1453'e kadar defâlarca kuşatılan şehri almak daha önceki komutanlara nasip olmamıştı, çünkü mesele sâdece küçük bir toprak parçasının alınması değildi.

El değiştiren toprak parçasıyla kıyaslanamayacak kadar büyük etkiye sâhip fethin 567. yıldönümünü kutladık. Bu seneki kutlama, gerçek bir kutlamaydı. Kutlama programının merkezinde Ayasofya vardı. Televizyon ekranlarında sâdece fethin sembolü olan Ayasofya’yı gördük. 1934’ten beri, restorasyon bahânesiyle mahzun kalan Ayasofya’nın sesini soluğunu duyduk âdeta. Fetih Sûresi’nin tilâvetiyle başlayan programın daha iyisi, Ayasofya’nın tamâmen açılışı olurdu. O da olacak inşallah.

Latüftehannel…

Bu fethin yüzyıllarca rüyâsını görenleri bu sevdâya düşüren sebep, siyâsî sebeplerin yanında Peygamber Aleyhisselâm’ın hâdis-i şerifi olmuştur. Eyüp el-Ensârî hazretlerini atın üstünde duramayacak kadar yaşlı olmasına rağmen buralara getiren sebep buydu. Fethe şâhit olamadı ama fethe sebep olanlara teşvik oldu.

1453’e kadar defâlarca kuşatılan şehri almak daha önceki komutanlara nasip olmamıştı, çünkü mesele sâdece küçük bir toprak parçasının alınması değildi. Yükte hafif pahada ağır eşyâlar gibi, siyâsî ağırlığı ile diğer hiçbir şehirde olmayan öneme sâhipti.

Nasıl bir fâtih?

Osmanlı tahtına yedinci pâdişah olarak oturan Sultan II. Mehmet, daha “fâtih” ünvânı ile şereflenmeden önce yapması gerekenleri biliyordu. Nesillerdir gelen devlet birikimi ona kaçınılmaz bir kader çizmişti. Sultan II. Mehmet, devrin en güçlü devletinin başına geçtiğinde, kendisinden önceki altı pâdişahın hem siyâsî hem de âilevî mirâsını devralmıştı. Din-i mübin’in mümini olanlar, feth-i mübin’e nâil olmak için nelerin gerektiğinin farkındaydı. Defâlarca kuşatıp alamamak da bunların arasındaydı. Bunlar, bir sonrakinde daha iyisini yapmak için atılması kaçınılmaz adımlardı.

Sultan II. Mehmet, daha şehzâdeliği sırasında fethe lâyık olmak için gereken bütün donanımları edindi. Merkezinde durduğu dünyânın çeperinde olanları ihmâl etmedi. Dönemin bütün önemli siyâsî ve edebî yabancı dillerini öğrendi; kaynaklara asıllarından erişti. Devletin ekonomisini ve askerî gücünü, diğer kralların hayal edemeyeceği seviyeye çıkardı. Fetih rüyâsını görmek için günlerce uykusuz kaldı. Beyaz atıyla şehre girdiğinde hem kendisinin hem de İslâm âleminin rüyâsı gerçek olmuştu.

Rivâyet edilir ki, şehir alındıktan sonra bâzı kişiler Sultan II. Mehmed’in huzûruna çıkıp, fethin kendi duâlarıyla mümkün olduğunu söylediklerinde, Sultan II. Mehmed, belindeki kılıcın kabzasını tutarak “bunun da hakkını yemeyin” diyerek fethin arkasındaki fizikî ve pozitif şartların da önemine dikkat çekmiştir. Sultan II. Mehmed’in “Fâtih” yapan, maddî ve mânevî tüm şartları, beklenen sonuca ulaşmak için bir araya getirmek ve hiçbirini ihmâl etmemekti.

Antik Roma efsânelerinde olan “gemilerin karadan yürümeden şehrin düşmeyeceği” inancını, Latince kaynaklardan okuyup öğrenmiş ve kuşatma sırasında bu efsâneyi şehrin halkına tekrar hatırlatmak için Rumca bilen Osmanlı ajanlarını gizlice şehre sokup çarşı ve pazarda söylentiler yaymıştı. Peygamber Aleyhisselâm’ın hicret öncesi, atılacak her adımı gün gün, saat saat hesaplayıp plânlaması gibi, her şeyi en ince ayrıntısına kadar düşünmüştü.

Hangi fetih?

Ama bu rüyâ, ayakta uyuyarak gerçekleşmedi. Öncelikle, hadis-i şerifte buyurulan müjdenin sâdece bir şehir veya toprak parçasıyla sınırlı olmadığının farkıydaydı. Sultan II. Mehmed, resmen “Fâtih” olmadan önce rûhen ve aklen “fâtih” olmuştu. “Ya o beni alır, ya ben onu alırım” diyecek kadar kararlı ve azimliydi. Bu fetih olmadığı sürece, devletin hem doğuda hem batıda; hem içeride hem de dışarıda daha ileri gidemeyeceğini biliyordu. Bu fetih olmazsa, buraya kadar yapılanlar zâyi olacaktı. Sultan II. Mehmed, Konstantitapolis’i alıp hadis-i şerifte buyurulduğu adıyla “Konstantiniyye” yapmazsa, şehir Osmanlı topraklarında bir çıban gibi duracaktı.

Fâtih Sultan Mehmet, şehri sâdece surların dışından kuşatmadı. Şehre soktuğu ajanların yanında, özel olarak yaptığı dört-beş metre çapında ve deve derisinden yapılan dev kösleri 7/24 vurdurarak, şehir halkını günlerce uyutmayıp psikolojik dirençlerini kırdı. Buradan alacağımız ders, fetihlerin sâdece kendi imkân ve şartlarımızı düşünerek yapılmadığıdır.

Bugünün fetihlerine ve fâtihlerine müjde

Varsın birileri Kur’ân-ı Kerim’deki âyetlerin târihsel olduğunu ve artık geçerliliği olmadığını iddia etsin. Onların bakış açısına göre hadis-i şerifler de çoktan önemini kaybetmiştir. Ama Peygamber Aleyhiselâm’ın “güzel komutan” ve “güzel ordu” diye müjdelediği insanlar hâlâ sıralarını beklemektedir. Milâdî 632 yılından önce söylenen bir kutlu söz, 1453 yılında gerçekleşiyorsa, neden 2020’de de gerçekleşmesin. O gün “Konstantiniyye” olarak gösterilen hedef, bugün İHA’dır, SİHA’dır, lazer topudur, millî teknolojidir, temiz enerjidir, yeni ilaçlardır. O gün “Bizans” olarak gösterilen hedef, bugünün zâlim devletleri, mütecâviz ordularıdır.

Fâtihlik, sâdece Sultan II. Mehmed’e âit ve ona özel bir sıfat değildir. Fetih ve fâtihlik, her devirde birden fazla kişinin kazanabileceği bir başarıdır. Bu sıfat, devrin çıbanını bulup onu yok etmek için gerekli donanımı edinmek ve gerekli şartları sağlamaktır.

Peygamber Aleyhisselâm’ın “âhir zaman” vasfına imân ettiysek, O’nun müjdelerinin de âhir zamanda her an karşımızda olduğunu bilmeliyiz.