Bugünkü tarzda çalışma hayatı, yani evlerden ayrılıp iş yerlerine gitmek suretiyle gerçekleştirilen organizasyonlar çok değil en fazla iki yüz yıldır hayatımızda.

YALANCININ MUMU

Hükümdarlardan bazılarının tebdili kıyafet ile halk içinde gezinerek denetime çıktıkları bilinir. Bunlardan Sultan Mustafa bir bahar günü derviş kıyafetiyle çarşı pazar gezer. Yorulunca Samatya taraflarında bir tepeciğin üzerinde dinlenirken dürbünle etrafı kolaçan eder. Etrafı kolaçan ederken birde ne görsün. Karşılarda bir yerde bir genç erkekle bir genç kız sarmaş dolaş öpüştüklerini görür. Hemen yanındaki Nakşi’ye seslenip o kişiler hakkında bilgi toplamasını emreder. Nakşi gidip, döner ve şöyle der:

- Efendimiz. Bunlar hayli zamandır birbirini göremeyen iki kardeştirler. Oracıkta rastlayınca dayanamayıp sarmaş dolaş olmuşlar. Zat-ı şahaneye de arz-ı ihlas eylediler.

Padişah gülmüş:

- Nakşi! Yalan söyledin amma zararı yok; bir yalanla iki kelleyi birden kurtardın.

Böyle yalan söyleyen baş üstüne. Yoksa baş kesile. Öyle bir yalan söyleyeceksin ki hem başın kurtulacak hem de Allah’ın indinde makbul olacak. Yoksa yalancının mumu yatsıya kadar derler.

EVDEN ÇALIŞMAK: KOCA BİR BALON

Bugünkü tarzda çalışma hayatı, yani evlerden ayrılıp iş yerlerine gitmek suretiyle gerçekleştirilen organizasyonlar çok değil en fazla iki yüz yıldır hayatımızda. Evlerin önünde tarım arazisini ailecek ekip biçerek hayatını idame ettirenler çiftçi ailelerdi. Büyük çoğunluğun çiftçi olduğu Tanrı’nın insana bahşettiği uçsuz bucaksız arazileri ekip biçmesi için hediye ettiği bir uzun dönem yaşadı insanlık ve bunun adına da tarım toplumu dedik. Arkasından gelen sanayi devrimi ile büyük değişiklikler gerçekleşecekti. Özellikle kadınların evden ayrılıp atölyelerde çalışması ilk defa olacak bir şeydi. Ailelerin yapısı zamanla değişecekti.

Şehir hayatı

Kadın iş gücünün de sanayiye katılmasıyla birlikte çalışma hayatı farklı bir boyut kazandı. Daha önce adı olmayan iş kolları oluştu. Aile, çocuk gibi kavramların yapısı sürekli değişti. Geleneksel ailenin yerini yavaş yavaş tüm aile bireylerinin çalıştığı bir yapı aldı. Artık kadınlar sadece evde değil okulda, hastanede, sanayide zamanla her yerde varlık göstermeye çalışarak kapitalizm en önemli unsurları olmaya başladılar. Artık kadın sadece ihtiyaçları evin reisine not ettiren değil daha da ötesi ihtiyaçları kendi belirleyen ve kendi satın alan bireye dönüştü. Böylece şehir hayatı köy hayatının o ağır toprak kokusunu üzerinde atarak modern bir hayata yelken açtı. Şehirli demek artık; özenilen, beğenilen, gıpta edilen demekti. Köyse sefalet, karın tokluğuna çalışmak, medeniyetten uzaklık, cahillik demekti. Bir bakıma da doğruydu ama bu doğruluğun sebebi de yine kapitalizmin kendisiydi.

Allah çalışanı sever

Kadın veya erkek fark etmez çalışmak her insana farz kılınmıştır. Boş oturmak şeytanın işidir. İnsanın aklına olmadık şeyler getirir. Özellikler bizim kültürümüzde kadınların ne kadar çalışkan olduklarını sanırım söylemeye bile gerek yoktur. Sırtına bebesi bağlı tarlada çalışan kadın, evine gidip aşını ocağa koyan, temizlik yapan sofrayı kuran ve daha da ötesi köyün, mahallenin dert ablası, teyzesi, şifacısı, hocası da olabilen kadınlarımız vardı. Her şeye hakkıyla yetişen kadınlardı. Allah boş oturanı sevmez düsturu ile amel eden bacılarımızdı. Şimdi de böyle olanlar vardır mutlaka ama sayıları çok azaldığı için biz bilmiyoruz sanırım.

Bugünün problemi

Modern dönemde kadın daha çok çalışıyor, daha fazla didiniyor ve yıpranıyor. Çünkü daha çok tüketmek için çalışmak zorunda kalıyor günümüzde kadın. Oysa kadîm zamanlarda kadın sadece temel ihtiyaçların karşılanması için çalışıyordu. Bugün daha fazla tüketebilmek için ve tükettirebilmek için dinlenemeden çalışan bir kadın var. Bir zamanlar tarlada çalışan kadın toprağa derdini, tasasını, çilesini akıtıp karşılığını alabilirken sonraki zamanlarda kadın hep vermek için çalışmaya başladı. Bu da kadının manevi dünyasını alt üst etti. Her şeyin mekanikleştiği dünyamızda insanın yerini huzurun teminatı eşyalar, giysiler, elektronik aygıtlar, arabalar ve bunların hakkını da layıkıyla verebilmek için bir güzellik, estetik, konfor algısı üretildi ve başta kadınlara giydirildi.

Evden çalışan kadın

Fütürist Alvin Toffler’in üçüncü dalga kitabında yazar karma bilinçten bahseder. Bu konuya girmeden de sanayi devriminin son evresinin de ‘evden çalışma’ olduğunu söyler. İlk başta özellikle kadınlara çok cazip gelen kısa ömürlü bu fikrin sonuna gelindiğini, sadece evden çalışarak iş hayatını keyifle devam ettireceklerine inananların hüsrana da uğrayacaklarını söylemiştir yazar. Gerçi onun söylemesine de gerek kalmadan bunu deneyimledik aslında. Özellikle kadınların tam bir konsantrasyon içinde evden işlerini yürütebilmenin zorluğunu ve imkansızlığını yaşıyoruz. Evden çalışmak demek aile bireyleri ve yakınları için sizin her zaman onlara ayırmanız ve işlerini halledecek zamanınızın olduğu anlamına gelir. Komşu, arkadaş telefonları, internet mesajları, çocuk sesleri arasında konsantrasyonunuz alt üst olur. Ne tam bir çalışan kadınsınızdır ne de bir anne, eş, evlat. Bu devir bitti. Bu tekrar ofislere dönemine dönüyoruz anlamına gelmiyor elbette. Ama yeni bir sosyokültürel yapılanmanın eşiğindeki ara dönemi yaşıyoruz. Bu yüzden belki bizler bunu çok başaramasak da çocuklarımız daha az taviz veren ve benliklerini hayatlarına göre düzenleyen bireyler olacaklar. Aslında bunu şimdiden daha genç kuşakta görebiliyorum. Bizlerde kendi çocuklarımıza bu konuda daha anlayışlı olacağımız kesin.

AİLEM

Olabildiğince saf, sıradan adımlar atarak büyüyen ailem. Gün geçtikçe sevgimizi büyüten yavrularımızın gülüşüne kondurduğumuz sevinç çizgilerini saklayıp koruyorum. Yuvanın dişi kuşu olarak kuru dallardan umut yeşertmeye, bitmeye yüz tutmuş darı ambarına yenisini alıp koymaya, en güzeli de her türlü rengi paylaşıp içimde çoğaltmaya çalışıyorum. Yuvamızın saadetini Yaradan’ın eşsiz sırrına emanet ediyorum. Birimizin hepimizin vazifesini üstlendiğini biliyor ve bu yuvanın ebedi ışıklar saçması için gökyüzüne resimler çiziyorum. Gören bakan herkes; uçan kuştan, bulutlardan, yağan yağmurdan, güneşten, rüzgârdan, fırtınadan ilham alsın yuvasını bir yudum mutluluk hediyesi ile uyandırsın. Sevinç sonsuz çeşitliliğe kucak açmak başka yuvalara da ilham olmak demektir. Bizler bir bitimsiz saadetin kaynağı olarak nice gönüllere girmek için tebessümü bir görev bildik. İşte budur size vasiyetim sevgili ailem.

JAPON GENÇLİĞİ HAYALETLERE İNANMIYOR

Neden bilmiyorum ama ben şu aralar Japonya’dan gelen haberlere takılmış vaziyetteyim. En son haber şöyle Akira Aka adında bir emlakçı içinde ölü bulunarak kalan evleri yeniden yapıp normalden daha ucuz fiyata kiralıyor. Bu da Japonya’da ayrı bir sektör oluşturmuş ve Japonlar buna Jikko Bukken diyorlar. Cinayet, yalnız ölüm gibi sebeplerden evde ceset bulunan bu evleri birçok Japon kiralamaya cesaret etmediği için emlakçı Aka bunu kendisine bir hizmet olarak belirlemiş. Birileri ölen yakınlarına yardım etmeli ve destek olmalı diyerek kalan dairelerin kiralanmasına yönelik misyon oluşturmuş emlakçı kendine. Japonların nüfuslarının giderek azalması ile birlikte daha çok fazla bu şekilde daireye talip olacağını belirten Aka Japon gençliği hayaletlere inanmadığı için bu evleri onlara daha uygun fiyata kiralayabildiğini de belirtiyor. Sanırım Japon insanının temel problemi çalışmak dışında hiçbir şeye inanmamaları. Bu ileride nasıl bir toplum oluşturacak bu konuda sanırım çalışmalar yapılıyordur. Japonya’da Pekin Üniversitesinde Osmanlı İslam Tasavvufu konusunda çalışmalar yapan bir kürsü kuruldu. Belki kurtuluşu İslam’da bulup; çalışmak ve İslam’ı birleştirerek muhteşem bir yeniden doğuşa kavuşabilir Japon halkı kim bilir?

TAKDİR DUYGUSU

Apartman kapısından çıkarken çocuk arabasıyla çıkmaya hazırlanan komşuya kapıyı açıp buyurun dedim. Aldığım cevap ‘gerek yok’ oldu. Beklemediğim bu cevap karşısında şaşkınlıkla peki demek oldu ve öylece dışarı çıktım. Planlanmadan içten bir şekilde anneye yardım etmekti amacım. İçim burkularak çıktım. Sonra marketten almam gereken bir iki şey vardı. Markete gittim. Alışverişimi yaptım kasada beklerken önümde iki kişi vardı. Onları beklerken bir çocuk hızla bana çarptı elimdeki telefon yere fırladı. Çocuğun yaptığı hatayı fark edip özür dileyeceğini düşünürken. On yaşlarındaki üstü perişan haldeki bir başka çocuk ki o da arkamdaymış koşarak telefonumu aldı ve bana verdi. Teşekkür ettim. Kasaya gelince ona takdir duygumu göstermek için çikolatasının parasını ödemek istedim. Çocuk bana bakarak abla dedi “ben sadece yardım etmek istedim. Baktım elleriniz doluydu” diyerek sadece evdeki hasta annesine yetişebilmek için benden sıra izni istedi. İşte iki olay ve takdir duygusu. Umutlarımız hiç kırılmasın. Yıkan varsa yapan da var evvelallah.

ÖLÜMSÜZÜN ÖLÜMÜ: MUHAMMED’LER.

Hafta başında Mısır zindanlarında hapis tutulan seçimle başa gelen Muhammed Mursi’nin mahkeme salonunda vefat ettiği haberini aldık. İnanıyorum ki her Müslümanın yüreğine bir ateş düştü. Şu dünyanın bitmeyen firavunlarına, zalimlerine baş kaldıranların yanında olabilmekten, dua etmekten ve ölmeden kendimizi hesaba çekmeden başka bir çaremiz olmadığını anlayanlar üzüldü bu şehadete. Mursi için değil üzüntümüz onlar hakkın bayraktarlığını yapmış olmaları hasabiyle en güzel yerdeler. Ama hüzün var. Bu hüzündeki payımız, kendi yarım mücadelemiz, az çalışmamız, boş işlerle uğraşmamız vardır. Şehit Mursi’nin arkasından Çin zindanlarında zulüm gören başka bir hak şehidini uğurladık sessizce; Uygur Türkü Nurmuhammed Tohti. Çinlilerin özellikle yazarlara, aydınlara uyguladığı işkenceler ve zulümlerin sesi arşa çıktı da biz duyamıyoruz. Muhammedlerin ölmediğini biliyoruz da ölen bizim insanlığımızsa oturup düşünmek lazım bunca acımasızlığa haksızlığa biz ne yapabiliyoruz. En azından bireysel olarak kendimizi bir yargılamak, tekrar yapılandırmak için başta rutin ibadetlerimizi gözden geçirip benden sene geçebilmeyi niyaz etmek lazım.