Hangimiz kalkıyoruz sabahleyin gözüm görüyor, midem işliyor, kahvaltı edebiliyorum çok şükür, diyoruz. Halbuki dünyada acılar ve sıkıntılar var.
Kul olarak ne yazık ki şükür etmeyi unutuyoruz. Peygamber efendimizi düşünün “Allah bütün günahlarını affettim” dediği halde ibadetini arttıran bir peygamber görüyoruz. Hz. Ayşe soruyor: “Niçin ibadet ediyorsunuz? Zaten sizin günahınız yok ki, dediğinde; “Şükredici kul da mı olmayayım?” diyor.
Rabia-tül Adeviye’nin bir hikayesi var. Adamın biri gelip, çok başının ağrıdığından şikâyet etmiş. Rabia’da demiş ki: “Kaç yaşındasın?” “Kırk, demiş adam.” “Peki demiş, bugüne kadar hiç başın ağrıdı mı?” “Hiç ağrımadı. Onun için çok acı duyuyorum” demiş. Peki demiş: “Başın ağrımadığı zaman hiç Allah’a; çok şükür hiç başım ağrımıyor, dedin mi?” “Hiç demedim”. “Onun için şimdi ağrıdığı zamanın acısını da hisset ki o şükretmediğin zamanlardan dolayı üzüntü duy.”
Hangimiz kalkıyoruz sabahleyin gözüm görüyor, midem işliyor, kahvaltı edebiliyorum çok şükür, diyoruz. Halbuki dünyada acılar ve sıkıntılar var. O halde konuşmak yerine; sıkıntılara çözüm aramalıyız. Biz millet olarak çok konuşan bir milletiz. Herkes bir şeyden şikayet ediyor. Halbuki ben bu sabah bu hastalıkta (koronavirüs) vesvese duyan için nasıl bir rahatlık getirebilirim? Yahut nasıl bir faydam olur? diye düşünmek insanı rahatlatıyor. Konuşmak yerine rahatlamak için hizmet etmeyi tercih etmek lazım.
Dünyada rahatlık yoktur. Çünkü bir kul bir başkasının derdinden de sorumludur. Bu şuurla düşündüğümüz zaman her zaman iyilik içinde olmamız gerekir. Japonların malum yediği yemek suşi yani çiğ balık üzerine bir öyküsü vardır. Japon nüfusu arttığı için balıkları avlamak için gemilerin biraz daha ileri doğru açılmaları gerekiyor. Fakat ne kadar ileriye doğru açılırsa da o kadar geminin geri dönmesi daha uzun sürüyor. Gemiler daha uzun sürede döndüğü için tabi o dönem içerisinde balıklar ölmüş oluyor. Japon halkı balıkların tazeliğini koruyamadığını ve bundan dolayı da tadının iyi olmadığı için bu balığı yemekten vazgeçiyorlar. Bunun üzerine Japonlar ne yapalım diye düşünüyorlar. Nasıl bir çözüm önerelim? Gemilerin içerisine bu sefer tanklar yapmaya başlıyorlar. Bu tanklar sayesinde uzaklara gitmiş olsalar bile topladıkları balıkları tankın içerisinde diri tutacaklarını düşünüyorlar. Fakat zamanla bunun da doğru olmadığını anlıyorlar. Çünkü balık öleceğini anlıyor. Tankın içerisine girmiş olan balık bir süre sonra ölüyor. Tankın içindeki balığı tehdit eden bir şey olmadığı için balık atalete teslim oluyor ve ölüyor. Yine bu halde balığı yiyenler balığın lezzeti olmadığını anlıyorlar ve bu balığa olan rağbet azalıyor. Bunun üzerine Japonlar yeni bir fikirle ortaya çıkıyorlar. Tankın içerisine bir tane köpek balığı koyuyorlar. Köpek balığı bir iki tane balığı yemiş olsa da diğer balıklar her zaman mücadele ediyorlar. Bu da bize öğretiyor ki; hayatımızda her zaman bizi diri tutacak köpek balığı gerekiyor.
Başımıza gelenler elbette Allah tarafından. Durup dururken niye gelsin ki. İnsan sadece birey değil, toplumsal bir varlıktır. Birbiriyle ilintili ve irtibatlıdır. Müslüman olmanın gereği hep birlikte Allah’ın ipine sarılmayı gerektirir. Ancak Allah’a öyle gidilir. Aslında insan olmanın da bu gereğidir. İnsan kelime itibariyle ünsiyet kelimesiyle akrabadır. Ünsiyet kaynaşma demektir. İki insan hatta toplum kaynaşmadan muhabbet vücuda gelmez. Biz yine de musibetlere karşı birtakım önlemler ve tedbirler alacağız. Böyle musibetlerden kurtulmak için toplumsal şuur gerekli. O şuurla ya hep birden kurtulacağız ya da herkes bir tarafa çekecek ve ayrımcılık yapacak işte o zaman sonumuz kötü olacak.
Aslında tedbir almak kaderde var. Dolayısıyla oda kaderle alakalı. Fakat bizim kaderimizin ne olduğunu ne olacağını bilmediğimiz için Allah’ın Kur’an-ı Kerim’deki yani; hakikati bilmediğimiz zaman şeriate uyma emri olduğu için Kur’an-ı Kerim’deki gayret edin ve ulul emre riayet edin emirlerine uyuyoruz. Yani biz gayret etmekle yükümlüyüz. Gayret nedir? Tedbir almak bir gayrettir. Dua etmek bir gayrettir. Ulul emre uymak gayrettir. Yani benim de canım dışarı çıkmak istiyor, biraz yürümek istiyor, hava almak istiyor. Nefsim bunların hepsini istiyor. Ama mademki devir burada; evde kalacaksın emrini veriyor. Benim ona uymakla vazifelendirildiğimi Allah bana öğretiyor.
Ama çıksam da uysam da uymasam da bu hastalığa yakalanacaksam bir sebeple yakalanıyorum zaten. Ama ben Allah’ın istediğini yapmış olmanın huzurunu, hastalığı yaşıyorum. O da güzel bir şey! İşte bunu yaparsak hastalıkta bize tesir edemiyor, ne kadar yaşlı olursak olalım. Çünkü bizim içimizde Allah’ın istediği gibi yaşamaktan doğan bir kalkan oluşuyor. Onun için insanları hastalığa karşı koruyan korkudan uzak; Allah’ın istediği gibi yaşamaktır. Bundan dolayı alınan tedbirlerde insana huzur verir. Sen istedin diye yaptım. O yüzden de hastalıklara karşı korunur. Tedbirin en başında Allah’a iman ve O’na teslimiyet gerekir. Dolasıyla diğer istenen tedbirleri yerine getirmek bizi huzurlu kılar vesselam.