Nüfûsu on beş milyonu çoktan aşan İstanbul'da değil yüzde bir, on binde bir oranında bozucu azınlık (bin beş yüz kişi yapar) İstanbul'daki toplumsal hayâtın işkenceye dönüşmesi için maalesef yeterlidir.
Demokratik rejimlerde yönetime gelmek için “en çok oy” almak ve daha demokratik yönetimlerde "%50+1" formülünün gerçekleşmesi şarttır ve yeterli olmaktadır. Ama “%50+1” formülünün demokratik siyâsetteki yapıcı etkisinin aksine, toplumsal hayatta yapıcı bir işlev gördüğünü söylemek bir temenni olmaktan ileri gidemiyor. Yâni herhangi olumlu ve/veya yapıcı karârın o "%50+1" tarafından uygulanması, sonucun olumlu olmasına yeterli olmamaktadır. Aksine, bu karâra "%1"lik küçük bir kesim uymaması, değil "%50+1", "%99" gibi ezici bir çoğunluğun karârı uygulamasını boşa çıkarabiliyor. Yâni "ezici çoğunluk" %51’den çok daha fazla olsa da, %1’den bile az olan "bozucu azınlık" karşısında mağlup oluyor.
Bu duruma gündelik hayattan birkaç örnek verelim. Mesela yüz hâneli bir mahallede, her hânenin çöplerini zamânında çıkarması ve belediyenin belirlediği yerlere konan çöp konteynırlarına atması gerektiğini düşünelim. Bu yüz hânenin doksan dokuzu bu kurala uyarken, toplumsal disiplinden uzak, başına buyruk, kural tanımaz, keyfine düşkün tek bir hânenin, çöplerini gerektiği zamanda çıkartmaması ve hatta çöpü konteynıra değil de herhangi bir köşeye bırakması, o mahallede çöp sorunu yaşanmasına sebep olur. Zira herhangi bir köşeye bırakılan çöp, sokak hayvanları tarafından dağıtılacaktır. Bu çirkin manzaranın sebebi, belediyenin çöpleri toplamaması veya mahalle halkının çöp atma kurallarına riâyet etmemesi değildir. Tek bir hânenin çöpü kurallara aykırı bir şekilde atması, yüzde doksan dokuzluk ezici bir çoğunluğun yüzde birlik bozucu azınlık karşısında etkisizleştirmektedir.
Başka bir örnek olarak, topluca gidilen gezilerde otobüsün kalkış saatine uymayıp geç kalan tek bir kişi yüzünden, zamânında gelen bir otobüs dolusu yolcuya rağmen, otobüsün geç hareket etmesi verilebilir. Geç kalırken kastî bir kötü niyeti olmamasına rağmen, toplum kurallarına uyma konusunda hassâsiyeti ve diğer insanlara saygısı olmayan kişilerin oluşturduğu “bozucu azınlık”, küçük ama mide bulandıran sinek gibidir.
Bu tavrın ne kadar olumsuz bir etkiye sâhip olduğunu trafikte kuralları hiçe sayan, “uyanık” ve “her zaman önemli işi olan” sürücülerde görürüz. Binlerce araç sürücüsü trafik kurallarına uyarken, emniyet şeridini ihlâl edip sağ şeritten katılım yaparak trafiğin akışını yavaşlatan ve durduranlara her gün rastlamak mümkündür. Kurallara uyulsa daha hızlı akacak olan trafik, binlerce araç içinde birkaç araç yüzünden sıkışır. Maalesef bu bozucu azınlığın kendince her zaman bir açıklaması vardır.
Benzer bir örneği sinema salonlarında hepimiz gözlemlemişizdir. Filmin ne zaman başlayacağı hem afişte hem de bilette yazmasına rağmen, en az bir kişi veya bir çift, film başladıktan sonra gelir ve hem oturanları rahatsız eder hem de projektörün önünden geçerken gölgeleri perdeye yansır. Böylece zamânında gelip yerlerine oturan bir salon dolusu seyircinin film keyfi bozulur.
Her birey bozucu olabilir
Yukarıdaki örneklerdeki insanlar, hep aynı insanlar değildir. Ama her seferinde farklı kişilerin yaptığı bozucu eylem sebebiyle sorun kronikleşmektedir. Maalesef “ilk defa yaptım” türünden bir savunma da toplum hayattaki bu gibi sorunlara çözüm getirmemektedir. Her seferinde farklı kişiler tarafından yapılır olsa da, zamanla “herkes yapıyor” hâline gelen bu bozucu eylemler, özellikle yabancılık hissinin hat safhada olduğu şehirleri yaşanmaz hâle getiren sebeplerin başında gelmektedir.
Nüfûsu on beş milyonu çoktan aşan İstanbul’da değil yüzde bir, on binde bir oranında bozucu azınlık (bin beş yüz kişi yapar) İstanbul’daki toplumsal hayâtın işkenceye dönüşmesi için maalesef yeterlidir. Bu oran bile, zoru görünce “herkes yapıyor” mâzeretine sarılanlar için yeter de artar bile. Bunu, kendince “uyanıklık” olarak yapanlara, aslında her zaman herkesin ihtiyaç duyduğu toplumsal düzene, kendi çaplarında zarar verdiklerini anlatmak çok zor, hatta imkânsızdır.
Kurumsal töhmet
Bu bozucu azınlığın parçası olduğu kuruma halel getirme özelliği de vardır. Bir kurum bünyesinde çalışan bir kişinin yaptığı kanun ya da ahlâk dışı bir davranış veya eylem, tüm kurumu töhmet altında bırakabilir ve o kurumun itibârını zedeleyebilir. Bunun en güncel örneği, sayıları zar zor yüzü geçen emekli amiralin, demokrasi karşıtı bir bildiri yayınlayarak tüm Türk Silahlı Kuvvetlerimize ve onun şerefli subaylarının itibârına hâlel getirmesidir. Altıyüzbinden fazla mensubu olan Türk Silahlı Kuvvetlerimiz son dönemde yurt içinde ve yurt dışında kazandığı zaferler, sâdece yüz dört emekli amiral yüzünden ikinci plâna düşebilmektedir.
Daha yıkıcı bir örneği de inancın sembolü olarak görülen giyim kuşam üzerinden verebiliriz. 28 Şubat zihniyeti tarafından hedef hâline getirilen başörtü için büyük mücâdeleler verilmiştir. Ama günümüzde başörtüsünün “tesettür modası” gibi bir kavramsallaştırma ile itibarsızlaştırılmasının yanında, “sâdece başı kapalı” olup olumsuz tavır ve davranışlar içindeki küçük bir azınlık tarafından tesettür kurumuna halel getirilmektedir.
Yolsuzluğun küçüğü ve azı olmaz
Medyaya yansıyan ya da kulaktan kulağa yayılan yolsuzluk haberleri herkesi rahatsız eder. Ama bir eylemin yolsuzluk olması için mutlaka ihâleye fesat karıştırmak, rüşvet vermek ve haksız bir şekilde kişisel menfaat elde etmek gerekmez. Toplumu oluşturan bireyler, büyük rakamların söz konusu olduğu yolsuzluklara haklı tepki verirken, “kendi çapında yolsuzluk” yapanlar dikkatten kaçmaktadır.
Çocuğunun öğrenci kartıyla belediye otobüsüne indirimli binmek, yemek sırasında ön tarafta olan arkadaşının yanına kaynak yapmak, belediye otobüsüne binerken Akbilini hazırlamadığı için çantasından çıkarırken diğer yolcuları bekletmek ve otobüsün durakta gereğinden fazla durmasına sebep olmak, otomobili kısa süreliğine de olsa trafiği aksatacak şekilde park etmek ve günlük hayatta karşılaştığımız nice örnek, bozucu azınlığın sebep olduğu yolsuzluğa örnektir.
Bunlara yolları tıkayan eylemler oldukları için yolsuzluk denir. Maalesef kilometrelerce uzunluğundaki bir caddenin yanlış park edilen bir araç yüzünden tıkanmasının sebebi yanlışın büyüklüğü ve bu yanlışı yapanların çokluğu değil, yanlışın küçük ve çoğu zaman tek bir kişi tarafından yapılmasıdır. Milyonlarca kişinin yaşadığı bir şehirde sosyal hayâtı alt üst edecek küçük bir yanlışı her gün yüz kişi yapsa bile, o yanlış her gün yapılır ve o şehirdeki milyonlarca insanın hayâtı çekilmez hâle gelir. Ve biz yapmazken eleştirdiğimiz küçük ama etkili yanlışları kendimiz yaparken “herkes yapıyor” mâzeretine sığınınca düzelen hiçbir şey olmuyor.