'Özkök'ün konuşulmasını en çok sevdiği "siyasete müdahale eden" manşetlerini geçiyorum, yapmış olduğu en büyük kötülük gazetecilere kendisini "mutlak bir örnek profil" olarak sunması oldu.'
Ertuğrul Özkök’ün bundan 20 yıl önce yurt dışına gittiğinde her 500 metrede bir yolda yürürken 3-5 espresso içebildiğini ama şimdi içemediğinden yakınması sosyal medyada çok konuşuldu.
Haklısınız, ne acılar var…
O da zaten bu durumu “bir espresso içsen hayatın gitti” diye açıklıyor.
Zira araya pandemi molası girmiş olacak eski patronu kendisine teknede şarap da ikram etmiyor belli ki.
İlginçtir, Özkök, Hürriyet’le ilişkisi kesildikten sonra bugüne dek hiç çıkmadığı kadar televizyon programına çıkıyor, hiç vermediği kadar röportaj veriyor.
Şaşırtıcı mı? Değil. Çünkü ayrılmasından sonra bir kıyamet kopmadı ülkede, kendini “vazgeçilmez” sanmanın yankılarını duyuyoruz günlerdir.
Her şeye rağmen yine de Sharon Stone’un bornozlu haliyle yaptığı röportaj anılarını merak eden bir kitlenin olduğunu düşünürdüm, ben de büyük hayal kırıklığı yaşamıyor değilim.
Ertuğrul Özkök, ömrünün neredeyse yarısını Hürriyet’te geçirdi, bunun da yarısını kendini anlatmaya harcadı.
Sürekli aynı tekerlemeleri söyledi durdu, hala daha söylüyor.
Ahmet Kaya’nın mezarı başında yapmış olduğu helalleşmeyi yıllardır dinliyoruz, geçen de bir internet sitesine vermiş olduğu röportajda yine bahsediyordu.
Özkök’ün konuşulmasını en çok sevdiği “siyasete müdahale eden” manşetlerini geçiyorum, yapmış olduğu en büyük kötülük gazetecilere kendisini “mutlak bir örnek profil” olarak sunması oldu.
Normali sorunsal hale getirerek, psikolojik bir “hakikat” algısı oluşturdu.
“Otoriter” bir psikolojik zihniyet yaratarak, kendi “hakikatinin”, “evrensel ve mutlak doğru olduğunu” kabul ettirdi.
O nedenle Ertuğrul Özkök’e benzemek isteyenlerle dolu büyüklü küçüklü medya ortamında gazetecilik çoraklaştı.
“Entelektüel” görünmenin patronla şarap içmek, iyi yerlerde yemek yemek ve iyi giyinmekten geçtiğini “tartışmasız bir sınıf atlama basamağı” olarak yutturdu.
“Burjuva olarak öleceğim” derken de burjuvalığı doğallıktan kopuk, kendini “siyaset ve toplum üstü” bir konuma çekme arayışı olarak gördü.
Onun için zaten Hülya Avşar gibi herkesin ulaşabildiği “simit” örneği yerine sadece “seçkin bir zümrenin ulaşabildiği” yurt dışında “espresso” örneğini veriyor.
Sınıfsal kibrin bitmek tükenmek bilmeyen haliyle “sizden daha üstünüm” demenin tuhaf bir arayışı bu.
Ona öykünenler de zaten “sınıfsal atlamayı” gazetecilik başarısında değil, “modernist” hayat tarzının “despot” kollarında aradı.
Ciddiye almak istiyorum ama aklıma şu cümlesi geliyor:
“Dansözlük yaptım diyebiliyorum, bir jonglörcüyüm ben.”
Yerli PCR
Geçtiğimiz haftalarda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan Kovid-19’a yönelik geliştirilen antijen kit uygulamasının müjdesini vererek Sağlık Bakanlığı’ndan onay beklendiğini anlatıyordu:
“Hem milli hem yerli hem de irite etmeden, sadece tükürük testiyle ve 15 dakikada sonucu elde edilen Kovid-19 testi için Sağlık Bakanlığına başvuruda bulunuldu.”
Mevcut PCR’ın yapılış şeklinden dolayı çevremde birçok kişinin çekinerek test yaptırdığını gözlemleyen biri olarak yerli kitin kullanıma bir an önce geçmesini önemli buluyorum.
Yerli Üretimi Koruma Modeli’ne geçtiğimiz bu günlerde bu buluş hem ekonomik açıdan büyük tasarruf sağlayacaktır hem de uygulanışı sebebiyle insanlar test yaptırmayı eziyet olarak görmeyecektir.