Görgü kuralları yetişirken ailede anne ve babamızdan ve diğer büyüklerimizden gördüklerimizden öğrendiğimiz bir takım toplum içinde sayılmak, sevilmek için oluşmuş kuralladır.

Allah gördüklerimizden ayırmasın der eskiler. Adap, usul, erkân hepsi görgü kuralları olarak bilinir. Görgü kuralları yetişirken ailede anne ve babamızdan ve diğer büyüklerimizden gördüklerimizden öğrendiğimiz bir takım toplum içinde sayılmak, sevilmek için oluşmuş kuralladır. Bizim Türk aile yapısının en temel konularından biridir görgü dediğimiz unsur. Özellikle kız alıp verirken en çok dikkat edilen hususlardandır. Ailelerin görgülerinin birbirine uyması, benzer görgü ile yetişmiş olan kişilerin birbirleri ile daha rahat edeceği düşünülür. Arkadaş edinilirken daha küçük yaşlardan itibaren anne ve babamızın en dikkat ettiği şeylerdir. Görgü kuralları uyarı aldığımız ayrıntılar olmuştur hayatlarımızda. Temel olarak ailelerin görgüleri olduğu gibi ailelerden oluşan milletlerin de kendine has görgüleri vardır.

El öpme adeti

Türk milleti belki bu konuda en hassas en dikkatli milletlerden biriydi yüzyılın başlarına kadar. Özellikle de büyüklerin yanında oturup kalkmak, selamlamak ve yaşımızdan büyüklere hürmet etmek çok önem verilen bir görgü kuralıydı. El öpmek ve başa koymak bir tek bizim milletimizde olan bir uygulamaydı. Hala var. Ama çok da azaldığını görüyorum. Yaşı elliyi geçmiş olanlar bilir; yaşça teyze, amca diyebileceğimiz bizden büyük kişilerin elleri öpülürdü. Bu aslında millet olarak ihtiyar yani tecrübe edinmiş bilen kişiye gösterilen bir hürmettir. Bilgeliğe bir atıftı. Ancak şimdi gençlerde neredeyse bu haslet kalmadı gibi bir şey. Yaşlı birini gördüklerinde cin çarpmışa dönen gençleri görünce şaşırıyorum. Biraz bizim yaşıtlarımızdakiler de ‘efendim ben yaşlı mıyım’ deyip olayı kapatmak istediklerinden de el öpme adeti rafa kalkıyor.

Ailede görgü

Her şey ailede görülür. Sonradan öğrenilen şeyler eğreti duruyor. Herkeste böyle oluyor demek istemiyorum ama ağaç yaşken eğilir lafı da boşuna değil. Ailede edinilen güzel hasletler kişilik oluşurken içselleştirilebiliyor. Ancak sonradan öğretilen bir takım nezaket kuralları, edinilmemiş alışkanlıklara ancak tak, çıkart mantığı ile monte edilebiliyor. Üstelik eşlerden her ikisi farklı görgüler içinde yetişmişse kendi çocuklarında da ortak bir görgü teşekkül etmeyebiliyor ve bu ailede sorun olabiliyor. Zaten davul bile dengi dengine denmesi de bu yüzden. Malum piyasada bazı görgü veya nezaket kursları var. Çatal, kaşık, bıçak nereye konur, masada erkek nereye oturur, kadın nereye oturur gibi batıdan alınma hatta adına leydilik okulu dedikleri bir ara Yeşilçam filmlerinde bile işlenen konular bu kurslarda veriliyor. Sonradan görgü sonradan görme olur. Bizim geleneklerimizdeki görgü kuralları yapmacık izler taşımaz. Doğal kendiliğinden oluşmuş insanı ve bilgeliği merkeze alan ahlak esaslı görgülerdir. Ailenin devamı, huzuru, birlikteliğinin güçlenmesi ekseninde oluşmuş görgülerdir bunlar.

Utanma duygusunu unuttuk

Dışarıda tanıştığınız insanları; işte, arkadaşlıkta, seyahatte çok fazla anlayamazsınız. Bazen ne kadar kibar, edepli dediğiniz kişinin zamanla nasıl da görgüsüz biri olduğunu fark ettiğinizde şaşırırsınız. Evler kişilerin aynasıdır. Eşya ve insan arasında kurduğu denge, kişinin görgüsünü aslında çok bariz bir şekilde ortaya koyar. Sade, naif, temiz görüntüsü ve konuşmasındaki letafet ile insanlar üzerinde bir tesir uyandıran o eski görgü timsali insanları bulmak çok zorlaştı. Görgülü insan başkasının hayatına özenmez. Oysa günümüzde herkes ya birilerine özeniyor ya da kendisini birilerine göstermek için kendini paralıyor. Bugün şu sosyal medyada herkes varını yoğunu göstererek görgüsüzlüğünü ortaya koyuyor. Evine aldığı yeni eşyadan tutun da henüz karnında olan bebeğin ultrason filmini telefonda paylaşacak kadar görgümüzü kaybetmiş haldeyiz. Eski fotoğraflarda, gözlerdeki kaçamak ve utangaç bakışları görebiliyorsunuz. Utancımızı mı kaybettik? İşte bu soruya cevap verebilmek için görgümüzü günümüz şartlarında yeniden ortaya koyarak modelleme ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum.

MANİPÜLASYONUN BEDELİ

Aylardır hatta daha da fazlasını söyleyeyim yaz aylarında Avrupa’da yaşayan tanıdığım bir iki kişiden dahi Türkiye’de sene sonuna doğru dövizin yükseleceği ile ilgili laflar duyuyor ama anlam veremiyordum. Şu son haftalarda yaşadıklarımızı düşününce nerden biliyorlardı diyorum. Bu cepte dursun. Öte yandan fısıltı gazetesi başta olmak üzere her taraftan sürekli Türk lirasının dolar karşısında büyük değer kaybedeceği yönünde esen laflar dolaştı. Evet! Döviz yükseldi de. İnsanlar bu laflara güvenip ev dahi satıp döviz almışlar. Kredi çekip döviz almışlar. İnsanlara kumar oynatan bu manipülasyoncu zihniyet cezalandırılması gerekiyor, ama nasıl. Başta siyasetçilerin kendileri utanmadan arlanmadan korku, felaket senaryoları uydurup, insanların zaaflarıyla oynuyorlar. Milletvekilini nasıl cezalandıracaksın. Dokunulmazlıkları var. Milletvekili milletini düşünmüyorsa vebal almaktan korkmuyorsa bu haberleri alıp manşetlerine taşıya taşıya, televizyonlarda göstere göstere korku, panik salanları neye göre cezalandıracaksın. İnsanda Allah korkusu olacak. Tabi bir de namus.

GÖLGELERLE YAŞAR İNSAN

Gölgelerle yaşar insan; kendisine bir barışık bir yabancı. Bulut, yeryüzü bana gölge, bazen de benden bir parça gibi bütün. Evimin kapısı selam eder sanki, ben de alırım o selamı aynı ahenkle. Ancak kimi zaman gölgesi düşer üzerine insanın, imanını sorgularken kalbi için için. Kimin için yaşar insan ve ne ile çarpar yüreği? Burada bir görevim var. Onun peşindeyim diye düşünürken, hangi taş ayağına takılır ve sendeler yüz üstü insan. Arkasından gölgeler takip eder. Bazen üzerine örttüğü bembeyaz örtü güneşle arasında bir mesafe sanki. Bazen ise bembeyaz haleden bir nur insana bürünen. İnsan! İşte bir var bir yokmuş gibi gölgeler misali gelip geçici. Bir el uzanır tahta tabuttan toplarken eteğini bu dünyadan. Kimse şaşmasın ezanlar, selâlar, mezar taşları etrafımızı sarmışken. Bugün de umut yarın da umut hep var olacak. Çünkü iman ve umut iç içe bir huzur. Başka çıkış yok, umut bize bir değnek, sırattan öteye. Gölgelerin de şavkıması var sen yeter ki umutla gözlerini yum geceye.

DR. ÖĞRETİM ÜYESİ DİLARA USLU

TÜRK KADINININ MONDROS MÜTAREKESİ SONRASI İŞGALLERE TEPKİSİ: İLK KADIN MİTİNGİ

Paris Barış Konferansı’nda Birinci Dünya Savaşı’nın sonunu getirecek antlaşmalar için masa başında oturan savaşın “kazananı” devletler, daha masadan kalkmadan barış yanlısı olmadıklarını göstermiş ve İzmir’in işgal iznini Yunanlara vermişlerdi. Bu işgale tepki olarak İzmir’de başlayan mitingi, Denizli, Kastamonu, Tavas, Bayramiç, Seydişehir, Giresun, Trabzon, Zonguldak, Edremit, Sivas, Çal, Bursa, Erzurum, İzmit ve tabii ki başkent İstanbul’da yapılan mitingler izlemiştir. İstanbullular özellikle Türk Ocakları öncülüğünde işgallere karşı mitingler düzenlemek amacıyla harekete geçtiler. İstanbul'daki mitingde Halide Edip: "Bugün elimizde top. tüfek yok; fakat ondan büyük, ondan kuvvetli bir silahımız var: Tüfek ve top düşer, hak ve Allah bakidir. Topun yüzüne tükürecek evlatlar ve analar, kalbimizde ise aşk, iman ve milliyet duygusu var. Biz dünyada millet sınıfına lâyık bir millet olduğumuzu, erkek, kadın, hatta çocuklarımıza kadar ispat ettik" sözleriyle, bu savaşın milletin her ferdinin savaşı olduğunu belirtmiştir. İstanbul’daki mitinglerde Halide Edib’in yanı sıra Meliha Hanım, Sabahat Hanım da etkili konuşmalarıyla işgallere karşı bir duruş sergileyen konuşmacılar arasında yer almışlardır. Türk kadını, Mondros Mütarekesi sonrasındaki haksız işgallere karşı duruşunu Kastamonu’dan çok daha kalabalık bir grupla gösterecektir.

İşgallere Karşı İlk Kadın Mitingi (10 Aralık 1919/Kastamonu)

İlk Kadın Mitingi’nin daha önce yapılan mitinglerden farkı hem düzenleyicilerinin, hem konuşmacılarının ve hem de katılımcılarının kadınlardan oluştuğu ilk miting olmasıdır. Yaklaşık 3000 kadının katıldığı bu mitingin gerçekleştiği yer oldukça stratejik bir konumda olan Kastamonu’dur. İstanbul’un yabancı devletlerin denetiminde olması, cephane sevkiyatı için yeni bir güzergâh bulunması gerekliliğini doğurmuş, hem Ankara hem de Karadeniz ile bağlantısı olması hasebiyle Kastamonu, Milli Mücadele’nin kilit noktası olmuştur. “İstiklâl Yolu” olarak adlandırılacak bu güzergâhın üzerinden geçmesi ile Kastamonu, bütün erkeklerini cepheye göndermiş ve cephane taşıma işi kadınlar tarafından yapılmıştır. Kadınlar bu güzergâhta kağnılarıyla cephane sevki yaparak Milli Mücadele’nin devamlılığını sağlayan en kilit görevlerden birini üstlenmişlerdir.

Kastamonu merkezinde oturan kadınlar ise, ilk olarak Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Kadınlar Şubesi’ni kurmuşlardır. Daha sonra bu cemiyetin üyeleri, Milli Mücadele tarihimizde bir ilk olan ve Türk kadın tarihi açısından da önemli bir yer teşkil eden bir olaya imza attılar. İşgalleri protesto etmek amacıyla, 10 Aralık 1919’da köylü, kentli üç bin kadar kadının katılımıyla Kız Öğretmen Okulu’nun bahçesinde bir miting düzenlediler. Bu miting öncesinde, bir Miting Tertip Komitesi kuruldu. Bu komitede; Zekiye Hanım başkanlığında (Polis Müdürü Halil Bey’in eşi), Saime Hanım (Sağlık Müdürü Dr. Ferruh Bey’in eşi), Neyyire Hanım (Reji Müdürü Ömer Bey’in kızı), Münire Hanım (Vilayet Mektupçusu Fuat Bey’in eşi), Kâmuran Hanım (Defterdar Ferit Bey’in eşi), Bedriye Hanım (Maarif Müdürü Talat Bey’in eşi) ve Refika Hanım (Miralay Osman Bey’in kızı) görev aldılar. Yaklaşık üç bin kadının katıldığı bu mitingde Kastamonulu hanımlar, Mondros Mütarekesi’nden beri yapılan haksızlıkları, zulümleri, işgalleri protesto ettiler. Türk yurdunun işgalcilerden arındırılmasının bir insan hakları gerekliliği olduğunu, bu sebeple de işgalcilerin ülkeyi derhal boşaltması gerektiğini vurguladılar. Mitingde, Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Başkanı Zekiye Hanım, Kastamonu’nun Kuvayı Milliye’ci komutanı Miralay Osman Bey’in kızı Refika Hanım, Kız Öğretmen Okulu Müdiresi Hikmet Hanım ve Yardımcısı İclal Hanım siyah bayrak altında birer konuşma yaptılar.

Mitingde alınan kararlar gereğince; padişaha, sadrazama ve İtilaf devletlerinin liderlerinin eşlerine telgraflar çekildi. Telgraflar komitede adı geçen hanımlar tarafından, diplomatik bir dille yazıldı. Bu telgraflardan örnekler Kastamonu basınında yayınlandı. Zekiye Hanım’ın mitingdeki konuşması, 14 Aralık 1919 tarihli Açıksöz gazetesinde “Hanımlarımızın Mitingi” başlığı ile yer almıştır. Konuşma metni dikkatli ve özenli seçilmiş ifadelerle bezenmiştir. Zekiye Hanım mitingdeki konuşmasında düşüncelerini şöyle aktarmıştır:

“Hanımlar! Büyük felâketlerimiz önünde evlâtlarımızın, kardeşlerimizin kanıyla suladığımız yurtlarımızın işgaline, kardeşlerimizin felâketine susacak mıyız?

Hayır hanımefendiler! Mağlubuz, silâhımız yok, fakat göğsümüzde imanımız, bütün dünyayı halk eden Allah’ımız var.

İşte biz de imanımıza ve Allah’ımıza istinaden haksızlıklarını yüzlerine vurur ve cihan huzurunda ilân ettikleri adaleti taleb ederiz.

Hanımlar! Biz dünyayı kanlara boğan, insanları tavuklar gibi boğazlayan erkeklere müracaat edecek değiliz.

Bizim gibi şefkatle, merhametle düşündüklerine şüphe etmediğimiz İtilâf devletlerinin büyük kadınlarına müracaat edecek ve birer telgrafla, bize yapılan haksızlıkları yazacak ve anlatacağız. Eğer onlar da hakkımızı teslim etmezlerse, evlâtlarımızın kanlarına kendi kanlarımızı karıştırarak, erkeklerimizle bir safta, dinimiz ve istiklâlimiz için öleceğiz…”

Zekiye Hanım’ın başkanlığında Kız Öğretmen Okulu’nun bahçesini dolduran kadınlar, haksız işgallere karşı seslerini bu miting ile duyurmaya çalışmışlardır. Bu ay 102. Yıl dönümünü idrak ettiğimiz bu miting, her yıl Kastamonu’da 10 Aralık’ta yapılan programlar ile hem hatırlanmakta hem de gelecek nesillere aktarılmaktadır.

KAYBETMEYİN

Bazı insanlar vardır; hemcinsiniz veya değil, ancak kalbiniz onunla birlikte atar ve çok zaman aklınızdan geçirdiğinizde o da sizi düşünür. Bir bakarsınız ondan bir mesaj alırsınız veya sokakta pat diye karşınıza çıkar. İşte buna kalpten iletişim diyoruz. Sımsıcak, olumlu, gözleri ışıl ışıl, inanan ve sonsuz samimiyet ile güven veren insanlar. Eğer gönül gözünüz açıksa ve böyle bir insan varsa etrafınızda onu kaybetmeyin. Çünkü bu büyük bir şanstır. Olur da fark etmeden yanından geçerseniz henüz ne aradığınızı bilmiyorsunuz demektir. Pas geçtiniz demektir. Bir dahaki sefere diyelim. Böyle bir arkadaş, dost kaybetmek ahmaklıktan da öte bir şeydir.

ARTI EKSİ

ARTI

Kitap okuyunca affedildiler

Ardahan’da yaralı kavgaya karışan 6 çocuk mağdur tarafından “kitap okumaları karşılığında” affedildi. Adalet bakanlığınca yürütülen Yargı Reformu Strateji Belgesi ve İnsan Hakları Eylem planı gereğince uzlaşmaya dayalı eylemlere yönelik bir çalışmayı takdir ettik bu hafta. Onarıcı adalet anlayışı çerçevesince çocukların tekrar suça karışmamaları için iyileştirici bir yarar gözeterek mağdurla uzlaşma sağlanabiliyor. İşte bu yarar kapsamınca yaklaşık bir ayda ikişer kitap okuyup özetini çıkaran çocuklar ile mağdur arasında uzlaşma sağlanmış. Bu ve buna benzer suçlarda şimdiye kadar bu yöntemle 1 milyon 383 bin dosyada uzlaşma sağlandığı bakanlık yetkililerince açıklandı.

EKSİ

Halk Ekmek kuyrukları

Sabah saat dokuz otuzda Bulgurlu metro durağının oradaki Halk ekmek büfesinden tost ekmeği aldım. Özellikle normal ekmek sordum. Çünkü arkadaki sepetler bomboştu. Oysa o saatlerde hep dolu olurdu. Nedense son on beş gündür bu saatlerde normal ekmek olmuyor. Büfe yetkilisi genç gülümseyerek ‘Abla sabahtan sattık bitti. Şimdi on birde gelecek’ dedi. Oysa o saatte ne ara ekmekler satılmış ta bitmişti, anlamak mümkün değil. Bir tane insan görmedim büfenin önünde. Saat on bire doğru da bir kuyruk oluşuyor ve sizde sanıyorsunuz ki fakirlik arttı ve insanlar bekliyor. Yapmayın etmeyin. Bu manipülasyonlara gerek yok. Halkın ekmeğiyle oynayarak kazanılmaz.

ALLAH’IN HEDİYESİ

Bir STK’da sekreter olarak çalışan arkadaşımızın yaşadığı ibretlik olayını paylaşmak istiyorum. Lüks restoranın park yeri son model araçlarla dolu. Gelen misafirlerin üstü başı, taşıdıkları çantalar milyarlık. Sabah kahvaltısıyla gelir toplanılması amaçlanan bu özel günde çekiliş yapılıyor. Bizim arkadaşımız her zamanki gibi sorgusuz sualsiz koşturmasıyla özverili bir şekilde görevini yerine getiriyor. Çikolatalara yapıştırılan numaralar gezdiriliyor. Yüksek bir meblağa karşılığında yapılacak olan çekilişte pırlanta bileklik çıkacaktır. Bizim anlayışımızda sınıflaşma yoktur. Ama gelin görün ki fakiri görmezden gelmek insanların ruhuna işlemiş ki bu arkadaşımızın ne kadar zor şartlarda yaşadığını ev geçindirdiğini, çocuk okuttuklarını bildikleri halde yanı başlarında bu insana sahip çıkmıyor sadece ara sıra görerek geçiştiriyorlar. Oysa Müslümanlık bu mudur? Kendi zenginliğini fakirin gözüne sokmamalıdır. Hele kibir! Allah muhafaza. İlerleyen dakikalarda davetli bir kişi fazla aldığı çikolatanın birini bu arkadaşımıza veriyor. Çekiliş yapılıyor. Bilin bakalım hediye kime çıkıyor. Evet! Bu arkadaşımıza çıkıyor. Anlayan anlamıştır. Ben çok sevindim. Allah da gönülden sevinenleri sevindirsin.