Dünyanın gelişmiş ekonomilerinde gazeteler ve dergiler hala önemli bir işleve sahipler.
Gazetecilik mesleğini seven ve bu mesleğin önemine inanan biri olarak hem akademisyen olarak, hem vatandaş olarak hem de bir medyacı olarak basılı gazete ve dergilere ayrı bir önem veriyorum. Dünyanın gelişmiş ekonomilerinde gazeteler ve dergiler hala önemli bir işleve sahipler. Büyük ekonomisi olan ülkelerde de, orta ekonomisi olan ülkelerde de, yani İngiltere’de de, Yunanistan’da da gazeteler ve dergiler tüm sektörel zorluklara rağmen ayaktalar ve her bir gazetenin kendi çizgisine göre bir müşterisi de var.
2,5 gazete kalacak dendi olmak üzere
Türkiye’de gazetecilik mesleği medya tarihinde en fazla sorun yaşayan meslek oldu. Tek partili rejimde de, çok partili rejimde de, 12 Eylül cuntasında da, sonrasında da, doksanlarda da, iki binlerde de hep sorunlar yaşadı. Seksenli yıllarda medyayı kontrol altına almak isteyen Turgut Özal’ın söylediği “yakında 2,5 gazete kalacak” lafı medya tarihine girmiş bir sözdür. Medyada çok sesliliği yok etmeyi amaçlayan Özal’ın bu sözü beni hep çok gıcık eder. Her aklıma geldiğinde “ o dönem başaramadın, ama bu gidişle tarih bunu başaracak” diye söylenirim.
Bu konuya nerden geldim?. Türkiye’de son yıllarda gazete ve dergi sektörü inanılmaz darbeler yiyor. Önce internet ve dijital medya gazetelere bir darbe vurdu. Sonra sosyal medya, derken akıllı telefonlar. Hepsi de basılı gazetelerden alıp bir şeyler götürdü. Zaten okumayı sevmiyoruz toplum olarak, bir de bu dijial medyanın gelişmesi ile beraber artan tembellik, insanlarda gazete okuma alışkanlıklarını daha da kötü etkiledi. Dijitalleşme ile mücade eden gazeteler son yıllarda dünyada çok az ülkenin başına gelen toplumsal ve ekonomik faktörler nedeniyle daha da zor günler yaşamaya başladı. Mesela Türkiye’de son iki yılda yaşanan döviz kuru dalgalanmaları ithal edilen gazete kağıdının maliyetini arttırdı. Bir anda gazetelerin maliyetleri arttı, bu maliyetleri gazeteler fiyata yansıtamadı ve zararları büyüdü. Tam bu sırada “neden biz kendi kağıdımızı üretmiyoruz” konusu tartışılmaya başlandı, kan kaybeden gazetelere devlet yerli kağıt üretimi yaparak destek olmaya çalıştı. Gazeteler can çekiştiği sırada bir de korona patladı. Sokağa çıkma yasakları filan derken gazeteler yine zor günler yaşamaya başladı.
Sokağa çıkma yasağında gazete bulamadık
Bu korona belasında yaşadığımız hapis günlerinde bakkallar kapandı, bazı gazete satıcıları dükkanlarını kapattı. Gazete satan yerler karantina davasına kapatılınca gazetelere ulaşmak zorlaştı. Buna bir de sokağa çıkma yasağı ya da canım medyamın söylediği “sokağa çıkma kısıtlamaları” eklendi. İlk sokağa çıkma yasağı iki saat kala açıklandı, o gece gazetelerini hazırlayanlar ve baskıya yollamak üzere olanlar ofsayta düştü. Cuma 22:00 civarında sokağa çıkma yasağı ilan edildi, cumartesi ve pazar günleri sokağa çıkamadık ve gazete alamadık. Cumartesi günü gazetelerini basanlar dağıtamadı bile. Derken bir baktık sokağa çıkma yasakları cumartesi ve pazarlara fikslendi. İkinci sokağa çıkma yasağında bir yaygara kopartıldı, neymiş efendim “isteyen herkes gazetesini alabilecekmiş, gazeteler kapımıza gelecekmiş....” inanmamakla birlikte heveslendim. Baktım, “acaba nasıl gelecek bu gazeteler” diye düşündüm. Sokağa çıkma yasağı olan cumartesi ve pazar günleri aradım, baktım ama gazete bulamadım. Çevreme özellikle sordum, yakınlarımı, dostlarımı aradım ve “gazete buldunuz mu?” diye sordum. Hiçbiri gazete bulamadığını söyledi. Ne kimse kimsenin evine gazete getirdi, ne de bir yerlerde gazete dağıtımı dağıldı. Elbette üç, beş yerde gazete dağıtımı yapılmıştır, ama en azından sokağa çıkma yasağından önce yapılan yaygara gibi olmadı. O iki gün gazeteler okura ulaşamadı. Gazeteler haftanın yedi gününün sadece beşi okurla buluştu. Bunları incelerken, bu kezde dört günlük sokağa çıkma yasağı gündeme geldi. Bir iki gün sonra sokağa çıkma yasağı resmileşti. Bu kez yasak dört gün olacaktı. Tam “acaba nasıl gazete bulacağım” diye düşünüp, biraz da bu sokağa çıkma yasaklarına söylenirken, yayınlanan genelge ile 23 ve 24 Nisan günlerinde bakkal ve marketlerin 09:00 – 14:00 saatleri arasında açık olacağı duyuruldu. “Eh!” dedim, “en azından perşembe ve cuma günleri gazete bulabilirim belki” diye düşündüm. Cumartesi ve pazar günleri ise gazete bulamamayı kabullendim.
Bunun adı : Cinayet
Şimdi, şunu söylemek istiyorum. Bu beni çok sinirlendiriyor. 2020 yılına gelmişiz, konuştuğumuz şeye bakın. Bundan kırk yıl önce 12 Eylül 1980 döneminde bile gazeteler dağıtılırken, bugün neden bu yapılamıyor? Yapılamaz mı? Yapılabilir tabii ki, ama takan yok. Kimse kusura bakmasın, ne devlet büyüklerimiz, ne de gazete sivil toplum kuruluşları ve hatta gazetelerin kendileri bile bunu takmadı ve bu konuda bir mücadelede bulunmadı.
Türkiye’de haftalık gazete satış ortalaması 1 milyon 900 binlere kadar düşmüştü, koronadan sonra bu tiraj önce 1 milyon 700 binlere sonra da 1 milyon 500 binlere düştü. Vallahi de, billahi de bunun adı “cinayet!”. Gazetelerin korona döneminde yaşanan sokağa çıkma yasaklarında bu kadar sahipsiz bırakılması gazetecilik mesleğine yönelik bir cinayet oldu. Biz koronavirüsünde İngiltere, İtalya ile dalga geçtik, Amerika ile dalga geçtik, neymiş efendim “yaşlılarına iyi bakamamışar, hastaları ölüme terk etmişler”, bana sorarsanız hepsi palavra ya neyse o ayrı bir konu. O örnekten hareketle ben de bunu sormak istiyorum. Biz de ülke olarak koronavirüs belası ile uğraşırken gazetelerimizi, dergilerimizi ihmal etmedik mi? Bu iki mecranın diri diri gömülmesine göz yumulmadı mı? Peki, tüm bunlar yaşanırken, bu konuda devletin ilgili birimleri bunu düşünmedi mi? Önemsemedi mi? Yoksa Özal’ın dediği gibi “2,5 gazete bırakma” hayaline kapılıp umursanmadı mı?
Dergiler de sakata geldi
Bu cinayete kimsenin bir şey dememesi ise ayrı bir kepazelik. Haftada en az iki gün mutlaka tüm yayınlanan gazeteleri satın alıyorum, inceliyorum. Bu sıkıntıya değinen tek gazete Aydınlık Gazetesi oldu. Diğerlerinde tık yok. Bir anlam veremedim, ya tuzları kuru, bir yerlerden kumbaralarına bir şeyler geliyor, ya da onlar da artık gazetecilik sektöründen umudu kestiler. Benzer bir olay dergi sektöründe de yaşandı. Türkiye’de her geçen gün yayınlanan dergi sayısı azalıyor. Neden? Çünkü okuma alışkanlığı yok. Buna bir de gazetelerin de yaşadığı sorunlar eklenince dergiler de sakata geldi. Korona döneminde çoğu dergi nisan sayılarını basamadı bile, baskıya girenler de dağıtım bile yapamadı. Mayıs sayıları ne olacak belli değil. Hadi dergiler basılsa bile nereye dağıtılacak? Okur dergiyi nerden bulacak? Bu iki güzide mecramız için bir B planı düşünülemez miydi? Cumhurbaşkanılığına bağlı olan İletişim Başkanlığı bu konuyu gündemine almadı mı? Sakın bana koyun can derdinde bilmem ne mal derdinde muhabbeti yapmayın. Ben gazetelere gönül vermiş biri olarak bunları yazıyorum. Kültür bir ülke için, bir toplum için birincil dereceden önemli bir konudur. Sağlık kadar önemlidir. Sağlığımızı korururken bir yandan kültürümüzü de korumalı ve geliştirmeliyiz. Gazete ve dergiler de bu korunması gereken kültürün en önemli unsurlar arasında yer alıyor.
Kitap yayıncılık sektörü yüzde 63 küçüldü
Gazete ve dergiler için söylediklerim kitap sektörü içinde geçerli. Kitaplarda bir toplumun kültürel olarak gelişmesinde en önemli etkenlerden biridir. Korona döneminde kitap yayıncılığı da perşan oldu. Nasıl olmasın, kitap alacak yer yok ki. İşin komiği YÖK üniversiteleri, Milli Bakanlığı da ilk-orta ve lise eğitimini uzaktan eğitim tesellisi ile kurtardı. Daha doğrusu kurtardığını zannetti. Çocuklara internetten iki tane tırışka ders verdiler, olay çözüldü. Bu çocuklar ödevlerini yapmak için bir kitap almak istediklerinde kitap alamadılar , zaten sokağa çıkmaları da yasak olduğu için kitap almak için sokağa bile çıkamadılar. Üç, beş tane internet sitesine hapsoldular. O kitap satan internet siteleri de tabii ki ne talebi karşılayabildi ne de ihtiyaçlara anında yanıt verebildi.
Türkiye Yayıncılar Birliği bu korona konusunun yayıncılık piyasasına olan etkilerine yönelik bir araştırma yaptı. Araştırmada koronavirüs salgını sebebiyle yayıncılık sektörü ve paydaşlarının ortaya çıkan krizden nasıl etkilendiğini; bu krizin yayıncılık faaliyetleri kapsamında kültür endüstrisini ve okurları nasıl etkileyeceğini tespit etmek istedi ve üyelerine “Koronavirüs’ün Yayıncılık Sektörüne Etkisi” başlıklı bir anket gönderdi. 06-08 Nisan 2020 tarihlerinde gerçekleştirilen ankette yer alan “Koronavirüs sebebiyle basılan ama dağıtılamayan kaç başlığınız var?, Koronavirüs sebebiyle basılan ama dağıtılamayan kaç adet kitabınız var? Koronavirüs sebebiyle iptal ettiğiniz kaç başlığınız var?” sorularına yanıt aradılar. Ortaya çıkan sonuçlar hiç de iç acıcı olmadı:
Yayın evleri tarafından basılan ama dağıtılamayan toplam başlık sayısı yaklaşık 1.695,
Yayın evleri tarafından basılan ama dağıtılamayan toplam kitap adeti yaklaşık 5 milyon 222 bin 155.
Yayınlanmasından vazgeçilen veya askıya alınan kitap sayısı ise yaklaşık 3.890 adet oldu.
Tam da kitap sezonunun açılacağı, kitapların satılacağı bir dönemde böyle bir kriz yaşandı. Yayın evleri satışları bu dönemde yüzde 63 oranında düştü.
Ne kadar dayanacaklar?
Ben Türkiye Yayıncılar Derneğinin bu araştırmasını çok beğendim, benzer bir araştırmayı gazeteciler birliği, basın konseyi ne bileyim gazetecilik sektörü ile ilgili faaliyerlerde bulunan tüm STK’lardan beklerdim ama hiçbiri yapmadı.
Yayıncılar Derneği paydaşlarına yani yayın evlerine yaptığı bu durum tespit araştırmasında kritik soruyu da sordu: “Koronavirüs sebebiyle oluşacak süreçte mevcut çalışan pozisyonunuzu kaç ay daha sürdürmeyi planlıyorsunuz?”. Bu soruya veren yayın evlerinin büyük bir bölümü mevcut çalışan pozisyonunda değişiklik yapmayı düşünmediği, bu ekonomik savaşa dayanabildiği kadar tüm personeliyle birlikte dayanmayı hedeflediği belirtmiş. Mücadele adına çok güzel bir cevap. Ama dayanmada zorluk çekeceğini belirtenler de olmuş. Mesela 43 yayınevi, 1-5 ay arası süre boyunca dayanacak gücü olduğunu ifade ederken; 16 yayınevi 6-12 ay arası dayanabileceğini belirtmiş. Kalan 17 yayınevi ise herhangi bir öngörüde bulunamadığını, önlerini göremediklerini ifade etmiş.
Neler yapılmalı?
Bunun üzerine Türkiye Yayıncılar Birliği, devletin açıkladığı korona tedbirleri kapsamında kamu hizmeti yapan yayıncıların:
Kısa dönem çalışma ödeneğinden öncelikli ve ivedilikle yararlandırılmasını,
Açıklanan KGF ve benzeri banka kredilerinden yararlandırılmasına öncelik verilmesini,
Kültür ve Turizm Bakanlığının açıkladığı kitap alım bütçesi sırasında ve bankalardaki kredilendirme sırasında, çok zor durumda olan sektörün vergi borcu sorgulamasından muaf tutularak hareket edilmesini talep etti.
Buna ben gazete ve dergi basımı yapan basın işletmelerini de eklemek istiyor ve devletin bu sektöre de önem vererek hem korona tedbirlerine bu sektörleri de katmasını istiyorum hem de özellikle gazetelere bir sübvansiyon yapılması gerektiğine vurgu yapmak istiyorum. Gazetelere verilecek destek bu devletin kasasına etki etmez. Bunu eminim cumhurbaşkanı da yapmak ister, ama etrafındakiler acaba bunu ona öneriyor mu? Bence önerseler iyi olacak.