştı:
“İçimizden bir grup adam, iflah olmaz bir yüreklilikle ömürleri boyunca bir ‘dergi çıkarma’ ideali peşinde koşturup dururlar. Bu gayretlerinin ekonominin realiteleri nezdinde kıymet-i harbiyesi yoktur. Kafasında mürekkep kokulu dergi sayfaları uçuşmayan kahir ekseriyet ise, bir ömrü kaplayan bu didinmenin ne için olduğunu kavrayamaz. Yolu sık sık bir derginin sararmış yaprakları arasında geçen kalem erbabı ile göz ucuyla satır satır dergi seyahatlerine çıkan okuma sevdalıları dışında hiç kimse, kafayı dergi çıkarma idealine takmış bu gönlü geniş ‘koca adamlar’ı anlayamaz. Onların gönüllerini çıkarıp fasikül fasikül dört bir yana dağıttığının ayırdına varamaz. İşte bir derginin sayfalarına sinen bereket, bu soylu yalnızlığın buğusundadır.
Bu bir aşktır; dergilerin dergiliğinden çok, gönüllerin gönüllüğüyle ilgilidir.”
İşte bu aşka tutulan iki genç arkadaşımızın dergileri geçti elime.
Murat Açıkgöz’ün yayın hayatına hediye ettiği Yarın dergisi ile Yusuf Samet Çakır’ın Nüktedan dergisi, içimdeki dergicilik damarını birden kabarttı. İki arkadaşımız da yüreklerini katarak satır satır okunacak bir ilk sayı hazırlamışlar. Yarın dergisi çıkış manifestosunda, sağ kesimin bütün yıldız isimlerine atıfta bulunarak “nerede durduğumuzu biliyoruz” mesajını vermiş. Bu toprağın cesur kalemlerinden merhum Ömer Lütfi Mete hakkında, oğlu Ali Buhara Mete ile kapsamlı bir söyleşi gerçekleştirerek vefalı bir tavır sergilemiş.
Yarın dergisinin her sayfasında ayrı sürpriz var. Koca yürekli Saklı şairlerimizden Ömer Koca’nın şiiriyle karşılaşmak beni ziyadesiyle mutlu etti. Koca, hikâye ve şiir yarışmalarında önemli başarılar elde eden, fakat sırf tevazuundan dolayı görünmekten uzak duran bir şairimiz. Neşet Ertaş’ın güzel gönlünü taşıyan özgün bir adam Ömer Koca. Yarın dergisi gelecek sayısında Hasan Sağındık özel dosyası hazırlayacağını da müjdelemiş. Şimdiden bir okur olarak heyecanla beklediğimi belirtip mutlaka bu dergiyi görün, okuyun, koklayın diyorum.
Nüktedan dergisi de ilk sayısında “Biz bu âleme yar ile ah etmeye geldik” diyen âşıkların tarzıyla büyük laflar etmeden, büyük iddialarda bulunmadan, “derdimiz vardı, yanında dergimiz de olsun istedik” edasıyla rahat ve samimi bir çıkış yapmış. Usta yazarlara da yer vermişler ama beni ziyadesiyle heyecanlandıran gençlerin yazdıkları oldu. Bu sebeple Nüktedan dergisinde daha çok genç yazar görmek istediğimi ifade edeyim. Yusuf Samet Çakır, pozitif enerjisiyle yayıncılıkta uzun yıllar adından söz ettireceğe benziyor. Dergiyi eline aldığında burun kıvıran hastalıklı edebiyatçılara kibirli şairlere takılmadan, aşkla yoluna devam etmeli.
Dergiler ümit demek. Eğer her türlü çoraklığa rağmen içimizden bir grup iyi adam hâlâ dergi çıkarmaya devam ediyorsa bu ülkede ümit dipdiri duruyor demektir.
Eğer bir gün bir genç elinde yeni bir dergiyle yanınıza yaklaşıp dergisini uzatırsa onu alın öpün koklayın. Çünkü size uzatılan o yayın sadece bir dergi değildir. İçinde özlemler, umutlar, aşklar, sarsılmaz bağlılıklar vardır. İşte ben yıllardır usanmadan bu aşkın gözlerinden öpüyorum. Yarın’ı ve Nüktedan’ı bağrıma basıp öptüğüm gibi…
Murat Açıkgöz ve Yusuf Samet Çakır’ı tekrar tebrik ediyor, uzun soluklu yürüyüşler diliyorum.