Bugün 3 Mart 2024. Tam yüz yıl önce 3 Mart 1924 târihinde hilâfet kaldırıldı.
1518 yılında Yavuz Sultan Selim’in Mısır’ı fethetmesiyle Osmanlı’ya geçen hilâfet, Cumhuriyet’in ilânından dört ay sonra “ilga” edildi.
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde çıkarılan 431 sayılı kanuna göre, hilâfet makamının görevleri TBMM’nin şahs-ı manevîsine devredilmiştir.
Ancak bu kanun ile sâdece, “hâlife” sıfâtıyla bir kişinin işgâl ettiği bir makam kaldırılmamıştır. İlgili kanunun maddeleri şöyledir:
1- Halife hal’edilmiştir. Hilâfet, hükümet ve cumhuriyet mânâ ve mefhumunda esâsen mündemiç olduğundan Hilâfet makamı mülgâdır.
2- Mahlu Halife ve Osmanlı Saltanât-ı münderisesi hânedânın erkek, kadın bilcümle âzâsı ve damatları Türkiye Cumhuriyeti ülkesi dâhilinde ikamet etmek hakkından ebediyyen yoksundurlar. Bu hânedâna mensup kadınlardan mütevellid kimseler de bu madde hükmüne tâbidirler.
3- İkinci maddede sayılan kimseler işbu kanunun ilânı târihinden itibâren azamî on gün zarfında Türkiye Cumhuriyeti arâzisini terke mecburdurlar.
4- İkinci maddede mezkûr kimselerin Türk vatandaşlık sıfatı ve hukûku kaldırılmıştır.
5- Bundan böyle ikinci maddede mezkûr kimseler Türkiye Cumhuriyeti dâhilinde emvâl-i gayrimenkuleye tasarruf edemezler. İlişiklerinin kat’ı için bir sene müddetle bilvekâle mehakim-i devlete müracaat edebilirler. Bu müddetin bitiminden sonra hiçbir mahkemeye hakk-ı müracaatları yoktur.
6- İkinci maddede sayılan kimselere yolculuk masraflarına mukabil bir defaya mahsus ve derece-i servetlerine göre olmak üzere hükûmetçe tensib edilecek ödeme yapılacaktır.
7- İkinci maddede sayılan kimseler Türkiye Cumhuriyeti arâzisi dâhilindeki bilcümle emvâl-i gayrimenkullerini bir sene zarfında hükûmetin mâlumat ve muvafakatiyle tasfiyeye mecburdurlar. Mezkûr emlâk-i gayrimenkuleyi tasfiye etmedikleri hâlde bunlar hükûmet mârifetiyle tasfiye olunarak bedelleri kendilerine verilecektir.
8- Osmanlı İmparatorluğu’nda padişahlık etmiş kimselerin Türkiye Cumhuriyeti arâzisi dâhilindeki tapuya kayıtlı emvâl-i gayrimenkule millete intikâl etmiştir.
9-Mülga padişahlık sarayları, kasırları ve emlâkin-i sairesi dahilindeki mefruşat, takımlar, tablolar, asar-ı nefise ve sair bilumum emval-i menkule millete intikâl etmiştir.
10- Emlak-i Hakaniye nâmı altında olup evvelce millete devredilen emlâk ile berâber mülga padişahlığa ait bilcümle emlak ve sâbık Hazine-i Hümayun, muhteviyatlar ile birlikte saray ve kasırlar ve binâlar ve arâzi millete intikal etmiştir.(1)
Hilâfetin kaldırılmasıyla ilgili kanunun maddelerinden de anlaşılacağı gibi, mesele sâdece bir makamın kaldırılması değil, aynı zamanda hilâfeti taşıyan Osmanoğlu hânedânının mallarına devlet adına el konulması ve hânedan mensuplarının vatandaşlıktan çıkartılarak Türkiye Cumhuriyeti topraklarına dışına gönderilmesidir. Bu kanun ile vatandaşlıktan çıkartılan ve sınır dışına çıkmak için on gün süre verilen hânedan mensuplarının herhangi hukukî itiraz hakları bulunmamaktadır. İnsanın aklına tekke ve zâviyelerin kapatılmasıyla ilgili 1925 yılında çıkarılan 667 sayılı kanun metninde, tarikat faaliyetlerinin üfürükçülük ve büyücülükle bir tutulması gelmiyor değil!
İlginçtir ki, Lozan Barış Antlaşması’nda, Anadolu’nun ve İstanbul’un işgâli sırasında işgâl kuvvetleriyle iş birliği yapan Osmanlı vatandaşlarının herhangi bir yargılamaya muhatap olup ceza almamaları için madde bulunurken, siyâsî bir makam olarak görülüp artık gereği kalmadığı düşüncesiyle kaldırılan Hilâfet sebebiyle, bu makam ile dolaylı ve doğrudan ilişkisi olan tüm kişiler, kadın ve çocuk hatta damat oldukları dikkate alınmadan, vatandaşlıktan çıkartılmış ve sınırsız edilmiş yâni kovulmuştur.
Asıl mesele
Hilâfet kaldırıldığı için İslâm âleminin ve Müslümanların siyâsî olarak başsız kaldığı çok konuşulmuştur. Katoliklerin papası varken, Ortodoksların patriği varken, Müslümanların halifesinin olmaması eleştirilmiştir. Bu konuya “Osmanlı nefreti” üzerinden bakmayanlar, mesele Osmanlı hânedânıysa, kanun maddelerindeki muameleye mâruz kalabileceklerini ama hilâfetin bir makam olarak sembolik de olsa kalması gerektiğini savunmuşlardır. Bâzı kişiler de sempatik bakış sınırlarını zorlayarak hilâfet makamının TBMM’nin mânevî şahsında bulunduğunu ve dolayısıyla TBMM başkanının dolaylı olarak Halife sayılabileceğini ileri sürmüşlerdir.
Halifeliğin kaldırılması kısa da olsa bir kamuoyu sürecinin sonucudur. Cumhuriyet’in ilânından bile uzun bir süre özellikle yerli ve yabancı basına demeçler verilmiş ve Meclis’te gündem olarak ele alınmıştır.
Medya nerede?
Sonuçta yüz yıl önce Hilâfet makamı kaldırılmıştır. Şu anda hilâfet makamının eksikliği ne siyâsî ne ekonomik ne de dinî açıdan hissedilmemektedir ve geri getirilmesi hiçbir sorunu çözmeyeceği gibi gereksiz tartışmaları da berâberinde getirecektir.
Ama biz yüz yıl sonra bu konuyla ilgili ne yapıyoruz? Hakkında birkaç sayfa târihî belgeden başka bilgi bulunmayan târihî şahsiyetleri konu olan onlarca bölümlük diziler çekerken, süreci neredeyse gün gün, saat saat tâkip edeceğimiz bilgiye sâhip olduğumuz Hilâfet’in kaldırılmasıyla ilgili herhangi bir yapım yok. Dizi ya da filmi geçelim, tarihçilerimizin röportaj verdiği bir belgesel bile yapılmadı.
Böyle önemli bir konu, bu siyâsî iktidârın döneminde, bu medya imkânlarının olduğu şartlarda belgesel, TV dizisi veya film olarak ele alınmayacaksa ne zaman ele alınacak? Bu akşam, son anda akıllarına gelip “unuttular” denmesin diye, her kafadan bir ses çıkan tartışma programlarında, “her şeyi bilen kişilerin” söyleyeceği ya hamasî ya da nefret dolu cümleler, bu konuyu tahfif etmekten başka işe yaramayacaktır.
Bu yazı kaleme alınırken, devlet ya da özel televizyon kanallarımızın hiçbirinde, böyle bir yapımın yayınlanacağına dâir herhangi bir tanıtım anonsu yapılmış henüz değildi. Son kırk sekiz saat içinde sürpriz bir şey olursa, haksız çıkmakta ve mahcup olmaktan memnunluk duyarım.
Kaynak
1- Ali Satan, Atatürk Ansiklopedisi
https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/bilgi/halifeligin-kaldirilmasi-3-mart-1924/