Bu zamanlamaya doğrusu Sudan uzmanları pek değinmiyor, "neden şimdi" sorusu onlar için anlamsız.
Sudan’daki karışıklıkların başlamasının üzerinden yaklaşık bir hafta geçti. Bu yazı kaleme alınırken uluslararası toplum ve 2011’den sonra para, fonlar, maden çıkartma ve işletme hakları ve silahlı taraflara verilen destek üzerinden Sudan’ı şekillendirmeye çalışanlar ülkeden vatandaşlarını tahliye etme, askerlerini kurtarma, yatırımlarıyla ilgili gerekli garantiyi alma derdine düşmüştü. Bu tablo ve çatışmaların hem Hartum’da sürmesi hem Sudan’ın batısı Çad sınırına kaçaklar ve mülteciler üzerinden ulaşması gelecekle ilgili çok ümit var olmamızı engelliyor. Zaten bu hafta içerisinde uluslararası basını süsleyen Sudan ve HDK (Hızlı Destek Kuvvetleri) analizleri, andıkları senaryolar arasında hiç olumlu bir senaryoya yer vermiyor, kötü-daha kötü-en kötü senaryolar ne olur diye soruluyor. Geçen hafta Mısır-Türkiye ilişkilerini ele aldığımız yazımızda Kuzey Afrika ve Orta Doğu’da bölgesel aktörlerin 2011 Arap Baharı ile açılan bölgesel güç mücadelesi parantezini kapatmak istediklerini söylemiştik. Bunu yazdığımız gün, Yemen ve Libya’da normale geçişin tartışılmaya başlandığı günlerde parantezin içerisinde kapanamayan Doğu Afrika parantezi Sudan üzerinden kendisini hatırlattı.
Bu zamanlamaya doğrusu Sudan uzmanları pek değinmiyor, “neden şimdi” sorusu onlar için anlamsız. Onlar, beklenen ve korkulan günlerin (bölünme, iç savaş, bir grubun diğerini tamamen tasviye ettiği kanlı sürgün saatlerinin) geldiğini düşünüyorlar. Onlara göre, Sudan, Doğu Afrika’nın bu büyük ülkesi, Hint, Arap ve Afrika nüfus ve ideolojilerinin karşılaştığı bu mangolar diyarı, Afrika ticaretinin ruhunu geçmişinde taşıyan bugünün altın madenlerinin zengin toprakları, Nil ve Kızıl Deniz arasında yatan bu güzel ülke generallerin sofrada tuzluk-biberlik kaydırır gibi darbe yapabildiği, güç devşirebildiği, güçten düştüğü bir yer. Yine de yani kimse için bugün Sudan Silahlı Kuvvetleri (SSK) ve HDK arasındaki mücadele sürpriz değilse bile “neden şimdi” sorusu bence sorulması gereken bir soru zira bugün SSK ve HDK arasındaki mücadele sadece iki generalin Sudan’ın 1. Adamı olmak için kapışması olarak görülemez. Çünkü bugün bu iki adam (El Burhan ve Dagalo/Hamidti) ve bu adamları destekleyen güçler arasındaki çatışmanın kökleri başka bir meseleye doğru uzanıyor.
Riyad ve Abu Dabi’nin Doğu Afrika Macerası
Bu mesele, Arap Baharı sonrası Ortadoğu ve Kuzey Afrika’nın her anlamda bir mücadele sahası, bir militan devşirilme sahası haline getirilmesi ve bu militanları bölgede süren vekalet savaşlarında ucuz iş gücü olarak, bu arada ülkenin servetinin bölgeyi nüfus alanı olarak gören aktörlerin elinde bir sigorta gibi tutulması süreci ile yakından ilişkili. Bilindiği gibi Arap Baharı ile başlayan süreç Kuzey Afrika ve Levant’ta rejimlerin en önemli rakibini Müslüman Kardeşleri (MK) iktidara taşıyabilirdi. Aynı günlerde Ömer El Beşir, bir yandan Güney Sudan’ın kaybı ile yaşadığı maddi kaybı telafi etmek, bir yandan rejim güvenliği sorununda nefes almak ve baskı gördüğü Darfur krizinde üzerindeki baskıyı hafifletmek için para, yatırım ve insan kaynağı açısından bölgedeki kabiliyetli devletlere bakmak, onların desteğini almak ihtiyacını hissediyordu. Mısır ve Libya’daki değişimin nereye doğru evrilebileceğini o günlerde çok kestiremeyen El Beşir yönetimi önce İran, Katar, Türkiye hattına dümeni kırdı, sonra bölgedeki gelişmelere pareler olarak ve Körfez, İran-MK-Türkiye ile yakınlık meselesi üzerinde bölündükçe BAE ve Suudi Arabistan’dan daha fazla destek bekleyen bir pozisyona geldi.
BAE ve Suudi Arabistan, Doğu Afrika’nın hem Somali-Yemen hattından Körfez güç mücadelesinde hem Çad-Libya- Mısır üçgeni üzerinden Kuzey Afrika-Akdeniz mücadelesinde bir stratejik derinlik alanı olduğunu ilk keşfedenlerdendi. Ayrıca askerî açıdan ve söylem açısından daha etkili rakipleri (Yemen’de İran, Libya’da Türkiye) karşısında insan ve para yutan bu savaşlara Doğu Afrika’daki milis güçleri entegre etmek işlerine geliyordu, HDK bu iki başkent için adeta sözleşmeli çalışır hale geldi. Doğu Afrika üzerinden sahip oldukları nüfus ayrıca bölgeyi basit bir rekabet denklemi üzerinden okuyan ABD, Rusya ve İsrail karşısında, Riyad ve Abu Dabi’nin pazarlık güçlerini de artırabilecekti. Gerçi El Beşir, parti ve rejim içerisindeki ideolojik yakınlık nedeniyle Katar’a bakmaktan hiç vaz geçmedi, rejimin güvenliği açısından özel iltimaslarla koruduğu Cancavid milislerine dayalı HDK ve Hamidti üzerinde var olan Suudi etkisini ve giderek artan BAE etkisini de yadsıyamadı. Ki Beşir’in sonunu da bu gelgitleri getirdi zaten. 2017 Katar ambargosuna taraf olmayı reddedince Riyad ve Abu Dabi, Beşir’i yeterince güvenilir bulmadılar. Silahlı kuvvetler içerisinde etkili ve 1 numara olmaya hevesli Burhan ve rejimin güya koruyucusu Hamidti’ye ulaşıldı ve Beşir Ordu ve HDK’nın işbirliği ile devrildi.
Sonu Gelmez Geçiş Dönemi İstikrarsızlığı
Sonrasında Sudan’ın bitmez tükenmez geçiş dönemi spekülasyonlarına battığını görüyoruz. Açıktan Riyad ve Abu Dabi askeri yönetimden sivil yönetime geçişi destekler görünüyorlardı, komisyonlardan sonra komisyonlar kuruldu, toplantılardan sonra toplantılar yapıldı. Geçiş dönemini kolaylaştırmak için Quad ve Troyka (Norveç, Suudi Arabistan, BAE, ABD ve Birleşik Krallık) açıklama üstüne açıklama yaptı. ABD, sivil yönetime geçişi, BAE aracılığıyla İsrail’le normalleşen Sudan’ın ABD menşeili yardıma kavuşması için şart olarak ortaya koydu. Mısır da Sisi yönetimi bu geçiş dönemi konuşmalarını kendi cüssesini göstermek için fırsat olarak gördü. Sonuçta bu alemde kiminin parası, kiminin duası. Kahire’nin duası “Allahım sınırlarımda Cancavid milislerine dayalı her hangi bir kuvvet olmasın” yönündeydi. Dolayısıyla Mısır, Sudan Ordusunu ihya etmeyi görev saydı. Bu arada Kahire, Riyad ve Abu Dabi, ordunun ne kadar önemli, istikrar için ne kadar gerekli olduğunu, kendilerinin de Sudan ordusu ve geleceği için vazgeçilmez olduğunu ilan etme yarışı içerisinde -tabi hedeflerinin- bu kadar ordu övgüsünden sonra sivil yönetime geçiş olduğunu duyuruyorlardı. Zaten Burhan tüm bu geçiş komisyonlarında en önemli adamdı ve 2021’de artık bu sivil yönetime geçiş konuşmalarını- üstelik Hamidti’ye bağlı güçler diş gösterirken, altın madenleri üzerinde kontrollerini artırmışken ve Hamidti’nin finansal işleri Dubai üzerinden yürütülürken- daha fazla duymak istemediğine karar verdi. Sudan’da bir küçük darbe daha olmuştu böylece ve Burhan güvenlik sektörü reformu talep edecek otoriteydi artık.
Bu reform, en basit ifade ile HDK’nın SSK’ya katılması, Hamidti’nin de Burhan’ın emri altına girmesi demek oluyordu. Uzmanlara göre aralarında bir emir-komuta birliği olmayan bu iki silahlı yapının bir komuta altına, SSK altına girmesi çok güçtü. Demek ki bu konuda Kahire, Riyad ve Abu Dabi arasında bir fikir birliği de yoktu. ABD ve Rusya- ki Sudan hem Wagner güçleri hem de Port Sudan dolayısıyla Moskova’nın ilgi alanıydı- mücadelesi Burhan ve Hamidti arasında gerçek bir bölünme ve ya tasviye kararı çıkmasını sağlamamıştı. Ve demek hala Hamidti’nin kuvvetlerinin ve kendisinin Doğu Afrika jeopolitiğinde faydalı olduğu düşünülüyordu.
2023’de Gelinen Nokta
Son çatışmaların başladığı nokta tam da bu, güvenlik sektörü reformu. Zaten bu reform yapılmadıkça -yani ordu birliği sağlanmadıkça- askeri yönetimden sivil yönetime geçiş de mümkün gözükmüyor. Bir uzman diyor ki Sudan’dan herkes bir şey istiyor ama Sudanlılar için Sudan’a angajman gerçekleştiren kimse yok. Türkiye’nin resmi açıklamaları bu boşluğu dolduruyor aslında. Ankara şu anda bölgesel rekabetin Sudan üzerinden alevlenmesini istemiyor elbette, bölgeselleşen dolayısıyla Çad, Libya, Etiyopya ve Mısır’ı istikrarsızlaştıracak bir çatışma dalgası görmeyi de arzu etmiyor, bunun yanında yatırım yaptığı Sudan halkının ve Sudan’ın istikrara kavuşmasını da samimiyetle istiyor. Bu yüzden dengeli tarafsız bir pozisyonda sağduyu çağrısı yapıyor.
Olayın tarihsel sürecine bakıldığında ise insan iki şeyi merak etmeden duramıyor. İlk soruyu, yazımızın başında sorduk. Neden şimdi. Bu soruya cevap ararken Sudan sahasında tarafları destekleyen aktörlerin başka gündemlere yelken açmasının yarattığı fırsatı iki rakip generalin değerlendirdiği seçeneği ön plana çıkıyor. Bu seçenek bir yönüyle anlaşılabilir. Sonuçta Avrupalılar ve Rusya- özelde de Wagner grubu-Ukrayna Savaşı ile meşgul. ABD’nin öncelik noktası Ortadoğu gibi gözükmüyor. İsrail, İran faktöründen başka bir şey düşünmüyor. Suudi Arabistan otonomisini artırma derdinde. BAE, Riyad’ın ne kadar önde olduğunu kolluyor. Türkiye, bölgesel rakipleriyle normalleşme süreci içinde. Hatta herkes herkes ile normalleşiyor. Tunus olumsuz, Libya olumlu bir geçiş süreci içerisinde. Bu süreçler sona erdiğinde belli aktörlerin hareket alanı bugünkü kadar geniş olmayabilir. Ancak bu açıklamalar şu yönden tatmin edici olmaktan uzak: bölge rekabet parantezini kapatmaya çalışırken ve ABD ile Rusya Doğu Afrika üzerinden bölgeye bakmak zorunda kalmak istemezken neden iç savaş ve bölgesel/küresel vekalet savaşı senaryolarını beraberinde getirecek bir çatışma silsilesinin bugün alevlenmesine izin verildi. İkinci soru birinci soru ile bağlantılı: Sudan ordusunu inşa ettiğini ve HDK’yı kontrol altında tuttuğunu iddia eden aktörlerin elinden olayların kontrolü nasıl kayabilir. Mesele sadece Burhan ve Hamidti’ye ulaşma meselesi değil, çatışma dediğiniz maliyet demektir ve finansal destek olmadan -ticaret kontrol edilmeden kolay kolay sürdürülemez. Öyleyse soruyu soralım: Bölgede finansal girdi-çıktıyı kontrol edebilen aktörler neden bir uzlaşı masası oluşturamıyorlar da sadece muhtemelen bozulacak bir ateşkes ancak elde edilebiliyor. Bu sorunun cevabını vermek çok kolay değil ve tam kimin hangi pozisyonda durduğunu anlamak için biraz toz-dumanın kalkması beklemek lazım.