"Benzim kırmızı, tam bir erguvan gibi idi; bugün yüzüme safran tohumu ektim."
Hayatın farklı dönemleri arasındaki geçişler ancak bu kadar eskimez şekilde ifade edilebilirdi. Kahvenin bir renge dönüşmesi gibi erguvan da hem bir ağaca ait çiçeğin hem de bir rengin ismi. Erguvan, mora çalan kırmızı ya da kırmızıya çalan mor renge veya bu renkteki ağaca verilen isim. Türk dilinin en eski kaynaklarından Kutadgu Bilig bu kelimenin de ilk geçtiği eser. Erguvanları hatırlamamın sebebi bu kitap değil. Etimoloji sözlüğüne bakarken gördüm. Akif Emre rahmetlinin kitabı çıktı: İstanbul'u Yeniden Düşünmek ve Erguvanname… Zamanı aşan yazılarının kitap kapakları arasına girmesini mutlulukla karşılıyorum. Bu konuda emek veren Büyüyen Ay Yayınları’na onun tüm sevenleri olarak teşekkür borçluyuz. Akif Emre erguvan mevsimini önemserdi. Yazılarında da bunu sıklıkla dile getirdi ki bize hediye olarak Erguvanname bıraktı. Erguvan, insan saatimize en çok yakışan ağaçlardan biri. Ağaçlardan anladığım söylenemez ama okuduklarım yanlış değilse erguvan fidandan ağaca evrilirken yapraklarından önce çiçeklerini ortaya çıkarırmış. Hoş bir ayrıntı. Baharın geldiğini erguvanlarla anlarız, İstanbul’da yaşadığımızı da. Etrafa bakar gönlümüzü hoş ederiz. Tabiatın canlanmasında Allah’ın ayetlerini görür hamd ederiz tüm eksikliklerimize karşı üzerimizden nimetlerinin eksik etmemesine.
Erguvan bize umudu ve güzelliği hatırlattığı kadar hayatın geçiciliğini de anlatıyor. Fotoğraflarını çekelim desek de aynı hissi vermemiz de yaşatmamız da mümkün değil. Sabahleyin Erguvan ve mor sümbüller eşliğinde İstanbul’u temaşa etmek için refikamla Salacak sırtlarına çıktık. Erken saatlerde aşağı inen bir merdivene sırtını dayamış köşkün duvarında mor sümbüller vardı. Fotoğraf çekilmek istedik bu harikulade manzaradan bir hatıra kalsın diye. Çektiğimiz fotoğraf yaşadığımız hissi tanımlamaktan acizdi. O anı yaşamak için orada olması gerekiyordu insanın. Rengi görmek, sesi duymak ve rüzgarı hissetmek için.
Hayat bir demdir ve gelip geçiyor. İçinde güzellikler de var çok şükür. Güzelliklerin solacağını ve çiçeklerin yerlere düşeceğini biliyoruz. Buna rağmen neden sevinmeye umut etmeye devam ediyoruz? Binlerce yıldır devam eden bir mesajı, her sene bizlere yeniden gelen mektubu severek açıyoruz. Güzel renkleriyle İstanbul tabloya dönüşüyor, deniz daha güzel mimari daha şirin oluyor. O’ndan geldiğimizi ve yine dönüşümüzün O’na olacağını bilerek dünya mevsimindeki günlerimizi geçiriyoruz.
Sonra? Mevsim değişiyor ve renkler kayboluyor. Ağaç durdukça yeniden aynı renge bürüneceğini umut ediyoruz. Ertesi yıl erguvanların soğuk hava nedeniyle yanmamasını ve çiçek açmasını diliyoruz.
Ahşabın hayatımızdan çıktığı, betonlar içinde nefes aldığımız günümüz mimari anlayışında erguvan bize tabiatın ayarlarıyla insanlık değerlerimizi gösteriyor. Baktıkça içimiz açılıyor, umudumuz artıyor.
Bilmek için okumak yetebilir ama idrak etmek için bazen yaşamak gerekiyor. Allah’ın rahmetinin tecellisini görmek için erguvanlara yolculuk yapmak iyi geliyor. Her bahar rahmetli Akif Emre’nin yaptığı gibi… Bin yıldan fazla süre önce Kutadgu Bilig’de benzetildiği gibi.