Türklük ve Müslümanlık bir araya geldiğinde dünya tarihinde emsali görülmemiş âbidevî şahsiyetler ortaya çıkmıştır.

BEYİN İKİZLİĞİ

Bilim dünyasından nöroloji uzmanlarının araştırmalarına göre, birbiri ile vakit geçiren insanların beyin dalgalarının da zamanla ‘benzer’ özellikler gösterdiğini söylüyorlar. Zamanla gelişen bu beyin ikizliği sosyal olduğu kadar duygusal ilişkilerde de oluşabiliyormuş. Bilim adamları araştırmışlar ama atalarımızın bir sözü vardır; ”bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim” diye. O yüzden kiminle vakit geçirdiği önemli. Özellikle ergenlik dönemlerinde seçilen arkadaşlar hayatımızın diğer dönemlerinden seçilen arkadaşlıklardan daha önemlidir. Çocuklarımızla biz anne babaların daha çok vakit geçirmeleri gerekiyor. Onları başkalarının beyin dalgalarına mahrum bırakmayalım. Zamanla zevkleri, davranışları, düşünce yapıları bir başkasınınkine benzemesin. Sadece kendine benzesin.

ESMA BACILARIMIZ

Türklük ve Müslümanlık bir araya geldiğinde dünya tarihinde emsali görülmemiş âbidevî şahsiyetler ortaya çıkmıştır. Bu Türklüğün İslam öncesindeki değerlerle de yakından ilgilidir. Töre denilen bu hikmet bilgisinin alt yapısındaki unsurlar öyle bir kök salmış ki, işte 15 Temmuz’da kadını ve erkeği ile vatanına gövdesini siper eden vatanseverleri de gördük. Müslüman Türk kadını, Türklük ile birlikte İslam’la tanış olalı beri, hep hayatın içinde aklı, bilgisi ve yüreği ile var olmuş nice evlatlar; oğullar, kızlar ve nesiller yetiştirmiştir. Türkün hayatında hiçbir zaman sınıfsal ayrımlar, kast sistemleri; burjuva, aristokrasi, efendi ve köle olmamıştır. Türkçeye sonradan giren kelimeler olan bu yukarıda konu ettiğimiz sözcüklerle, Türkçe sonradan muhatap olmuştur. Ne yaşantısında ne de kelimelerinde velhasıl kültüründe ayrım yapmayan bir milletin evlatları olduğumuzu bilmekte yarar vardır.

“Şehidimiz var”

Yine şehitlerimiz var. Şehadetin hiç bitmeyeceğini, bu uğurda ölecek nice canların yetişeceğini biliyoruz. Çünkü bu milletin mayasında Kızıl Elma veya İllayi Kelimetullah olan bu kutlu davaya ulaşma sevdası vardır. Yani Hakkın adaletini, zulmün karşısında dimdik duran bir milletin fertleri olarak cinsiyet ayrımı yapmadan kendini davaya adayan kutlu bacılarımız var. Her birimiz aslında Esma bacı gibi bu davanın neferi değil miyiz? Evlatlarımızı emzirirken ya şehit ya gazi diyen analardan gelmiyor muyuz? Oğullarını askere gönderirken kınalayan bizim analarımız değil mi? Tıpkı Anadolu’yu mayalayan o derviş, alp ruhunun evlatlarını doğuran analar gibi bizim de üzerimizde büyük bir yük var. Bu yükü hepimiz bir ve beraberlik içinde yanlışın karşısında birbirimizi uyararak, doğruyu göstererek ve birbirimizin dertlerine derman olacak şekilde yükleneceğiz. Bugün Esma bacımız mayın temizleme çalışmasında şehit oluyorsa bunun ne demek olduğunu idrak etmeliyiz.

“Hizmete talip öleceğiz”

Ben ne yapabilirim demeyeceğiz. Herkesin bir mesleği, yeteneği, yüreği var, olmalı. İşimizi bir hizmet fırsatı olarak görüp en iyi şekilde yerine getirmek için kendimizi konumlandırmalıyız. Tıpkı Anadolu’da bir zamanlar Fatma bacılarımızın, Hazreti Fatma annemizden aldıkları o şifalı ellerle mamur ettikleri beldeleri asırlar sonrasına taşıdıkları gibi günümüzde biz hanımlar da yeni kahramanlık hikayeleri yazmalıyız. Bunun için hizmete talip olmayı öncelemeliyiz. Belki bir okulda öğretmen olarak çocukların başını okşayarak belki asker ocağında tıpkı Esma bacımız gibi nice analarımızın at sırtında, elinde kılıcı ile düşmana korku salan bacılarımız gibi batılın karşısında âbide olarak dikilmeliyiz. Biz Türk ve Müslüman bacılar olarak kim hangi dinden, mezhepten, ırktan olursa olsun insanlığın yaşama hürriyetini elinden alan, zulmü reva gören her türlü süfli oluşumun karşısındayız. Tarih boyunca da bu böyle olmuştur.

Anadolu kadını

Müslüman Türk kadını tek kelimeyle anadolu kadınıdır. Ne doğunun ne de batının kadını değildir. Müslüman Türk kadını asrın idrakinde inançlı ve bilinçli bir kadındır. Hangi ırktan, hangi meşrepten ve milletten olursa olsun o Türk vatanında yaşıyorsa aynı değerleri benimsemiş ve birbiriyle kaynaşmış alicenap bir kadındır. Sevgi, şefkat ve merhametin timsalidir vesselam.

KİMİ KAZIK ÇAKAR, KİMİ KAZIK SÖKER!

İnsan eskilere neden özlem duyar ki?!.. Eski ramazanlar, eski bayramlar, köyler kasabalar, mahalleler ve sahiplenmeler. Kamu yararına yapılan toplumsal eylemler, düğünler ve dernekler. Bitmez tükenmez askerlik hatıraları. Rengi solmuş siyah beyaz fotoğraflar. İnsanı, “ahhh eski zamanlar” dedirterek ah çektiren sinema replikleri, eski aşklar ve sevdalar. Eskiden kullanılan antik objeler ve eşyalar. Eski binaların köşelerine konan antik köşe taşları. Bir değirmen taşı, bir kağnı tekeri, taş plakların çalındığı gramafonlar. Otantik, mistik ve fantastik değerler. Bir an zaman tünelinde seyahat eder gibisindir. Yol ortasında küflenmiş yere çakılan kazığa bağlanmış demir halkalar gibi...

Hani derler ya aklınla bin yaşa diye. Akıl bizi kalbe götürüyorsa aklımızla bin yaşayalım. Akıl doğru muhakemeye eşlik ediyorsa o zaman akıl akıldır. O zaman akıl şuurla buluşur. Şuurun buluştuğu yer kalptir, imandır. Akıl, kalp, zihin, zihniyet, şuur o kadar birbirine yakın kelimeler ki; çık işin içinden, çık çıkabilirsen!.. Bir adam çıkar yolun ta ortasına bir kazık çakar; yolcular merkeplerini bağlayıp kendileri özgürce çarşı pazar dolaşabilsinler diye. Ne güzel bir yaklaşım; ne güzel bir hizmet!.. Oysa onun aklı kazığı bir duvar kenarına değil de, yol ortasına kazık çakmayı işaret etmiştir. Yolun ortasındaki kazık insanın ayağına takılırsa, insan düşüp yere kapaklanırsa, bu kazığı buraya çakana binbir küfürler savurursa, bunun suçlusu kim olur bilir misiniz? Biri gelir bu yol ortasına kazık çakılır mı be adam diyerek kazığı sökerse, kazığı alıp bir duvar dibine çakarsa onun yaptığı da bir hizmettir. Onun aklı da o şekilde işlemektedir. Bu eylemlerde suç aramak yok!.. Akıl o kadar hükmedebilmiştir. İşi ahlak yönden bakacak olursak herkes insanlık için bir iyilik yapar ve karşılığında mutlaka iyilik görür. Kazık yol ortasına çakılır aynı kazık yerinden sökülür ve duvar dibine çakılır. Önemli olan iyilik yapmak ve iyilik yapma niyetidir.

DÜNYA İNSAN HAKLARI GÜNÜ

10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü’ydü. Aynı gün aralarında kadın ve çocukların da bulunduğu bilim adamı, avukat, doktor, siyasetçi, müzisyen, mühendis gibi çeşitli meslek gruplarından binlerce kişinin Mısır hapishanelerinde tutulmasını protesto etmek için akşam saatlerinde meşaleli yürüyüş düzenlendi.

Öte yandan Uluslararası Af Örgütü ifade özgürlüğü kapsamında bir sergi gerçekleştiriyor. Dün yani 11 Aralık'ta 11 sanatçı ile Almanya Berlin’de halka açılacak sergiden elde edilecek gelirle Af örgütü desteklenmesi planlanıyor. Uluslararası Af Örgütü İnsan Hakları ifade özgürlüğünü Evrensel Bildirge'nin 19. Maddesi’ne dayandırıyor;

“Herkesin düşünce ve anlatım özgürlüğüne hakkı vardır; bu hak görüşlerini özgürce bağlama ve her türlü medyayla ve sınırları gözetmeden bilgi ve fikir arama, alma ve yayma özgürlüğünü içerir. ”

Her bir eser 50.000 avroya satışa sunulmuş. Buradaki fotoğrafta, İranlı sanatçı Şirin Neshat’ın çalışmasının üzerinde bulunan kadın fotoğrafındaki yazıları okuyamıyoruz. Sanatçı çalışmalarını insan haklarına adamasının nedenini şu şekilde ifade ediyor; “İslam Devriminden bu yana temel insan haklarını baltalayan bir ülke olan İran'da her zaman bir sorun olmuştur. Zulüm, diktatörlük, baskı ve siyasi adaletsizlik. Kendimi bir eylemci olarak görmemekle birlikte, sanatımın doğası gereği, protesto ifadesi ve insanlık için bir çığlık olduğuna inanıyorum.”

Uluslararası Sivil toplum Örgütleri’nin bu çabalarının samimiyetine inanmak istememe rağmen beni şüpheye düşürecek tavırlarıyla bir çifte standartın olduğunu görüyorum. Bir yandan Müslüman Mısırlı ve Suriyelilerin yıllardır yaşadıkları zulmün karşısında sessiz kalmaları bir yandan da Türkiye’de gazetecilere özgürlük yok diyerek dikkati başka yöne çekme çabaları örgütün üzerindeki soru işaretlerini çoğaltıyor.

TÜRKİYE’NİN İLK KADIN MİTİNGİ

“Kastamonu Kadın Mitingi’nin 100. Yıldönümü Dünya Mirası Kastamonu İnsiyatifi (DMKI) tarafından çeşitli etkinliklerle kutlanacağı bilgisi verildi. Adıma gönderilen bültende, 10 Aralık 1919 tarihinde Kastamonu’da 3 bin kadının katılımı ile Anadolu işgalini protesto etmek üzere gerçekleştirilen ve kaynaklarda ilk kadın mitingi olarak geçen “Kastamonu Kadın Mitingi” imgesel değere sahip olması bakımından önemli olduğu belirtiliyor.

Bu noktada Dr. Dilara Uslu’nun araştırmalarına başvuruyoruz. Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Kadınlar Şubesi tarafından tertip edilen miting, Zekiye Hanım’ın başkanlığındaki konuşması, 14 Aralık 1919 tarihli Açıksöz gazetesinde ‘’Hanımlarımızın Mitingi’’ başlığı ile yer almıştır. Konuşma metni dikkatli ve özenli seçilmiş ifadelerle bezenmiştir. Zekiye Hanım konuşmasında adeta haykırarak:

“Hanımlar! Büyük felâketlerimiz önünde evlâtlarımızın, kardeşlerimizin kanıyla

suladığımız yurtlarımızın işgaline, kardeşlerimizin felâketine susacak mıyız?

Hayır hanımefendiler! Mağlubuz, silâhımız yok, fakat göğsümüzde imanımız, bütün

dünyayı halk eden Allah’ımız var.

İşte biz de imanımıza ve Allah’ımıza istinaden haksızlıklarını yüzlerine vurur ve cihan

huzurunda ilân ettikleri adaleti taleb ederiz.

Hanımlar! Biz dünyayı kanlara boğan, insanları tavuklar gibi boğazlayan erkeklere

müracaat edecek değiliz.

Bizim gibi şefkatle, merhametle düşündüklerine şüphe etmediğimiz İtilâf devletlerinin

büyük kadınlarına müracaat edecek ve birer telgrafla, bize yapılan haksızlıkları

yazacak ve anlatacağız. Eğer onlar da hakkımızı teslim etmezlerse, evlâtlarımızın

kanlarına kendi kanlarımızı karıştırarak, erkeklerimizle bir safta, dinimiz ve istiklâlimiz

için öleceğiz…”

İşte böyle bir iman ve şuurla yola çıkan yüzlerce Müslüman Türk kadını diplomatik bir dille ele aldıkları mektupları dünya liderlerinin eşlerine göndererek aksiyoner bir tavırla milli mücadele ruhuna katkıda bulunmuşlardır. Ruhları şad olsun.

Gönül isterdi ki bu hanımlarımızın gösterdikleri kahramanca tavrın Türk kadınının sahip olduğu değerlerin tekrar anlatılması ve yeni nesillere aktarılması bakımından daha özenli çalışmalarla tüm Türkiye çapında yer alsın.

(Dr. Dilara Uslu Şeyh Edebali Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Bacılar Divanı Kadın Çalışmaları Enstitüsü Üyesi)

ZUHURATBABA TÜRBESİ KAPALI

Geçtiğimiz cumartesi bir vesile ile Bakırköy İncirlideydim. İşimin erken bitmesinin ardından yıllar önce bir kez ziyaret ettiğim Bakırköy’ün manevi şahsiyetlerinden Zuhuratbaba türbesine gidip dua etmeden dönmek istemedim. On beş dakikalık bir yürümenin ardından gördüğüm manzara karşısında ne diyeceğimi bilemedim. Türbenin her gün dolup taşan ziyaretçilerinden rahatsız olan çevre sakinleri imza toplayıp türbeyi kapattırmışlar. Etrafı demir çitler ve üstleri de çivili tellerle çevrilmesi ayrıca giriş kapısının asma kilit ile kapatılmasına ne sebep olmuş bilemedim. Kitabesinde Zuhuratbaba’nın İstanbul’un Fethi zamanında birdenbire ortaya çıkıp Osmanlı Türk askerlerine su verdiği yazıyor. Tıpkı İstanbul’un birçok evliyası gibi o da dua almalı, ziyaret edilmeli. Elbette dualar uzaktan da gönderilebilir ama insanların inanma bağlanma ritüellerini ve ihtiyaçlarının engellenmesi doğru değil. Türbenin bir tek cuma günleri sabah sekizden öğlen ikiye kadar ziyaret edilebildiğini kapıdan tek tük geçen ziyaretçilere satış yapmaya çalışan kadınlardan öğrendim.