Futbol maçlarının televizyonlarda naklen yayınlanmasından kulüplerin bir kazanç elde etmesine yönelik düzenlemeler rekabetin artmasıyla birlikte kamu yayıncılığı tekelinin kırılması ve özel TV platformlarının ve kanallarının kurulmasıyla başladı tüm dünyada olduğu gibi bizim ülkemizde de.
Matematik biliminin belki de en güzel yanı dünyanın neresine giderseniz gidin, hangi çağda yaşarsanız yaşayın 2 ile 2’yi çarpınca 4 etmesidir. (Asla 3 de etmez 4 buçuk da) Buna determinizm deniyordu galiba. Yani bazı şeyleri değiştirmek biz fâniler için pek mümkün değil, mevcut şartlar altında en iyisini elde etmeye uğraşmak için gayret etmekle beraber, bizi kuşatan tabiat kanunları kadar; yasa, yönetmelik, tüzük vb. uygulamalara riayet ederek sonuç almak ideal çözüm olarak durmaktadır.
Futbol maçlarının televizyonlarda naklen yayınlanmasından kulüplerin bir kazanç elde etmesine yönelik düzenlemeler rekabetin artmasıyla birlikte kamu yayıncılığı tekelinin kırılması ve özel TV platformlarının ve kanallarının kurulmasıyla başladı tüm dünyada olduğu gibi bizim ülkemizde de.
1990’lı yıllarda biraz da gayr-ı kanuni şekilde önce Magic Box isimli ilk özel teşebbüsle başladı bu işten ekmek yemeye spor kulüplerimiz. O güne kadar TRT bırakın bir kuruş telif ücreti ödemeyi adeta derebeyi gibiydi yayıncılık âleminde. Devrin liberal görüşlü siyasi iktidarının en liberal aile fertleriyle, genç, hırslı ve makyevelist bir müteşebbisin birlikteliğinden (Özal&Uzan) yola çıkan yayıncılıktaki bu devrim otuz yıldır spor kulüplerinin temel finansman kaynağı olmayı başarmış durumda.
Naklen yayın havuzu denilen ve çeşitli ağırlıklarda fakat olabildiğine adil dağıtımı önceleyen bir sistem var artık spor naklen yayınları dünyasında. Bazı ülkeler getirdikleri çeşitli kriterlerle şampiyonluk sayılarına göre, bir önceki sezonu kaçıncı sırada bitirdiğine göre, maçlarının aldığı rating ve para ödeyenlerin kulüplere olan aidiyetine göre katsayılarla sezonluk olarak kulüplerimize bu nemayı/mamayı paylaştırıyor. (bizde bal tutan parmağını yalar faslından bir yüzde 5’de kasaya/TFF’ye kalıyor elbette).
Galatasaray’ın yeni seçilen ve genç başkanı ligde alınan kötü sonuçların faturasını kesecek yer ararken daha önce başka renkteki formalar terleten bazı yöneticilerin de tercih ettikleri bir argümanı devreye alıverdi. Bunda her ne kadar sonuç almak imkânsız bile olsa ne yapsın o da bunu zikretmeden durmadı ve havuz problemini gündeme getiriverdi daha öncekilerle birlikte sayarsak 1531’inci defa.
Oysa kayınpederi Faruk Bey’e sorsa “aman evladım bu cadde çıkmaz sokak” derdi muhtemelen Galatasaray ve Türk Futbolu’nun duayenlerinden olan beyefendi.
Aziz Yıldırım ve Ali Koç tarafından da buna benzer çıkışlar daha önceleri yapılmış ve gündeme getirilmiş bile olsa sonuç alınamadığını hep birlikte yaşadık ve gördük. Şimdi de Burak Başkan’ın yaşayarak öğrenme sırası geldi demek ki.
TBMM’den yasa olarak çıkartılan ve TFF’ye münhasıran pazarlama, satış, ödeme ve uygulama yetkisi veren madde TFF kanununda durduğu müddetçe de bu konuda kulüplerin bireysel davranması mümkün değildir. En fazla yapabileceği Anayasamızın 35. Maddesinde tanımlanan Mülkiyet Hakkı gereği maçlarını ihaleyi alan platformda yayınlatmamak olabilir ki o bile pek çok tartışmayı gündeme getirecek ve iyiden iyiye iş krize evrilecektir. Ülkenin içinden geçtiği şu kritik dönemde bir de naklen yayın havuz krizi kimsenin istediği bir şey olmasa gerektir.
TFF’nin yapısını tartışmak, MHK seçimlerindeki garabeti tartışmak, hakem kararlarını tartışmak, VAR Odası ile ilgili şaibeleri gündeme getirmek başka şeylerken olmayan bir havuz problemi üzerinden “yangın yapmak” bambaşka bir şeydir.
Haydi kalın sağlıcakla.