Bugün Alevi genel adı altında tanımlanan zümreler için büyük bir tarihi ve menkıbevi yere sahip olan ve Bektaşi Tarikatı'na müntesip olanlar için pîr mertebesinde olan Hünkâr Hacı Bektaş-ı Velî'yi anlatmaya çalışacağım.

Bugün Alevi genel adı altında tanımlanan zümreler için büyük bir tarihi ve menkıbevi yere sahip olan ve Bektaşi Tarikatı’na müntesip olanlar için pîr mertebesinde olan Hünkâr Hacı Bektaş-ı Velî'yi anlatmaya çalışacağım. Burada tekrar ediyorum ki, bu konulardaki arşiv bilgileri ve belgeleri üzerinde farklı görüşler geliştirilmektedir. Tarihçilerin farklı yöntem ve dünya görüşleri ile ele aldıkları yorumlar arasında ciddi farklar bulunmaktadır. Ben elimden geldiğince, bütün tarihçileri ortak kabul ettikleri gerçekler üzerinden kendi yorumlarımı yapmaya çalışacağım.

HACI BEKTAŞ-I VELİ KİMDİR?

Türkiye’de Alevilik denince ilk akla gelen isim Hünkâr Hacı Bektaş Veli’dir. Kendi menakıbnamesine göre hem Horasan hükümdarlarından birinin oğlu – yani bir Şehzade- hem de soyu Hz. Hüseyin Efendimize uzanan bir Seyyid’dir. Bu bilgilerin ne derece doğru olduğu tartışılır. Ancak farklı Bektaşi dervişlerinin yazdıklarından ve yine farklı Bektaşi ulularının menakıbnamelerinden elde edilen bilgilere göre kısa bir özgeçmiş verelim.

Hacı Bektaş-ı Velî Horasan Melametîliğinin önde gelen temsilcilerinden Hâce Yusuf-u Hemedani'nin öğrencisi Hoca Ahmed Yesevi adına ve onun öğretilerine bağlı olarak kurulmuş olan Yesevî Tarikâtı’nın Anadolu'daki en faal uygulayıcısı konumunda olan ve 13. yüzyıl Anadolu'sunun İslâmlaşma sürecine önemli katkılarda bulunarak adını “Horasan Erenleri” olarak anılan şahsiyetler arasına yazdıran Türkmen asıllı bir tasavvuf büyüğüdür. Adına kurulan Bektaşi Tarikatı 16. yüzyılda Balım Sultan önderliğinde kurumsallaşmış ve Osmanlı Devleti’nin resmi tarikatlarından biri olmuştur. (Bektaşilik Yeniçeri Ocağı’nın tarikatıydı ve kurumsallaşma öncesinde Balkanlardaki akıncı aileleri arasında da Hacı Bektaş Halifelerinin ciddi bir etkisi vardı.)

Alevi ocaklarının ve onların dayandığı menakıbnamelerin çoğuna göre Hacı Bektaş-ı Veli Lokman Parende'den ilk eğitimi almış ve Hoca Ahmed Yesevî'nin öğretilerini takip etmişti. Bundan dolayı Yesevi'nin halifesi olarak kabul edilmektedir. Anadolu'ya geldikten sonra kısa zamanda tanınarak kıymetli talebeler yetiştirdi. Yine bu referanslara göre Hacı Bektaş-ı Velî Osmanlı Devleti'nin kuruluş devrinde Anadolu'da sosyal yapının gelişmesinde önemli katkılarda bulunmuştur.

Hayatının büyük bir kısmını Sulucakarahöyük’te (bu günkü Nevşehir’in Hacıbektaş İlçesi) geçiren Hacı Bektâş Veli, ömrünü de burada tamamlamıştır. Mezarı da, bu yüzden, Nevşehir iline bağlı Hacıbektaş ilçesinde bulunmaktadır.

HACI BEKTAŞİ VELİ SÜNNİ MİYDİ? HANGİ TARİKATLA BAĞLANTILIYDI?

Bazı yazarlara göre Hacı Bektaş-ı Veli bugün Ortodoks tarikatlar olarak bilinen Nakşibendiler veya Kadiriler gibi bir dini yoruma sahip Sünni bir şeyhti. Bunun dayanağı olarak – özellikle Nakşibendi çevrelerinde- Hâce Yusuf-ı Hemedani bağlantısı öne çıkarılır. Bilindiği üzere Nakşibendiliğin içinden çıktığı ve Orta Asya Türk çevrelerinde yaygın bir kitleye sahip olan Hâcegân Yolu’nun temel ilkelerini koyan ve kurumsallaştıran Abdülhalık-ı Gucdevânî de Hâce Yusuf-u Hemedâni’nin öğrencisidir. Bu görüş bugünkü Bektaşi ve Alevilere baktığımızda, onların din yorumunu ve süreklerini incelediğimizde pek gerçekçi gelmemektedir. Tarihsel olarak da, Nakşibendiliğin geçirdiği evrelere baktığımızda aslında Orta Asya Türk geleneğinin melâmilikle evliliğinden doğan Hacegân yolunun zaman içinde Hint alt kıtasında (İmam-ı Rabbani etkisi) ve daha sonra da Kuzey Irak’ta (Mevlana Halid-i Bağdadi Etkisi) daha muhafazakârlaşıp ortodoks bir tarikat yapılanmasına dönüştüğünü gözlemlemekteyiz.

Bazı yazarlar ise Baba İlyas-ı Horasani’nin torunu Elvan Çelebi’nin Menâkıbü’l-Kudsiyye adlı menkıbevî aile tarihi ile Elvan Çelebi’nin torunu olan Âşıkpaşazâde’nin Tevârîh- i Âl-i Osmân adlı eserine atıf yaparak Hacı Bektâş-ı Veli’nin Baba İlyas-ı Horasani’nin halifeler inden biri olduğunu ileri sürerler. Bu anlamda Hacı Bektaşi Veli bir heterodoks Vefâi dervişidir. Hacı Bektaş’ın kardeşi Menteş’in Babai İsyanı’na katıldığı ancak Hacı Bektaş’ın katılmadığı, isyanın bastırılmasından sonra da Babailerden kalanların bir kısmının Hacı Bektaş’ın liderliğinde yeniden örgütlendiği söylenir.

Üçüncü bir kısım yazarlar ise Hacı Bektaş’ın – yine başta Âşıkpaşazâde Tarihi’nde geçen bilgilere dayanarak saçını, sakalını ve kaşını tıraş eden buna mukabil kallâvi bıyıklar bırakan, münzevi bir Haydari dervişi olduğu yolunda görüş beyan ederler. Bunlara göre, Hacı Bektaş-ı Veli Yesevigeleneğinden gelen ve Kalenderiliğin Türklere has bir kolunu kuran Kutbettin Hayder’inhalifelerin den biridir. Daha önceki yazılarımda belirttiğim gibi Haydari – Kalenderilerin sürekleri ile bugünkü Alevi ve Bektaşilerin sürekleri arasında büyük ortaklıklar vardır.

Son kısım yazarlar ise Hacı Bektaş-ı Veli’nin Anadolu’nun kadim halklarından Luvilerin soyundan geldiğini, başta Hacı Bektaş-ı Veli olmak üzere bütün Alevi ulularının panteist ve pagan Luvi inancını uzun yüzyıllar boyunca korumaya çalıştığını, Alevilerin ne Türk ne de Müslüman olduğunu savunurlar. Bu fikri ortaya atan kişinin, Koçgiri aşiretinden (Cumhuriyete karşı İngiliz desteğiyle başlatılan isyana ismini veren Zaza Koçgiri aşireti) olması ve marjinal sosyalist bir düşünce geleneğinden gelmesi de bu iddianın hangi siyasi amaçlara karşılık geldiğinin göstergesi olabilir. Bu kısım yazarlar memlekette ne kadar Alevi Dedesi ve Bektaşi Babası varsa, onları, bilerek veya bilmeyerek Türk İslam sentezci ve sünnileşmiş olmakla itham ederler. Çakır’ın dediği gibi: Ne güzel İstanbul be!

Bu anlamda karşımızda Hacı Bektaş-ı Veli profili üç temel noktaya işaret etmektedir: Birincisi Seyyid’dir, yani Hz. Hüseyin Efendimizin soyundan gelir. İkincisi soylu bir Türk ailesine mensuptur, buna bağlı olarak, muhtemelen o devirdeki Türklerin çoğu göçebe veya yarı göçebe oldukları için, boy beyi veya beyzadedir. Üçüncüsü Babai İsyanına karışmıştır. Seyyid olması, bütün benzeri tasavvuf büyüklerinin menkıbelerinde olduğu gibi, sonradan uydurulmuş olabilir. Yine de en iyisini Allah bilir. Bu iddianın bir benzeri Şah İsmail için de söylenmiştir. Hatta bugün aktif siyasetimizin önemli şahsiyetlerinden Sayın Kılıçdaroğlu’nun da (Dede soyundan geldiği için silsilesi Hz. Hüseyin Efendimiz’e uzatılır, DMD.) Seyyid olduğu söylenmektedir.

Kendi menakıbnamesine göre, Hünkâr Hacı Bektaş-ı Veli Horasan hükümdarlarından birinin oğludur. O döneme baktığımızda Horasan’da Harezmşahlar Devleti bulunmaktaydı. Bu anlamda, Hacı Bektaş’ın Harezmşahlar hanedan ailesinden olduğu iddia edilmektedir. Ancak bunun tarihi bir geçerliliği olması çok şüphelidir. Bilindiği gibi Moğol İstilası ile birlikte birçok Oğuz Boyu ya kendi başlarına ya da Celâlettin Harzemşah’la birlikte İran, Azerbaycan ve Anadolu havalisine göç etmişlerdi. Buradan hareketle, eğer Hacı Bektaş’ın hükümdar oğlu olduğu iddiası doğruysa, Moğollardan kaçan Türkmen boylarından birinin boy beyi veya beyzadesi olma ihtimali yüksektir. Dede Garkın örneğinde olduğu gibi, yeni Müslüman olmuş Türkmen boylarında bazen boy beyi aynı zamanda manevi rehber de olmaktaydı. Yine de, bütün bu bilgiler, zaman içinde kulaktan kulağa aktarılmış ve efsaneleştirilmiş rivayetlerin yazıya dökülmüş hali olan menakıpnamelerden elde edilmektedir. Bu yüzden, bu olguların birer ihtimal olduğunu unutmayalım.

Hacı Bektaş-ı Veli’nin tasavvufi aidiyeti olarak başta kendisininki olmak üzere çoğu menakıpnamelere göre Ahmed-i Yesevi ile bir bağlantısı vardır. Elvan Çelebi ve Aşıkpaşazade’ye göre ise Baba İlyas halifelerindendir. İki önceki yazımda bahsettiğim gibi Babai Hareketi Vefai tarikatı merkezli olmakla birlikte, Selçuklu Devleti’ne isyan ettiklerinde bir siyasi ve toplumsal harekete dönüşmüştü. Bu harekete sadece Vefai dervişleri değil, bir çok göçebe Türkmen boyu, Haydari dervişleri gibi mevcut toplumsal ve iktisadi şartlardan memnun olmayan kitleler de katılmıştı. Burada şu sonuca varabiliriz: Hacı Bektaş-ı Veli aynı zamanda hem Yesevi ya da Haydari olup hem de Babai Hareketi çevresinde olmuş olabilir. İçinde demiyorum, çünkü menakıbnamelerin hepsinde Babai İsyanı’nın içinde aktif olarak yer alan kişinin Hacı Bektaş’ın kardeşi Menteş olduğu, kendisinin isyana katılmadığı anlatılır. Ancak dini ve manevi bir rehber olarak isyan sonrası Babai Hareketi’nden kalanları Sulucakarahöyük’te yeniden örgütlediği iddia edilir.

Hacı Bektaş-ı Veli zamanında bir Sünni – Alevi ayrışması yoktu. Var olan çatışma kurulu devlet düzeninin dayandığı yerleşik tarım ekonomisi ile göçebe ekonomisi arasındaki çelişkiden kaynaklanmaktaydı. Dolayısıyla Hacı Bektaş-ı Veli’nin Sünni olup olmadığı tartışma konusu olmamalıdır. Ancak, en son Diyanet Vakfı tarafından yayınlanan ve Ulusoy Ailesinin (Hacı Bektaş’ın soyundan geldiklerini iddia eden Çelebi ailesi) arşivinden 13’üncü yüzyıl Türkçesi ile yazıldığı düşünülen Makalat adlı eserinde, Hacı Bektaş-ı Veli’nin çok temiz bir tasavvufi İslam anlayışına sahipolduğu, tarikâtının erkânını (süreğini) açık ve net bir şekilde açıkladığı görülmektedir. Buradan benim edindiğim intiba, o dönemde daha Sünni – Alevi, Heterodoks – Ortodoks farklılaşmasının oluşmadığıdır. Osmanlı Devleti’nin kurumsallaşması ile tam anlamıyla bir tarikat kisvesine kavuşan Bektaşilik’le Hacı Bektaş’ın kendi Makalât’ında anlattıkları arasında bir bağ olmakla birlikte, daha o dönemde bizim bildiğimiz anlamda bir Bektaşi Tarikatının olmadığı anlaşılabilmektedir.

Pekiyi, Bektaşilik nasıl kurumsallaştı? Diğer Alevi ocaklarından nasıl farklılaştı? Bu da Cuma’ya kalsın…