Cuma gecesinden bu yana gözlerimizi deprem bölgesinden alamıyoruz.
Yakın tarihte tanık olduğumuz en büyük deprem 17 Ağustos 1999’daki Gölcük depremiydi.
7.4 şiddetindeki o depremde 18 binden fazla insanın hayatını kaybettik.
Üç ay sonra Düzce 7.2 ile sallandı. Orada da 700’den fazla kayıp verdik.
Ardından 2003’te 84 kişinin hayatını kaybettiği Bingöl depremi, 2011’de 644 canımızı alan Van depremi…
Ve en son 6.8 şiddetindeki Sivrice merkezli Elazığ depremi…
Bu depremde toplam can kaybımız 41.
Cuma gecesinden bu yana gözlerimizi deprem bölgesinden alamıyoruz.
UMKE gönüllüsü Emine Kuştepe, enkaz altındaki Azize Çelik ile telefon ile konuşurken boğazımız düğüm düğüm oldu.
Sonra itfaiye erlerinin ulaştığı Azize’nin ellerini gördük. Sevinç gözyaşlarımız içimize aktı.
Bir başka enkazda bir jandarma erinin Ayşe Yıldız’a ulaştığı anlarda gözyaşlarımızı tutamadık.
O kahraman jandarma erinin “seni kurtaracağız” sözleri…
Telaşı, heyecanı bize insan kurtarmanın ne kadar kutsal bir duygu olduğunu hissettirdi.
Ayşe Yıldız’ın kocasının kendisine ve çocuklarına kalkan olup canını feda ettiğini öğrendiğimizde sarsıldık.
Ama ardından önce 2.5 yaşındaki Yüsra bebeğin sonra da annesi Ayşe Yıldız’ın kurtarılış anları tüm ülke olarak bizi birbirimize kenetledi.
Ardından Suriyeli Mahmud’un elleriyle enkazı kazıyarak Dürdane Aydın ve eşi Zülküf Aydın’ı kurtardığını öğrendik.
“İyi ki savaştan kaçan 4 milyon Suriyeliye kol kanat germişiz, onlara evimizi, yüreğimizi açmışız” diye geçirdik içimizden.
Ancak bu depremde bizimle aynı duyguları hissetmeyenlerin olduğunu da öğrendik.
“Suriyelileri atın, gönderin” diyen bazılarının enkaz altından 41 cansız beden çıkarılırken bizimle birlikte ağlamadıklarını, yine enkaz altından 45 can kurtarılırken bizimle birlikte sevinmediklerini de gördük.
Gölcük depreminde kanımı donduran bir olaya tanık olmuştum.
Bir enkazda hayatını kaybeden bir kadının kolu görünüyordu. Kadının kolunda birkaç bilezik vardı. Ertesi gün yine aynı enkazın başına geldiğimizde birilerinin o bilezikleri almak için o kadının kolunu kesmiş olduğunu gördüm.
Dehşete düşmüştüm.
Bütün ülke kan ağlarken yürekleri irin bağlamış birilerinin o ortamda başka arayışlar içinde olabileceğini gördüm.
Bu depremde benzer bir olay yaşanmadı.
Ancak bütün ülke depremin acılarını yüreklerinde hissederken birilerinin “Elazığ Kürt mü?” diye etnik ayrımcılık peşinde koştuğunu başka birilerinin “Bu deprem yardımları nereye gidiyor?” diyerek suyu bulandırma gayretine girdiklerine tanık olduk.
Bu kişilerin, Gölcük depremindeki o kadının bileziklerini almak için kolunu kesen yürekleri irin bağlamış kişilerden çok da farkları yok.
Şüphesiz demokratik bir ülkede her vatandaş her türlü olaya dair her türlü eleştiriyi yapma hakkına sahip.
Ancak tüm ülke büyük bir acıda birbirine kenetlenirken ortaya atılan bu tip söylemler iğreti geliyor.
Gölcük depreminden belleğimizde kalan en somut manşet devletin enkaz altında kaldığıydı.
Bu kişilerin, “daha fazla kişi ölse de, ortaya daha büyük felaket görüntüleri çıksa da, Gölcük’te olduğu gibi hükümet altında kalsa” diye siyasi fırsat peşinde koştuklarını hissediyor insan.
Ancak ne mutlu ki bu kesimlerin bu beklentileri boşa çıktı.
Devlet ve hükümet ilk günden hatta ilk saatlerden itibaren tüm kurum ve kuruluşlarıyla inanılmaz bir çaba içinde oldu.
Bu çabaları gören halk da devleti ve hükümetiyle kenetlendi.
Arama kurtarma çalışmaları sona erdi.
Bu kesimlere inat ülkece birbirimize daha fazla sarılma ve kenetleme zamanı…