Dünyâda en yaygın devlet modeli olan ulus-devlet modelinin bizdeki uygulaması, devletin halktan korkması ve halkı zapt u rapt altına alması sonucunu doğurmuştur.
Halil İnalcık, “Târihsel bağlamda sivil toplum ve tarîkatlar” başlıklı makalesinde “Osmanlı Devleti, bugün anladığımız mânâda bir devlet değildir” der. Belki Kanûnî Sultan Süleyman çıkıp gelse mevcut devletlere de devlet demez. Hele Osmanlı Devleti bakiyesi üzerine kurulan ve Türk devlet sürecinin isim ve rejim değiştirerek devam ettiği Türkiye Cumhuriyeti devletini görse, bir hayli şaşırır. Bence Kanunî Sultan Süleyman’ın en çok şaşıracağı şey, geçim yükünü devletin sırtına yüklemiş bunca devlet memuru olacaktır. Zira Osmanlı Devleti’nin hem siyâsî, hem de iktisâdî olarak zirveye çıktığı ve kültür seviyesi açısından bir “Osmanlı medeniyeti” kavramının var olduğu dönemde bile, devletin hazinesinden maaş alan bu kadar memur yoktu. Devletten maaş alanlar da, yeniçeriler gibi profesyonel askerlerdi.
Ulus-devlet ve girişimciler
Devlet kavramının içeriği ulus-devlet modelinin yaygınlaşmasıyla hiç olmadığı kadar büyüdü. Bu büyümeye “şişmek” demek daha doğru olur. Anormal ve doğal olmayan sınırlara ulaşacak kadar şişen devlet her şeye karışıyor ve her şey devletten bekleniyor. Eğitimden sağlığa, ulaşımdan bir mahalle berberindeki kalfanın alacağı asgari ücrete kadar her şey devletin irâdesiyle belirleniyor.
Yeni yürümeye başlayan bir bebeğin her adımda dönüp annesine bakması gibi, insanlar atacakları her adımda, göz ucuyla da olsa, devlete bakma mecburiyeti hissediyorlar. Çevre sorunlarına çözüm olmada en önemli önlem olan ağaç dikme kampanyası bile devletin öncülüğünde olursa ses getiriyor. Devlet, ulus-devlet anlayışıyla savunma, adâlet, mâliye, iç güvenlik gibi özelleştiremeyeceği konuların çok ötesine ulaşıp taşıyamayacağı yükün altına girerek kendini işleyemez hâle getiriyor.
Türkiye’de 1980’lere kadar uygulanan devletçi politikalar, en az iki neslin sırtını devlete dayama alışkanlığı edinmesine sebep oldu. Bu alışkanlık hâlâ var. Üniversite öğrencilerinin büyük çoğunluğu devlette iş bulma hayâli kuruyor. Çoğunun plânı "kapağı devlete atmak". Ya devlet memurlarının geçim sıkıntısı çektiğini görmüyorlar ya da ona bile râzı olacak kadar acziyet içindeler.
Bu ortamda girişimcilik kampanyaları düzenlemek pek de inandırıcı gelmiyor. Belki İngilizce hayranlığından medet umarak bu kandırmacaya “start-up” demelerinin sebebi budur. Adı İngilizce olunca, birilerinin kulağına her şey hoş geliyor. Bir de “yenilik” yerine “inovasyon” deyince memleket kurtulmuş oluyor. Ama keşke İngilizce kavramlar kullanınca her şey hâllolsa! Ne “start-up”ın devâmı geliyor ne de inovasyonda atılan taşlar ürkütülen kurbağalara değiyor.
Vatandaştan korkan devlet
Dünyâda en yaygın devlet modeli olan ulus-devlet modelinin bizdeki uygulaması, devletin halktan korkması ve halkı zapt u rapt altına alması sonucunu doğurmuştur. “Para alan emir de alır” kuralı uyarınca devlet, vatandaşının emre itaatini garanti etmek için böyle bir yükü üstlenmiştir. Devletin bu güvensiz tavrı son otuz-kırk yılda değişme eğiliminde olsa da, daha önceki elli yılda bulaşan virüsün toplumun bünyesinden atılması kısa vâdede pek mümkün gözükmüyor.
Kısır döngü
Aldığı maaştan memnun olan devlet memuru görmedim. Ama devlet memurluğunun rahatlığı özel sektörde olmadığı için, hepsi olmasa da, devlet memurlarının büyük çoğunluğu istifa edip özel sektöre geçmeyi göze alamıyor. Özel sektördeki tempoya ayak uyduramayacağı için devletin verdiği maaşa râzı olan memurların geçim sıkıntısı ortadayken, hâlâ kariyer plânını devlet memurluğu yönünde yapan milyonlarca kişi bulunmaktadır. Hayattaki başarısızlıklarını ve cesâretsizliklerini devletin verdiği kısıtlı ücrete yüklemek oldukça rahatlatıcı bir öz-tatmin şekli.
Devlet memuru olmak için, açılan bütün sınavlara giren ve açılan kadrolar için olmadık yerlerden torpil bulmaya çalışanlar, devlet memuru olduktan iki-üç yıl sonra aldıkları maaşı yetersiz bulmaktadır. Sanki devlet, her memura işe başlama maaşı olarak genel müdür maaşı vermeyi vaat etmiş ama vermemiş gibi yakınmalar başlamaktadır.
Herkes girişimci olamaz
Dünya târihinin hiçbir döneminde bir toplum topyekûn bir atılım yapmamıştır. Zafer anıtları tek kişi adına dikilmiş, başarı ödülleri de hep tek kişiye verilmiştir. Aralarından çıkan birkaç isim, “icat çıkarma” cesâreti göstermiş ve târihe mâl olmuştur. Bunca devlet memurluğu sevdâlısına rağmen, yaşadığımız bu günlerden târihe kalacak olan isimler, devlet memurluğunun “garanti maaşı”nın peşine düşmeyip risk alan ve her başarısızlıktan ders çıkarıp biraz daha ileri gidenler olacaktır.
Çoğunluk asgarî ücretin ne kadar olması gerektiğini konuşurken, onlar işlerine bakmaktadır. Sâdece çok zengin olduğu veya çok rahat bir hayat yaşadığı için târihe geçen kimse yoktur. Ama yaşarken başarılı olmasa bile, Tesla gibi, ölümünden seneler sonra bile, girişimciliği ile insanlığa katkı sağlayan ve târihe geçenler hep olacaktır.