Yalnızlık kavramı üzerine epey düşünür, kafa yorarım. Yalnızlık diye bahsettiğimiz durumun kelime anlamı ile örtüştüğüne ise zerre inanmam.
Çünkü bazen yalnızlık büyük kalabalıkların arasında kendini tek başına hissetmekten de geçer, kimse yokken yalnız hissetmemekten de geçer.
Türkiye gazetesi yazarı Fuat Uğur, geçtiğimiz haftalarda bir yazı yazdı. Seçim günü Muharrem İnce’nin ne yaptığını, nerede olduğunu sorguladı. Bu yazı yazıldıktan sonra FETÖ’cülerden tutun da Kemalistlere kadar herkes Uğur’u linçe kalkıştı. İnce ise tam üç gün sonra yanıt verdi ve buraya dahi yazmaya elimin varmadığı şekilde hakaret etti. Ben Fuat Uğur’un yazdıklarının doğru olduğunu inananlardan biriyim. Zira kendi adamları Levent Gültekin’de Uğur’un yazısından on gün sonra aynı şeyleri söyledi. Ona kimse gıkını çıkarmazken, linçin kurbanı Fuat Uğur oldu.
Peki Fuat Uğur’un bu yazdıkları bizim medyada yer bulabildi mi? Hayır. Hadi bunu geçelim… Peki, Fuat Uğur’un bu yazısından sonra sözüm ona seçim öncesi “beni her gazeteci eleştirebilir, basın özgürlüğü var” diye caka satan Muharrem İnce’nin ağza alınmayacak hakaretlerini haberleştiren, üzerine yazı yazan, TV programlarında dillendiren oldu mu? Görebildiğim kadarıyla hayır. Aynısını Başkan Erdoğan yapmış olsaydı tüm muhalif basın hala daha manşetlerden bu hakaret sözlerini indirmiyor, muhalif yazarlar köşe üstüne köşe yazıyor olurlardı. Ki Erdoğan’ın bir gazeteciye karşı İnce’nin söylemiş olduğu hakaretlerin onda birini dahi söylediği bir örnek yokken “Erdoğan basın özgürlüğünü kısıtlıyor” diye yaygara çıkaranlar böyle bir durumda neler yapardı siz düşünün.
Mesele de burada işte. Okumuş olduğunuz bu satırları yazan bendeniz bile bu konuyu yazmakta geç kaldı. Karşı taraf böyle durumlarda birleşirken biz ya birleşmiyoruz ya da genellikle olduğu gibi görmezden geliyor, üç maymunu oynuyoruz. Aramıza giren bu kompleksin, çekişmenin ve kıskançlığın sonucunu şimdi yaşamıyor olsak da gelecekte çok ağır bir şekilde yaşayacağız. Oturduğumuz yerden “bu marjinal solun neden bu kadar çok sesi çıkıyor, bir avuçlar” derken bile nedenini algılayamamak bizim körleşmemizde saklı. Çünkü bir olay olduğunda birlikte hareket ediyorlar, aynı durumda ise biz dağınık kalmayı tercih ediyoruz. Evet tercih ediyoruz, çünkü bilerek yapıyoruz.
Açıkçası beni gerek sosyal medyada takip edenler ya da yazılarımı okuyanlar eski hevesimin olmadığını çok rahat bir şekilde tahlil edebilirler. Çünkü bahsetmiş olduğumuz bu yalnızlığın sebebi bazı basın yayın organları ve yazarlar tarafından “vebalı” gibi görünmekte saklı. Yalnızlıkla ilgili problemim yok ben de Fuat Ağabey gibi yalnız kalmayı tercih edenlerdenim. Hayatımda kimseye eyvallah’ım olmadı, denge gütmeden neye inanıyorsam, neyi doğru buluyorsam onu yazdım. Daha kimsenin cesaret edemediği vakitlerde ama “o çooo…k entelektüel” diye ağzını yayanlar etrafta gezinirken 2016’nın Ocak ayında o zaman yazdığım Hür Haber’de “Etyen Mahçupyan’ı Eleştirmek…” adlı yazı yazdım, uğradığım linçin haddi hesabı yoktu. Vefasıyla herkese örnek olan Binali Yıldırım’dan önceki başbakanı 7 Haziran seçimlerinden sonra eleştirmeye başladığımızda bizim medya başta olmak üzere birçok kesimin lincine maruz kaldım. Bir sivil toplum kuruluşu “İsrail bayrağıyla örtünen çıplak kalır” Filistin atasözüyle Cumhurbaşkanı’nı hedef aldığında, Erdoğan’ın yanında bir kale gibi durdum, o sivil toplum kuruluşu ve saz arkadaşları tarafından lince aynı şekilde maruz kaldım. Sorun değil, Mahçupyan’ı eleştirdiğim yazının sonunda belirtmiş olduğum gibi tüm bunları yalnız kalacağımı bilerek yaptım. Bu süreçlerde benimle aynı fikri paylaşan kıymetli fikir adamları, yazarlar, siyasetçiler de aynı yalnızlığı yaşadılar. Hatta benden daha çok lince uğrayanlar da oldu.
Asıl soru şu: Biz nasıl bu duruma geldik? Kendi arkadaşımızı böyle bir durumda savunmayı bırakın, Muharrem İnce’nin bir gazeteciye yapmış olduğu hakaretleri nasıl görmezden geliyoruz da saçma sapan birçok konuyla ilgilenmeyi marifet sayıyoruz? Aynı dava peşinde koşarken, hepimiz iyi kötü bir şekilde bu ülkeye, demokrasiye ve özgürlüklere katkı sunmaya çalışırken, Türkiye’yi hedefe koymalarına karşı çıkarken bu kadar dağınıklık, kompleks, çekişme, kıskançlık ve birbirinin üzerine basarak yükselme telaşı neden? Sadece soruyorum, neden?
Belki de Fuat Ağabey en doğrusunu yaptı. Kapattı tüm sosyal medya hesaplarını ve sadece yazısını yazacak, inandığı doğruları yazmayı sürdürecek. Birkaç zamandır onu düşünüyorum umutlarım yerle bir olurken, hevesim de iyice kaçıyorken; her şeyi bırakıp hayatın güzellikleriyle ilgilenmek, sanatla, kültürle, edebiyatla, bahçeyle, yolculukla ya da ne bileyim kitabın sayfalarıyla uğraşmak daha mı iyi? Sanırım evet bir kere geldiğimiz bu hayatta daha iyi, yine de küçük bir umut var içimizde işte, bitene kadar, nefesimiz yetiyor demektir, bittikten sonra ise nefes alacağımız birçok şey bulunur yalnız ve güzel ülkemde, yalnız bir şekilde…
Vesayet biterken ilk kabine…
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin ilk kabinesi Başkan Erdoğan tarafından açıklandı.
Kabineye baktığımda ilk göze çarpan çiçeği burnunda tüm bakanların ilgili oldukları alanlarda bakanlık koltuğuna oturması.
Yeni sistemin de en büyük avantajlarından biri bu zaten. Yürütme şirket mantığıyla çalışacak, dolayısıyla güncel siyasetten uzak tamamen iş odaklı alanında uzman kişiler bağlı bulundukları bakanlıkla ilgili çalışmalarını yürütecekler. Bu anlamda parlamenter sistemde olduğu gibi bir durum söz konusu değil, işini yapan devam edecek, yapamayanla da yollar ayrılacak. Performansa dayalı bir yürütmenin Türkiye’yi çağ atlatacağını düşünüyorum.
Belli odaklar tarafından en fazla tartışılan ise Maliye ve Hazine Bakanı Berat Albayrak oldu. Tabi bre cahillerin bilmediği şey ise, Albayrak’ın kendilerinin hayalini dahi kuramadığı okullarda finans eğitimi alması. Dolayısıyla başarılı bir Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın ardından asıl alanı olan bu bakanlıkta da çok başarılı olacağını düşünüyorum.
2015 yılında “Berat Albayrak kadar başınıza taş düşsün” diye bir yazı yazmıştım, hedefe koydukları Berat Albayrak konusuna haftaya devam edeceğim.
Bugün 15 Temmuz…
15 Temmuz 2016 günü hain bir darbe girişimi yaşadık FETÖ’cü teröristler tarafından.
Darbenin üzerinden iki sene geçti geçmesine ama hala FETÖ devletin kurumlarından temizlenebilmiş değil.
Neredeyse her gün Türkiye’nin dört bir tarafında gerçekleştirilen FETÖ’yle mücadele kapsamındaki operasyonlarla uyanıyoruz. Uzun soluklu bir mücadele. 40 yıldır devleti ahtapot gibi saran bir yapıyı hemen bitirmek öyle kolay değil.
Geçen gün 15 Temmuz Şehitler Köprüsü’nün karar duruşması vardı. 44 FETÖ sanığının beraatine karar verdi mahkeme. Beraat eden bu 44 sanık mahkeme salonunda Harbiye Marşı’yla şov yaptılar, şehit ailelerine saldırdılar. Açıkçası bu karar vicdanları yaralamışa benziyor. İstanbul 25. Ağır Ceza Mahkemesi’nin hangi gerekçeyle bu beraatleri verdiğinin takipçisi olacağız.
Ama umudu korumaya devam, devletin içinde bir tane bile FETÖ’cü terörist kalmayana dek bu mücadele sürecek, sürmek zorunda.