Bu yazı kaleme alınırken Fransızlar Başkanlık Seçiminde oy kullanmak için sandık başına gitmeye yeni yeni başlıyorlardı.
Bu yazı kaleme alınırken Fransızlar Başkanlık Seçiminde oy kullanmak için sandık başına gitmeye yeni yeni başlıyorlardı. Dolayısıyla Fransız seçimlerinin nasıl sonuçlandığı, niçin böyle sonuçlandığı ile ilgili muhtemelen bütün hafta okuyacaklarınıza, duyacaklarınıza hazırlık mahiyetinde bir yazı bu. İki beklenti, seçim gününe yaklaşırken gerçekleşeceğine kesin gözü ile bakılan kehanetler olarak ifade ediliyordu. İlki Fransız seçim sistemiyle ilgili olarak ikinci tur beklentisi- ki 1958’den beri aksi yaşanmış değil. İkincisi, bu sefer aşırı sağ adayların iktidara yakın olduğu gerçeğinden yola çıkarak, Emmanuel Macron ve Macron’un en yakın takipçisi aşırı sağdan Marine Le Pen arasındaki oy farkının çok çok az olabileceği tahmini. Kısaca Fransa’yı ve Fransa’daki seçim sonuçlarının Avrupa’daki istikrar açısından ne anlam ifade edeceğini tartışmak zorunda kalacak AB Bürokrasisini heyecanlı günler bekliyor.
Mucizeden başka bir şey…
Brüksel, Almanya seçimlerinin merkezi güçlendirici etkisi ile rahatlamıştı. Ancak herkes Almanya’nın nevi şahsına münhasır bir aktör olduğunu kabul ediyor. Almanya, en nihayetinde, kısa bir sürede savunma harcamalarını beklenmeyen oranda artırma kararı alabilecek ekonomik kaynaklara sahip bir ülke. Bu elbette sokaktaki adamın küresel ekonominin getirdiği olumsuz şartlardan etkilenmediği anlamına gelmiyor. Ancak, Almanya seçimlere giderken, Merkel’in bir ekonomik bir mucize yarattığı ve Almanya’nın AB’nin ekonomik motoru haline geldiği genel kabul görüyordu. Mesele, bu mucizenin uzun dönem sürüp sürmeyeceği sorusuydu. Oysa Fransa, pek çok açıdan mucizeden başka bir şey tecrübe ediyor. Bu “mucizeden başka şey” tanımlaması doğrudan kulaklara bir felaketi çağrıştırmıyor elbette, ama sıkıcı, renksiz, tatsız bir yönü var. Zaten bu nedenle Fransa’da pazar günü gerçekleşecek seçimlerde tarihin en düşük katılım oranlarından biri bekleniyor. Siyaset ve siyasetin beslendiği taban, halk, birbirine niçin uzak duruyor tartışması uzun bir tartışma ama seçim kampanyaları sırasında adayların halktan uzak bir dönem geçirdiği, 12 adayın yarıştığı seçimde kimi adayların sahaya hiç inmemeyi tercih ettiği de bir gerçek.
Sahada olan adaylar
Macron ve Le Pen arasındaki farkın nasıl bu kadar azaldığını tartışanlar, Le Pen’in bu seçimlerde yürüttüğü kampanyanın hem Macron’un yürüttüğü hem de bizzat kendisinin 2017’de yürüttüğü kampanyadan farklı olduğunu vurguluyorlar. Anlaşılan Madam Le Pen, bu seçimlere hazırlanırken sokaktaki halkla doğrudan temas kurmanın önemli olduğunu düşünmüş. Kasaba kasaba gezdiği, küçük kalabalıkların içine girip seçmenle birebir temas kurmayı tercih ettiği yazılıp duruyor. Üstelik Le Pen’in kendisinin de “kampanyasının” farklılığını vurgulamaktan zevk aldığını görüyoruz. Bu tercih eğer işe yarar ve Le Pen’in oy oranı ciddi olarak artarsa seçimleri etkileyen faktörler arasında “ekonominin” baş tacı edilmesi meselesini de gözden geçirmek gerekebilir. Le Pen’in aşırı sağ adaylardan biri olduğu gerçek. Ancak sahada başka aşırı sağ adayların da olması, hatta ırkçı, Müslüman/İslam/yabancı/Arap karşıtı söylemde “radikal” söylem gücünü sahada Eric Zemmour’a kaptırmış görünmesi ironik bir biçimde Le Pen’in işine yaramış ve kampanya tercihinin de önemini artırmış. Aslında Zemmour’un söylemlerinin Baba Le Pen’i hatırlattığını, Marine Le Pen’in iktidara yakınlaştıkça söylemlerini cilalandırmayı tercih ettiğini düşünenler de var. Zemmour’un “nefret suçundan” hüküm giymiş olması dahi radikalleştirici söylem söz konusu olduğunda kimin önde olduğunu gösteriyor.
Radikalleşen söylem
Zemmour, “ırkçı” ayrıştırmayı hiç utanmadan kullanan bir figür. Fransa’nın çöküşünü Arap ve Müslüman nüfusa bağlıyor ve bir nevi Endülüs’ün intikamını yeni bir fetih hareketi başlatarak almaya çalışıyor. Tarih ve kültüre bol bol atıf yaptığı konuşmalarını da bir medeniyetler çatışması, Fransız olan her şeye karşı olanlarla girilecek bir son savaş vurgusu ile bitiriyor. Bu tür kıyamet, son savaş beklentisinin Avrupa’da gerçekten savaş vuku bulurken dillendirilmesi ama bir bilim kurgu romanı ve filminden ziyade de Gaulle gibi saygın figürlere atıflarla süslenmesi elbette bir heyecan dalgası yaratıyor. Zemmour destekçileri, hareketin ilham kaynağı Renan’ın Rus aşırı milliyetçiliği tarafından kullanıldığı gerçeğini göz ardı ediyorlar. Zemmour’un Rusya söz konusu olduğunda köşeye sıkıştığını ya da Arap ve Müslüman nüfustan arındırılmış Fransa’nın işgücü konusunda zorlanacağı gerçeğini unutuyorlar. Ancak tabi 1930’ların Avrupasında değiliz. O yüzden bu dalga şimdilik ancak %9’luk bir destek toplamış görünüyor. İkinci turda Zemmour’un Le Pen’i destekleme sözü verdiği de unutulmamalı. Üstelik Zemmour göçmenlik, kültürel arınma meselelerine duhul olmuşken, Marine Le Pen, orta sınıf için çok daha önemli işsizlik ve ekonomi meseleleriyle ilgilenme fırsatı buldu ve kendini aşırılıktan merkeze daha rahat taşıdı.
Orta sınıf bunalımı
Macron, 2017 ekonomi reformlarını bir başarı hikayesi olarak sunarken Le Pen, Macronist başarının diğer yüzünü gözler önüne seriyor. Emek kesimi güvencesiz çalışma şartlarından memnuniyetsiz, istihdam dışına kayıyor. Sermaye ise yatırımdan uzaklaşıyor. Yani halk diliyle söyleyelim, zengin daha zengin oluyor ama parasını yatırım ve istihdamın iyileşmesi için kullanmıyor. Halkın en fakir kesimi ise -ki yine yüzde 9/10’luk kısımdan bahsediyoruz kaybedecek hiçbir şeyi olmayan bir kitleye dönüşüyor. Evet ekonomi büyüyor, enflasyon diğer AB ülkeleriyle karşılaştırıldığında çok korkunç görünmüyor ama istihdam daralırken orta sınıf ümitvar olamıyor. Bu noktada Le Pen’in bu iki aşırı uç arasına seslenecek bir siyasi alan yakalamış olması kendi adına büyük bir şans. Diğer şansı ise Fransız solunun darmadağın olması. Sol adaylar içerinde Jean-Luc Mélenchon kendi çapında bir kampanya yürüttü. Ancak Mélenchon’un Keynesyen toparlanma modelinin memnuniyetsiz kesimleri ikna etmekte Le Pen’in gerisinde kalması son derece düşündürücü. Eğer seçimlerde Macron-Le Pen ikilisi ve Mélenchon arasındaki fark açılırsa bunun üzerinde düşünmemiz ve merkez solun Macronist politikalar tarafından yutulduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Yutulmayan sol da kimsenin boğazına takılmayacak bir lokma haline gelmiş zira siyasi alan radikalleşirken -Sarı Yeleklilerden Zemmourcu söyleme- siyaseten doğru-yanlış pusulasının şirazesi için solun önerecek bir şeyi kalmamış gözüküyor. Zaten Mélenchon dışındaki sol adayların söylemleri de konu Laiklik, İslam ya da Arap nüfus meselesine gelince merkez sağ hatta aşırı sağdan çok farklılaşmıyor. Bu durumda dahi Fransız Müslüman nüfusun Mélenchon’u destekleyeceği şüpheli. Oy vermemeye gitmek de bir seçenek olarak dillendiriliyor. Sözün özü, Fransa’da siyaset merkez ve solda sahadan ve insandan kopmuş bir görüntü sergiliyor.
Macron’un şansı
Bu tabloda Macron’un şansı ne? Macron’un ilk dönemi başarısızlıklarla dolu. 2017 ekonomi reformlarını karlı bulan yüzde 30’luk bir kesim var ama Macron’un planının bu karı Fransız liderliğinde bağımsız bir Avrupa duruşu oluşturmak için kullanmak olduğu düşünüldüğünde, “kar” kasalarda-ceplerde kalmış görünüyor. Libya, Lübnan, Suriye, Çad ve Mali’deki durum düşünülürse Fransa’nın zaman zaman kendi “arka bahçesi” olarak nitelendirdiği alanda artık “arka bahçesinde” olamadığı da açık. Macron, kimi zaman Trump Amerika’sına kimi zaman Putin Rusya’sına göz kırparak büyük güçlerin peşine takılarak başka bir kapıdan arka bahçenin bir köşesine dönebilir miyim diye çok uğraştı. Ancak ne içeride ne dışarıda bu tür bir de Gaulleist stratejiye geçit verecek koşullar oluştu. Küçük güçlerle iş birliği yapıp onların ihtirasından faydalanma stratejisi de Ukrayna savaşının gölgesinde kayboldu. Bu nedenle Macron’un dış politikası Avrupa liderleri için ihtiraslı pragmatizmin sınırlarını gösteren bir karikatüre dönüştü. Yine de Ukrayna savaşı ile savaş koşullarının Avrupa’nın göbeğine gelmesi Macron’a ihtiraslı pragmatizmden saf pragmatizme dönüş için bir şans verdi. Macron’un son dönemde bu şansı kullandığı da görünüyor. Tabi bu güzel dönüş hikayesini Fransa’da kimlerin satın alacağını göreceğiz. 2017’de satılandan çok daha ılımlı ve sıradan bir hikâye bu ama belki de Macron’un en büyük şansı bu tür sıradan hikayelerin kendisinin Başkanlık Seçimlerinde ehveni şer bir seçenek olma olasılığıyla örtüşmesidir.