Bugün yine sıkıcı iktisat yazılarına dönelim dedim. Bildiğiniz gibi 2023 seçimleri sonrasında Sayın Mehmet Şimşek Hazine ve Maliye Bakanı olarak atandı. Merkez Bankası Başkanlığı'na da önce Sayın Gaye Erkan, daha sonra da Sayın Erkan'ın görevden affı ardından Sayın Fatih Karahan atandı. AK Parti Hükümeti'nin 2021 yılı Eylül ayından 2023 seçimlerine kadar uyguladığı çok düşük faiz, hızla genişleyen krediye dayalı seçim ekonomisi programı da -benim bu süreç boyunca hep söylediğim ve yazdığım gibi – rafa kalktı. Yeni Hazine ve Maliye Bakanı ve yeni TCMB yönetimi ile birlikte, Sayın Şimşek'in ifadesiyle, "rasyonel politikalara dönüş" sürecine girildi.
Şu anda seçimlerden bu yana 1 seneyi doldurmuş bulunmaktayız. Bu yazıda ilk önce Hazine ve Maliye Bakanlığı ile TCMB’nin bir yıllık karnesini vermeye çalışacağım. Sonra da kamuoyunda bu bir sene içinde çok tartışılan bir konu olan “satıcı enflasyonuna” ya da “kâr çekişli enflasyona” değineceğim.
YİĞİDİ ÖLDÜR HAKKINI VER
2023’te yeni
ekonomi yönetimi iş başına geldiğinde görünürdeki hedef enflasyonu düşürmekti.
Ancak bunu yapabilmesi için bazı başka problemlerin de çözülmesi gerekiyordu.
En başta TCMB net rezerv açığı 70 milyar dolar civarındaydı. Bütüğn bankaların
bankası olan TCMB borçlu olabilir miydi? İnsanın aklına bile gelmeyecek bu
durum TCMB’nin başına gelmişti. Yabancı yatırımcı borsadan çıkmıştı, çıkarken
dövizlerini de alıp götürmüşlerdi. Ülkenin dış borçlanma faizini belirleyen iki
temel ögeden CDS primimiz çok yükselmişti. Türkiye yüzde 9-10 arası dolar
faiziyle borçlanabiliyordu. Bankacılık sistemine düşük faizle kredi arz
etmeleri için baskı amacıyla getirilen bir sürü ipe sapa gelmez yönetmelik
bulunmaktaydı. Bu bütün finans sistemindeki risklerin takip edilip kontroılü
için gerekli bilgilerin alınmasını engelleyen yüksek belirsizlik yaratmaktaydı.
Tasarruf araçlarının getirileri baskılandığı için parası olanların
birikimlerini enflasyona karşı koruyabilmek için gayrımenkul ve otomobil
alımına yöneldiği görüldü. Bütün ekonomide topyekûn şekilde fiyat – değer
arasın daki bağ kopmuştu. Enflasyon beklentilerini sürekli artıyordu.
Yiğidi öldürüp
hakkını verelim. Gerek Sayın Şimşek gerekse TCMB yönetimi yukarıda saydığım
anormallikleri düzeltmek ciddi bir mesai sarf ettiler. Bankacılık sisteminde
sisteme baskı uygulayan ve belirsizlikleri arttıran düzeltmeler kaldırıldı.
Faiz beklediğimizden yavaş da olsa arttırıldı ve Şubat 2024’ten itibaren yıul
sonu beklenen enflasyonun üstünde bir politika faizine ulaşıldı. KKM’nin
tasfiyesi büyük oranda gerçekleştirildi. Geçen hafta itibariyle de TCMB net
rezervleri pozitife döndü. CDS primlerimiz düşmeye devam etmekte ve
uluslararası kredi değerlendirme kurumları da Türkiye’nin kredi notunu yavaş
yavaş yükseltmektedir. Bunlar gerçekleştirilmeden bir para politikasının
etkinliğinin artması söz konusu olamazdı. Zaten bunu ben değil Sayın Nebati söylemiş
ve “Hamdolsun, bizim dönemimizde para politikası etkisizleşti, önemsizleşti!”,
demişti. İşte bütün bu olumsuzlukların önemli bir kısmı aşılmıştır. Bundan
sonra esas zorlu iş gelmektedir: enflasyonu düşürmek.
Bunlar Hükümet
ve TCMB’nin karnesindeki olumlu notlardır. Pekiyi olumsuz notlar? Her şeyden
önce külliyatlı miktarda bir dış sermaye girişi olmamıştır. Sayın Şimşek çok
uğraşmasına rağmen bunu başaramadı. İkincisi ciddi ve kapsamlı bir istikrar
programı oluşturulamadı. Enflasyonla mücadele sadece TCMB’nin faiz kararına
bırakıldı. Maliye Politikasının ciddi bir desteği henüz söz konusu değildir.
Hayat pahalılığı dar gelirli geniş kesimlerin belini bükmektedir. Enflasyonla
mücadelenin ciddiyetine halk ikna edilememiştir, halkın 2024 yıl sonu enflasyon
beklentisi %100’lerde iken Hükümetin hedefi yüzde 38’dir. Dolayısıyla açıklığa,
şeffaflığa ve samimiyete dayalı bir halkla ilişkiler yönetimi yoktur.
Önümüzdeki süreçte bu aksaklıklar ve eksikliklerin giderilmesini temenni
ederiz. Ancak meseleler temenni ile değil eylemle çözülür. Onun için eylemleri
izlemeye devam edeceğiz.
KÂR İTİŞLİ SATICI ENFLASYONU
Bu bir yıllık
dönemde Sayın Şimşek’in yönetiminde enflasyon yüzde 38’den yüzde 75’e
çıkmıştır. Hem enflasyonla mücadele edeceğiz deyip hem de enflasyonu ikiye
katlamak insanların kafasını karıştırmaktadır. Ancak enflasyona karşı bir
mücadele için hem anormal şartların normalleştirilmesi hem de siyasi karar
alıcıların da tam desteği gerekmekteydi. Malum 2024 Mart ayında seçimler vardı.
Bu yüzden siyaset ekonomi yönetiminin enflasyonla mücadelesine gerçek anlamda
destek vermedi. Mart 2024’ten sonra Hükümet’in desteği daha berraklaştı. Ama
Sayın Şimşek bütün bu zorlukları halka anlatamazdı, çünkü geniş emekçi
kesimler, maaşlı orta sınıflar hayat pahalılığı altında eziliyorlardı. İşte bu
ortamda yeni bir enflasyon teorisi ortaya çıktı: kâr itişli satıcı enflasyonu…
Bu görüşü savunanlara göre “hükümetin yaptığı hiçbir harcama -ekonomi tam
istihdamda olmadığı müddetçe- enflasyon yaratmaz.” Enflasyon sınıflar arası
mücadelenin bir sonucudur ve enflasyonu belirleyen ana unsur fırsatçı iş
adamlarının fiyat belirleme güçlerini kullanarak aşırı fiyat artışlarını hayata
geçirmeleridir. Buna örnek olarak da milli gelir içindeki emek opayının düşmesi
ve kâr paylarının hızla yükselmesi gösterilmektedir. Bu görüşleri okuyunca
aklıma şu sorular geliyor: “Eylül 2021 öncesinde neden satıcı enflasyonu yoktu?
Tekel gücü sahibi firmalar daha önce bu güçlerinin farkında değiller miydi?
Yoksa 2021 öncesi bu iş adamları halkçı ve emekçiden yana bir tutum
sahibiydiler de 2021’de içlerinde ki emekçi düşmanı canavar birden mi uyandı?”
Bu sorulara yukarıdaki görüşü savunanlar cevap veremezler. Doğrusu şudur ki,
satıcı enflasyonu ve fiyat belirleme gücüne sahip firmalar enflasyonist ortamı
kendi yararlarına kullanarak kârlarını katlayabilirler. Yani satıcı enflasyonu
enflasyonun kök sebebi değildir, ama enflasyonist süreci şiddetlendiren ve
büyüten bir etkisi vardır. Elbette buradaki temel güdü sınıfsaldır. İşyeri
sahipleri neden işçiyi düşünsünler ki? Onlar kendi kârlarına bakarlar.
Bu bir senelik
süreçte ikinci bir görüş peydah oldu: “İşçi ve emekli ücretlerini arttırırsak
enflasyon patlar! Asgari ücrete zam yapmayalım, böylece talep ve enflasyon
düşsün!” Hemen aklıma şu sorular geldi: “Sendikalar çok mu güçlü? İşverenler
mağdur, işçiler gaddar mı? Emekliler zevk-ü sefa mı sürüyor?” Bu durumu da
aşağıda değerlendirdim:
ENFLASYONU İŞÇİ ÜCRETLERİ VE EMEKLİ
MAAŞLARI MI PATLATTI?
Türkiye’de ne
2021 ve 2024 arası enflasyon sürecini ne de genel olarak bütün Cumhuriyet
dönemindeki enflasyon sürecini ücret artışına bağlamak ancak emekçi düşmanlığı,
millet ve halk düşmanlığı veya cehaletle
açıklanabilir. Ben iyi niyetli bakıyorum ve bu gibi düşünceleri sarf edenleri
cehaletle itham etmekle yetiniyorum. Bir ülke de ücret artışlarına dayalı
enflasyon olabilir ancak bu belli şartlarda mümkündür: Birincisi ülkedeki
işgücü tamamı örgütlü olacak ve sendikalar çok kuvvetli olacak. İkincisi işverenlerin
pazarlık gücü sendikalardan aşağı olacak. Üçüncüsü uzun vadeli sözleşmeler
değil kısa vadeli sözleşmeler olacak ya da sözleşmelerde ücretler aylı veya üç
aylık enflasyona göre düzeltiliyor olacak. Ülkemizde bırakın güçlü sendikayı
sendika bile yoktur. Olanlar partilerin işçi kollarıdır. Bu sendikamsı yapılar
ücret pazarlığını görünüşte yaparlar, esasında pazarlık işverenin kârlarını
garantiye alan Karagöz Hacivat oyunundan ibarettir. Bir de, bunların üstüne,
ülkemizdeki yerli, göçmen ve kaçak milyonlarca kayıtsız çalışan vardır.
Bunların ne aldıkları ve hangi şartlarda çalıştıkları meçhuldür. Asgari ücret
artışları senelik TÜFE genel endeksi üzerinden yapılırken bu artışların bırakın
gelecek enflasyona karşı geçmiş enflasyona karşı bile emekçinin gelirini
koruması mümkün değildir. Normalde bu kadar yüksek enflasyonda ücretler üç ayda
bir ve gıda, konut ve ulaştırma fiyatları temelli (ücretliler geçinme endeksi benzeri)
bir endeks üzerinden hesaplanmalı… Enflasyonun sebebi ücret artışı değil
tersine ücretlerdeki yetersiz de olsa artışın sebebi enflasyondur.
Hocam! O da
olmaz, bu da olmaz diyorsunuz? Pekiyi bu enflasyonun sebebi ne?” Bu bir sonraki
yazının konusun olsun. Ama kısaca bir ipucu vereyim: Türkiye uzun bir süredir
aşırı talep genişlemesi ve aşırı istihdamla büyüyor. Bu da haliyle hem cari
açığı hem de enflasyonu patlatıyor. Buradaki kritik değerimiz de NAIRU’dur;
yani “enflasyonu arttırmayan doğal işsizlik oranı”… Bu oran Türkiye’de yaklaşık
%10’dur. Yani işsizlik yüzde 10’un altına indiğinde enflasyon oranı artmaya
başlar. Yüksek enflasyon sürerse, zamanla, bu durum enflasyonist beklentileri
de patlatır. Yani enflasyon enflasyonu doğurur. Bugün Türkiye’de olan da
budur.