Caddelerde bir siyâsî parti var: Cumhuriyet Halk Partisi. Nâm-ı diğer "Ana muhalefet", hem de "müzmin ana muhalefet". Gerçekten siyâset bilimciler ve özellikle biz sosyal bilimciler için başka bir yerde bulunamayacak kadar ilginç bir parti.

Caddelerde bir siyâsî parti var: Cumhuriyet Halk Partisi. Nâm-ı diğer “Ana muhalefet”, hem de “müzmin ana muhalefet”. Gerçekten siyâset bilimciler ve özellikle biz sosyal bilimciler için başka bir yerde bulunamayacak kadar ilginç bir parti. Siyâsî açıdan “endemik” bir tür; sâdece Türkiye’de bulunuyor. Özenle korunuyor ve yok olmaması için gayret sarf ediliyor.

Bir zamanlar AYM’nin (Anayasa Mahkemesi) kapısında kamp kuran CHP, ettiklerinin vebâli altında kalmaya başladığından beri oralarda pek dolaşmıyor. Dolaşsa bile, âdet yerini bulsun diye, 16 Nisan’da yaptığı gibi, göstermelik itiraz dilekçeleri sunuyor. İstediği sonuç çıkmayınca da “Saray’ın Yargısı” gibi bir yaftalama ile seçmenlerinin gönlünü alıyor. Yetmezse uluslararası mahkemelere gidiyor. Başta AİHM (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi), yâni medeniyetin yegâne kaynağı ve ekseni Avrupa. Oradan da avucunu yalayacak bir sonuç çıkınca, “acaba sorun bende mi” diyeceğine inadından vazgeçmiyor. Zira bir yerlerden aldığı güç, kendini haklı zannetmesine sebep oluyor.

“Güçlüyüz Kazanacağız”

CHP’nin akut hukuk alerjisi yine kabardı. Hem de ne kabarma; yollara vurdu kendini. MİT tırlarının durdurulmasıyla ilgili bilgi ve görüntüleri, Can Dündar aracılığıyla basına sızdıran Enis Berberoğlu’nun, uzun gazetecilik kariyerinin ardından girdiği aktif siyaset hayâtı uzun sürmedi. Dokunulmazlık da işe yaramadı. Halbuki, milletvekili dokunulmazlıklarını kaldırma konusunda bayrağı Kemal Kılıçdaroğlu dalgalandırmıştı. Muhtemelen partisinden milletvekillerine çok güvenmemesi gerektiğini bilmiyordu ve hâlâ bilmiyor.

Enis Berberoğlu’nun tutuklanması kararının hemen ardından CHP grup başkan vekili Özgür Özel’in, canlı yayında sarf ettiği şu sözler, CHP hâlâ bir darbeler ülkesi olan “eski Türkiye” özlemi içinde olduğunu göstermektedir: “Güçlüyüz, kazanacağız.” Adâlet için yürüdüğünü iddia edip hukuk karşısında güçlünün değil, haklının kazandığını kabul etmeyen CHP’nin derdi, halkın değil, üst aklın verdiği görevi yapmaktır.

Bu milletin târihini, dinini, töresini, kılık-kıyâfetini, müziğini, mimârisini, şehrini-köyünü, edebini, ahlâkını, edebiyatı her fırsatta silen ve bunu yapamazsa tahkir eden CHP, vaktiyle adâlet Yassıada’da, Mamak’ta, 12 Eylül’de, 28 Şubat’ta, 367 Krizi’nde yerle bir edilirken çıkarmadığı sesini, yürüyerek duyurma sevdasında. Tabi bu sevdâsının muhatabı, uluslararası şer cephesi.

Bu Milleti Tanımamaktaki Israr ve İnat

CHP, ne demokratik cumhuriyet ne de halk gibi bir derdi olmadığı için “öküz Anadolulu” olarak gördüğü bu milleti tanımamak için özel bir ısrar ve inat içindedir. Buna rağmen, sanki bir sözüyle meydanlara dökülecekmiş gibi, “adâlet için yürüyüş”te milletin desteğini istiyor. Bu açık bir “Erdoğan özentisi”dir.

El-insaf yahu Kılıçdaroğlu! Bu millete tehdit, tahkir, yasak ve dipçikten başka ne verdin ki, şimdi hangi yüzle, yarısı yasal koruma ve sivil polis olduğu için sana biraz kalabalık gözüken yaya konvoyuna halktan destek istiyorsun.

Kılıçdaroğlu ve partisi şunu iyi bellemeli. Bu millet, devletine yapılan ihâneti affetmez. Bu millet, devletine ihânet edeni destekleyenin yüzüne bakmaz. Bu millet, bu vatanı ve bu devleti sokaklarda bulmadı, caddelerde yürüyerek kurmadı.

Son söz olarak, bu millet sokaklarda ve caddelerde nasıl davranılmasını gerektiği çok iyi bilir. Bunu da 15 Temmuz gecesi ve tâkip eden günlerde meydanlarda gösterdi.