İlkay İngiliz Manchester City için, Hakan da İtalyan İnter için ter dökecekler. Ne mutlu Türküm diyene.
Çok değil şurada sayılı gün kaldı. Hayırlısı ile 10 Haziran akşamı İkitelli’deki Olimpiyat Stadı’nda 68. Şampiyonlar Ligi Kupası sahibini bulacak ya İtalyanlar ya da İngilizler bir sene boyunca Şampiyonlar Ligi Şampiyonu unvanını gururla taşıyacaklar. Formalarındaki kulüp armalarının üzerine bir yıldız daha ilave edecekler. İşte bu en büyük şovda iki Türk evladı da yer alacak; İlkay İngiliz Manchester City için, Hakan da İtalyan İnter için ter dökecekler. Ne mutlu Türküm diyene.
Bu evlatlarımızdan birisi Türk Milli takımını tercih etti, diğeri Alman Milli Takımını ama bizim için hiçbirisinin diğerinden farkı yok. Ne Mesut Özil farklıydı, ne Nuri Şahin, ne Erdal Keser farklıydı Ne Emre Can. Hepsinin başarıları ile gurur duyduk, onlarla sevindik, onlarla üzüldük yıllardır.
Burada aslında laboratuvar ortamında bir gerçekle de karşı karşıyayız. Biz Türkler yetenek olarak dünyadaki diğer milletlerden hiç farksız şekilde bir gen havuzuna sahibiz. Her işte, her sporda, her girişimde, her türlü aktivitede baştan bir sıfır mağlup başlamıyoruz maça. Herkes gibi eşit şartlardayız. Bizi diğer milletlerden başarı kıstası ile ayıran temel özellik; sürdürülebilir bir yapı kuramamamız ve başarıların gayet seyrek ve selektif olması. Yani organizasyon kurma ve idame ettirme konusunda evrensel standartlarda iş üretemiyoruz belki de genetik kodlarımızda bu eksiktir.
Her ne kadar onlarca devlet kurmuş, batırmış, koskoca imparatorluklar tesis etmişsek de şimdilerde dünya standardında alt yapı-üst yapı geçirgenliği olan sportif organizasyonlar kurma ve bunlardan ürünler istihsal etme konusunda maalesef oldukça gerideyiz.
Gönül ister ki onlarca, yüzlerce Türk çocuğu her türlü sportif aktivitede ya bireysel olarak, ya da görev yaptığı takımın en kıymetli dişlisi olarak yer alsın, spor bizden sorulsun, başarı bizim tekelimizde olsun.
Neyse hem Hakan hem de İlkay üst düzey sporcular yıllardır. Alman disiplini ile asil Türk kanı birleşince ortaya çıkan güzel ürünlerden ikisi olarak uzuun zamandır dünya futbolunda yer alıyorlar. İnsan diyor ki ahh şu işletmeciliği öğrensek, Ülkemize tesis etsek de bu çocukları biz buralarda yetiştirip dünyaya ihraç etsek.
Arda Turan yüzde 100 bu topraklarda yetiştirip dünya futboluna gönderdiğimiz en üst düzey futbolcu olarak gönlümüzdeki mutena yerini koruyor. Şimdilerde gene başka bir Arda (Güler) belki de Türk futbolunun en büyük gururu olarak Dünya piyasalarına çıkmak için hazırlanıyor. Bir neslin doğan erkek çocuklarına Ardaların ismini vermesi gibi trendlere sebep olacak yetenekte yeni-yeni evlatlarımızın sayısının artması için ne yapmamız gerekiyorsa bunu bulmak, bilmek ve yapılır hâle getirmek de Devlet-i Âli Türkî’nin devlet adamlarına düşse gerektir (Futbol Şurası ile başlayabiliriz).
2005 senesinde de bizim Atatürk Olimpiyat Stadı’mız gene Şampiyonlar Ligi Finali’ne ev sahipliği yapmıştı. Liverpool-Milan maçı unutulmaz bir final olarak tarihe geçti. Şimdi umuyor ve diliyoruz ki bu final de hem iki Türk evladı için hem de dünya futbolu için unutulmaz olsun.
Ne mutlu Türküm diyene.