Nasılda kırılgan, pamuklara sarılı, steril bir hayat kurguluyoruz değil mi?
KENDİNİ KURTAR
Bir hafta çok çabuk geçiyor ve her hafta "Buluşma Noktası"nda buluşuyoruz. Yazdıklarımla ilgili bana övgülerle sözler söyleyen ve destekleyen herkese teşekkür ediyorum. Aslında tüm bu yazdıklarımı sizden biri olduğum için içselleştiriyor ve beğenerek okuyorsunuz. Hiç birimizin birbirimizden çok farklılıkları yok aslında. Hepimiz insan olmak için bu dünyadayız. Kimimiz bunun farkındayız kimimiz değiliz. Asıl mesele farkında olabilmek. Fark edebilmek için de üretmek, çalışmak ve bir amaç edinmek gerekiyor. Ama bu amaç öyle hamasi dünyayı kurtaracak cinsten olmamalı. Kendini kurtaran insan zaten dünyayı da kurtaracaktır vesselam..
HAYAT SİGORTASI
Nasılda kırılgan, pamuklara sarılı, steril bir hayat kurguluyoruz değil mi? Hem kendimizin hem de yakınlarımızın burnu dahi kanamasın aman dikkat. Ayağımızda adeta camdan bir ayakkabı ile yürüyor gibiyiz. Çıt kırıldım! Ey hayat! Hep mutlu olacağımızın sözü ile hayata merhaba demiş gibi mâğrûr ve gururluyuz. Ta ki bir kıymığın acısı ile yeri göğü inletene kadar. Hayat sadece biz mutlu olduğumuzda güzelse, acı, savaş, kıtlık salgın hastalıkların pençesinde olanlar için nasıldır? Hayat tek kişilik veya yakın çevremizdekilerle paylaşılan bir pasta ya da bir tatlı mıdır? Ekmek bile bulamayanlar ne yapacaklar o zaman? Biz yine mutlulukla ağımızdaki kekremsi tatla mutluluk oyunları oynayacağız.
Neyimize güveniyoruz?
Hayata donanımlı başlıyoruz öyle değil mi? Güzel bir şehirde, geleceği kurgulanmış ve 20 yıllık hayat planı yapılmış ve özel bir ortamda büyütülecek bir çiçek gibi. Teknoloji ile seviye atlamış, özel okul, özel servis, sitedeki konforlu evinin özel odasında, cebinde kredi kartları neye güveneceğini çok iyi bilen bir nesil yetiştiriyoruz! Bir şey olmaz, baksanıza her türlü sigortamız tamam; yangına, sele, depreme, doluya ve kadere karşı!
Olgunlaşmak için
Kömür madeni toprağın üst tabakasından çıkan bir yakıt türüdür. Ancak yıllar içinde toprağın altında türlü acılara ve eziyetlere katlandığı için değerleniyor ve biz adına elmas diyoruz. Elması en güzel yerlerde saklıyoruz. Ancak kömür olgunlaşamadığı için tekrar yanarak toprağa, havaya karışıyor. Acılar yaşayalım da olgunlaşalım demiyoruz elbette. Temennimiz hep güzel ve ulvi bir hayat için. Ancak insanı en güzel bir biçimde yarattık diyen yüce Allah’ın bizden ismimize layık bir hayat sürdürmemizi istediği için türlü türlü ceza, eziyet ve cefa veriyor. Her sıkıntı bizi güçlendirmek ve olgunlaştırmak içindir.
Belayı bal eğlemeli miyiz?
Geçenlerde yabancı kaynaklardan bilimsel bir yazı okumuştum: Pozitif düşünmeye zorlamanın sakıncası üzerine. Zaten bir şeyde zorlama varsa onun yararı olmayacağı kesindir. Pozitif düşünmek zorla kazanılacak bir davranış değildir. Biz bunun adına Polyannacılık diyoruz. Belaları, sıkıntıları insan hisseder ve bunu yaşar. O kişiye hadi şimdi pozitif düşün bu belayı bal eyle bakalım! Hemen çabucak! diyemeyiz. Koca bir lokmayı çiğnemeden, sindirmeden yemenin mideye büyük sıkıntılar açacağını biliyoruz. İnsan acıları mutlaka yaşar ama bu yaşantıdan bu deneyimden ders alarak çıkar. Eğer belalar yaşanacaksa yaşanır ama bal haline getirmek öyle her kulun da harcı değildir. Birden ilk basamaktan onuncu basamağa atlanmaz.
Peki sonuç
Hayat sigortamız mücadele ruhunun içinde gizlidir. Acılar ve türlü sıkıntılar adına ne dersek diyelim herkesin kendine has yaşaması gerekenlerdir. Tekâmül için gereklidir. Çocuklarımızı hayata hazırlarken onlara hiç sıkıntı yüzü görmeyecek şekilde hazırlayamayız. Bir istediklerini iki yapmamalıyız. Biz yetişkinler içinde geçerli bu söylediklerimiz. İhtiyaçtan fazlasını almaya başladığımız zaman hayat sigortamızı eritmeye başlarız. İstek, arzu ve aşırılıklarımızla mücadele etmeli çocuklarımıza da bu konuda örnek olmalıyız. Yakınlarımızın ölümünü bir bayram havası içinde veya ağıtlar yakarak kendimizi yerden yere vurarak karşılayalım demiyorum ama tefekkür edebilme yeteneğini elde edebilmeliyiz. Hayat sigortamız kazalara karşı para vererek yaptırdığımız sigorta poliçesinde değildir. Güçlenerek çıktığımız her sıkıntılı adım, yeni sıkıntılar için kuşanılmış bir hayat sigortasıdır.
İNSAN ÖMRÜ DEĞİL MİDİR SAVRULAN!
Bahar geldi, göçmen kuşlar geldi. Yaz yaz bitti; güz güz geldi. Artık göçmen kuşların dönüş vakti. Kırlangıçlar, sığırcıklar, turnalar, filamingolar. Önce telefon tellerine hep birlikte dizilecek ve içtima edecekler; sonra birbirlerini bekleyecekler. En son kuş da gelecek. Artık bütün kuşlar göç edecek. Kuşların da bir duygusu var. Onları kanat çırparken anlarsınız. İlkbaharda cıvıl cıvıl, yazın keyifli uçuşlar, güz gelince hüzünlenir; düşen sarı yapraklara selam olsun. Gökyüzünde bulutlar kararır, yağmur yağdıkça dereler bulanır. Rüzgar estikçe badi badi yürürsün yolda sokakta. Kuru bir yaprak çiğnenir ayak altında. Sanki yağmur değildir yağan, sanki bulut değildir kararan, sanki dere değildir bulanan, sanki rüzgar değildir, kuru yaprakları savuran. İnsan ömrü değil midir kuru bir yaprak gibi, rüzgarın önünde savrulan.
POZİTİF (+)
İsim koyarken
Zaman öze dönüş, yani aslımıza dönüş zamanıdır. Bunca zamandır kendi öz değerlerimizden kopmuşluğun getirdği yozlaşma, sadece inancımıza olduğu kadar aynı zamanda kültür ve geleneklerimize kadar zincirleme olarak sirayet etmiştir. En büyük yıkım inanç ve kültür yıkımıdır. İnsanı özünden kopartır ve toplumla manevi bağlar kurma yerine, toplumu batı özentisi birer taklitçi haline getirir. Ne yazık ki batı hayranlığını geleneksel medya ve internet batıcılığı körüklemektedir.
Türk kültüründe bir çocuğa isim koyarken bile önce kahramanlık göstermesi istenirmiş. Onunla anılsın onunla yaşasın, onunla onurlansın ve itibar görsün istenirmiş. Kahramanlık göstermeyenlerin adı adsızdır. Adsızlıktan kurtulmanın çaresi de kayda değer kahramanlıktır. Ya bir boğayı yenersin, ya bir küheylanı dizginlersin.
Küheylan derken çocuklarımızın geneli hayvanları severler. Kediler, köpekler, balıklar, kuşlar; kanaryalar, güvercinler, atlar, eşekler, kuzular ve daha niceleri. Onların da adları vardır. Onlara bizim aşina olduğumuz isimler ve lakaplar takılır. Tekir kedi, karabaş köpek, şimşek, hırçın, kınalı, kıvırcık, vakvak gibi. Kendimize ait kelime ve kavramlar kendi dilimizin ve kültürümüzün bize kazandırdığı bir değerlerdir. Delalet ettiği manayla anlam bulur ve onunla övünürüz. Kendi değerlerimizin yaşatılması elbette olumlu ve pozitif bir tututmdur. Doğrusu da budur.
Negatif (-)
Kristin, Jaklin, Corc vesaire
Zaman zaman küçük çocuklar hayvanat bahçelerine götürülür ve hayvanlarla tanıştırılır. Bazen çocuklar ata bindirilir. At sevdirilir... Atın bizim kültürümüzde apayrı bir yeri ve değeri vardır. At eğitim merkezine götürülen bir çocuk bindiği atın adını merak eder ve at eğiticisi seyise sorar. Bu beyaz atın adı var mıdır? Seyis bu beyaz atın adı Kristin der. Çocuk, Kristin'in alamı nedir der, Seyis anlamını bilmiyorum deyince çocuğun yüz ifadesi değişir. Elbette bir çocuğa, bir hayvana, bir eşyaya isim vereceksek bir anlamı olmalı. İsmiyle müsemma olmalı. Bir işe yaramalı. Türk kültürüne, değerlerimize aykırı olmamalı. Batıya özenti bizi birbirimizden kopartır. İnancımız, kültürümüz bizim milli değerlerimiz ve vatan sevgisiyle eşdeğerdir. Herşeyde batıya özenti içinde olmak olumsuz bir tutumdur. Daha baştan negatif bir değere düşmektir.
EVLİLİKTE EŞİTLEME VARDIR
Her zaman kelime, kavram ve deyimleri sayfamıza taşıyarak önce doğru iletişim kurmanın gayretini gösteriyoruz. Kullandığımız bir cümlenin önceki cümleyle bir bağı olduğu kadar, sonraki cümleyle de bir bağı vardır. Eşler eşit haklara sahip olabilir derken cinsiyet farkı gözeterek eşitlik aranmaya gidilirse kısır döngüye sebep olabilir. Erkeğin ihtiyaçlarıyla, önem verdiği şeyler erkeğinden farkılık gösteren hususlar olacaktır. Eşitlik bu durmda hiç bir işe yaramaz. Oysa eşitleme birbirini tamamlama demektir. Evliliğin özünde yatan da, sevgiyi koruyan da kaynaşmadır. “Tencere yuvarlanır kapağını bulur” sözü bizim kültürümüze aittir. Tencere de, kapak da birbirine eşit değildir. Ancak doğru işlev görebilmesi için birbirini tamamlaması ve birbirini eşitlemesi gerekir. Eşitlik (egalite) batı değerlerinde öne çıkan bir kavram olmasına karşın, doğu kültüründe bunun yerine adalet kavramı kaimdir. Esas olan da adalet kavramıdır.
Gülün hatırı var
Unutmayalım; “Gülü seven dikenine katlanır” sözü de bizim kültürümüzde büyük yeri vardır. Sevmek öyle bir erdemdir ki, sevdiğin kişinin hatalarını görmezlikten gelirsin. Sevdiğin kişinin hatırına sevmediğin ve kin duyduğun birine bile hoşgörü gösterebilirsin. Gülü koklarken dikeni batabilir ama, yine de gülü koklamaktan vazgeçemezsiniz. “Hatır için aç tavuk yenir” sözü de toplumumuzda sıkça söylenen ortalık bir sözdür ama ben bu sözü kullanmak istemem. Biraz da bu çıkara dayanan bir ilişkinin kapısını aralayabilir. Oysa gül koklamak dikenini katlanmak demektir. Dikkat etmemiz gereken de gülü incitmeden koklamaktır. Onun hatırını saymaktır. Gülü seviyorsan eğer gönülden seveceksin. Hayatta vazgeçemeyeceğimiz değerler vardır. Küçüklerimizi sevmek, büyüklerimize hürmet göstermektir. İnsanların iyi tarafından tutacaksın, kötü tarafı zamanla iyileşecektir. Belki de bu iyileşmeye sizin saygınız ve hoşgörünüz sebep olacaktır.