Bugün kronik cari açık probleminin çözümünü yazmaya niyet etmiştim ama Türkiye'de gündem o kadar hızlı değişiyor ki?

Bugün kronik cari açık probleminin çözümünü yazmaya niyet etmiştim ama Türkiye’de gündem o kadar hızlı değişiyor ki? Şu an, yani 16 Aralık 2021 Perşembe günü saat 12:32 itibarı ile Dolar kuru 15 TL’yi geçmiş durumda. Herkes pür dikkat Merkez Bankası’nın faiz indirim kararını beklemekte. Genelde iktisatçılar Merkez Bankası’nın 100 baz puan indirime gideceği kanaatinde. Ama burası Türkiye’dir, ne olur, bilinmez!

Mahalle esnafından komşulara, aile büyüklerimden öğrencilerime ve katıldığım TV programlarındaki moderatör ve meslektaşlarıma kadar herkesin ortak sorduğu bir soru var: “Hükümetin ve Sayın Cumhurbaşkanı’nın bu politikası yeni mi? Fikri dayanakları nedir?” Benim verdiğim cevap ise şudur: “Hayır, yeni değil! Daha önce buna benzer görüşleri rahmetli Haydar Baş Hoca ve rahmetli Erbakan Hoca savunmuşlardı. Sayın Cumhurbaşkanı, rahmetli Erbakan Hoca’nın talebesi olduğu ve bir dönem Adil Ekonomik Düzen propagandası yaptığı için bu görüşlere de aşinadır. Ancak gerek Haydar Baş gerekse Necmettin Erbakan’ın faiz karşıtlığı bugünkü durumdan çok farklı şartlarda oluşmuştu ve yine bugünkü uygulamaların sonuçlarından taban tabana zıt sonuçları hedeflemekteydi.”

İşte bugünkü yazımda, istedim ki, Sayın Cumhurbaşkanı’nın gençliğinden beri içinde taşıdığı görüşlerin ne amaçladığını ve bugün uygulanan iktisat politikası ile ne yönlerde çeliştiğini anlatayım.

HAYDAR BAŞ HOCA NE DİYORDU?

BTP lideri rahmetli Haydar Paşa Hoca, millici ve kamucu bir kalkınma modelini savunurdu. Para politikasında ise, bütün mütedeyyin ve muhafazakâr politikacılar gibi, faizli finans sisteminin bütün kötülüklerin anası olduğunu düşünürdü. Haydar Baş Hoca’nın orijinal görüşlerinden biri de “emisyon hacmini arttırarak enflasyonu düşürmek iddiası” idi. Yani açıktan para basarak enflasyonu düşürmek! Haydar Baş Hoca’nın iddiası ile Hükümetin bugün uyguladığı politika arasındaki benzerlik göze çarpmaktadır. Bugün Merkez Bankası’nın politika faizini düşürmesi açıktan para basmakla eşdeğerdir. Bu görüşün iktisat biliminin bulguları ile 180 derece zıt olduğunu söylememe gerek yoktur, çünkü enflasyonun temel sebebi para arzının büyüme oranıdır. Ne kadar çok para basarsanız, o kadar çok enflasyon olur. Ancak bütün mütedeyyin politikacılar gibi Haydar Baş Hoca da, esasında, bankacılık sistemine karşı idi.

ERBAKAN HOCA VE ADİL DÜZEN

1990’lı yıllarda Refah Partisi iktidara yürürken Türkiye’de Erbakan Hoca’nın Adil Ekonomik Düzen Programı ile tanıştı. Bu ekonomi programı, yine bütün mütedeyyin siyasetçilerin savunduğu gibi, faiz karşıtlığına dayanmaktaydı. Adil Ekonomik Düzen Programı özünde “kaydi para karşıtlığı” üzerine kuruluydu. Kaydi para Bankaların mevduat rezervlerine dayanarak ürettiği toplumsal satın alma gücünü gösterir. Bankalar mevduat rezervlerini kredi olarak ekonomiye arz ederler, kredi yatırımı ve üretimi finanse eder, bu da döner yeniden bankacılık sisteminde yeni mevduat olarak kaydedilir. Belli bir para stoku bankalar kanalıyla ekonomide döndükçe kaydi para arzını, yani ekstra satın alma gücünü üretir. İşte, bu sisteme karşı olmak aslında, bankacılık sistemine tümden karşı olmak anlamına gelir. Pekiyi, Adil Düzen’de alternatif olarak ne önerilmekteydi? İslam Ortak Pazarı kurup ortak bir para birimi basılmalı: Altın İslam Dinarı! Buna bağlı olarak Merkez Bankası da bolca kağıt para basmalı. Yine Adil Düzen’de vergilerin aynî olarak alınacağından dem vurulurdu: çobandan keçi, tekel bayinden sigara ve rakı, nalburdan da conta ve çivi olarak vergi alınacaktı. Tabii ki, bu iktisadi yaklaşımın ne kadar iktisadi olduğu da tartışmalıydı. Bir iktisat profesörü olarak diyebilirim ki, iktisat biliminin bulgularıyla bu programın uzaktan yakından alâkası yoktu.

1990’LI YILLARDA FAİZ KARŞITI POLİTİKALARIN GEREKÇESİ

Pekiyi bu tür gayrı iktisadi görüşler neden halk içinde teveccüh bulur, politikacılar tarafından rahatlıkla ve yüksek sesle seslendirilirdi? Çünkü, özellikle devletin gelirleri ve dolayısıyla vatandaşın sırtındaki vergi yükü içinde ciddi bir faiz ödemesi bulunmaktaydı. 2001 Krizi’nde vergi gelirlerinin yüzde 90’ının üzerinde bir kısmı faize gidiyordu. Bu faiz giderinin kaynağı Devletin özel bankalardan borçlar idi: Yani iç borç stoku. Bankalar 90’lı yıllarda neredeyse yüzde 100’e varan faizlerle devlete borç verip havadan para kazanıyorlardı. Bu borcu ödemek için devlet öyle veya böyle, bir şekilde, para basıyordu. Bunun sonucu ise yüksek enflasyondu. İşte Erbakan ve Haydar Baş Hoca’ların temelde karşı olduğu, adeta iktisadi bir cihat açtıkları faiz devletin bankalara ödediği fahiş faizlerdi. Erbakan Hoca, borçlanmayı en aza indirmek için kendi Başbakanlığı’nda kamu kurumlarının hesaplarını bir havuza bağlamış ve kamu kurumlarının bankalardan değil birbirlerinden borç almalarını sağlamıştı. Bunun uygulayıcılarından dönemin Maliye Bakanı Sayın Abdüllatif Şener bugün hala yaşamaktadır ve o dönemdeki uygulamaları birçok defa anlatmıştır. Yani, ez cümle, 1990’lı yıllarda, başta Refah Partililer olmak üzere, mütedeyyin siyasilerin mücadele etmeyi vaat ettikleri faiz çok yüksek düzeydeki iç borç faizi idi, yani devletin özel bankalara ödediği, yıllık yüzde 100’lere varan oranlardaki faiz maliyeti. Pekiyi bugün uygulanan düşük faiz politikası bununla aynı mıdır? Hayır. Faiz lobisinin, yani bankaların, faiz gelirlerini mi düşürmektedir? Hayır, aksine arttırmaktadır. Nasıl mı? Açıklayalım. (Bu arada şu anda saat 14:03 itibarıyla Merkez Bankası politika faizini 100 baz puan düşürdüğünü açıkladı. Tahminim Doların 17 TL’yi bulacağıdır.)

BUGÜN UYGULANAN POLİTİKAYA ERBAKAN HOCA NE DERDİ?

Erbakan Hoca’nın faiz esareti ile kastettiği ülkenin içeride özel bankalara, dışarda yabancı finans kurumlarına ödediği fahiş faizler sebebiyle vatandaşın sırtında oluşan ağır borç yüküydü. Önerdikleri de, pek iktisatçıların geleneksel olarak kabul etmedikleri yollarla olsa bile, devletin bu yerli ve yabancı bankalara ödediği faiz yükünü ortadan kaldırmaktı. Pekiyi, bugün uygulanan politikanın düşürdüğü faiz devletin borçlanma faizi midir? Firmaların ve tüketicilerin bankalara ödediği kredi faizi midir? Yabancılara ödediğimiz dış borç faizi midir? Hayır, hiçbiri değil. Bu politika sonucunda düşürülen Merkez Bankası’nın bankalara borç verme faizidir. Yani bankalara daha ucuza para satmaktadır. Bu politika sonucunda, döviz yükselmekte ve döviz cinsinden dış borç faizimiz de yükselmektedir. Özel bankaların kredi faizleri artan enflasyon beklentisiyle yükselmektedir. Özel bankaların devlete borç verme faizi yükselmektedir. Sadece şu örneği vermemiz yeterli olacaktır: Eylül Ayı’nda faiz indirimleri başlamadan önce Merkez Bankası yüzde 19’la bankalara kredi vermekte ve Hazine de yüzde 17 ile bankalardan borçlanmaktaydı. Yani devlet yüzde2 kâr elde ediyordu. Faiz indirimlerinden sonra, bugün, Merkez Bankası yüzde 15’le bankalara kredi veriyor, bankalar da bu parayı alıp yüzde 22 ile devlete borç veriyor. Yani hiç maliyete girmeden, bankalar yıllık yüzde 7 kâr elde etmektedirler. (Bugünkü faiz indirimi ile bu kâr yüzde 7’ye çıkmıştır.) Yani uygulanan politika döviz kurundaki artış sebebiyle döviz istifleyen para babası ve spekülâtörleri, Türkiye’nin varlıklarını üç kuruşa kapatacak yabancıları, Türkiye’ye döviz cinsi borç verecek yabancı bankaları ve faiz farkından kâr edecek bankaları ihya edecektir. Bu uygulama Erbakan Hoca’nın ve bütün mütedeyyin siyasetçilerin savunduğu politikaların tam tersidir.

Hayırlı Cumalar…