Doğa dedik, denge dedik, bozduk dedik. Kime dedik? Aylarca ne olur görün dedik; yeşil ağaçları, maviye dönen denizin güzelliğini.
Bana son derece sevimsiz ve itici gelen hareketleri ona şöhret getirdi. Önce Türkiye’de adını duymayan kalmadı. Sonra ünü Türkiye sınırlarını aşıp, yurt dışına kadar uzandı. Dükkanları doldu taştı. Rezervasyon için ya günler öncesi aramak ya da araya tanıdıklar koymak gerekti. Bazılarımıza antipatik gelse de Nusret’in geldiği nokta takdire şayan. Çizdiği imaj beğenelim, beğenmeyelim tuttu. Gece gündüz çıkarmadığı güneş gözlüğünü kimse itici bulmadı. Hint dilencileri gibi elini kolunu büküp, döktüğü tuzu taklit etmeyen kalmadı. Adamın restoranına gidenler, rica minnet et tokatlamasını istedi. Nusret’i görenler adama Madonna muamelesi yaptı. Ve kaçınılmaz son… Birine taşıyamayacağı yükü yüklerseniz, sonunda bu hale gelir. Onlarca mandayı daire şeklinde de sıralar. Ortasına takım elbisesiyle de girer. Bunu fotoğraflayıp, altına ‘’ciddi toplantı’’ da yazar. En kötüsü bundan gram da utanmaz. Hala buna imaj diyenin, sevimli bulanın, zekasının sorgulanması lazım. Tek mekanına ayak basmadığım için kendimle bir kez daha gurur duydum.
Bizden bir halt olmaz!
Doğa dedik, denge dedik, bozduk dedik. Kime dedik? Aylarca ne olur görün dedik; yeşil ağaçları, maviye dönen denizin güzelliğini. Duyun; kuşları, ses kirliliğinden duyamadığımız börtü böcekleri, doğanın sesini. Hissedin; havanın temizliğini, dengesini toparlayan dünyanın güzelliğini. Bilin dedik; dengesini bozduğunuz dünya, bir gün sizin dengenizi bozar. Bize normalleşme süreci maalesef doğaya, diğer canlılara anormalleşme süreci oldu. Parklar, bahçeler pislik içinde. Maviye dönen yunusların yine geçmeye başladığı boğazda, tekrar pet şişeler. Daha bir hafta oldu. Ne çabuk unuttuk, pislikten başımıza gelenleri. Yaşadığımız evi, çevreyi, dünyayı kirletemeyiz. Öte dünyada bile hesabı var. Sarıyer belediyesi geçtiğimiz hafta sonu pislik içinde bırakılan parklarının fotoğraflarını yayınladı. Belediyenin yazdığı tweet de çok hoşuma gitti. ’’Kurtaran doktor nasılsa var diye pencereden atlamıyorsanız. Avukat beraat ettirir diye, kolayca suça karışmıyorsanız. Temizleyen var nasılsa, diye bu çirkin görüntüyü yaratamazsınız. Bu her şeyden önce vicdan meselesi…’’ Ama sizde ne idrak, ne vicdan, ne ders alacak akıl var.
Zor işler…
Keşke ‘’seviyorum’’ demek sevilene yetseydi. Her kırdığımıza bir ‘’özür’’ kafi gelseydi. Acıyan kalbi tek sözcük iyi edebilseydi. ‘’Affet’’ dediğimiz herkes affedebilse, af dileyen herkesi de kolayca affedebilseydik. Tek başına kelimeler yetebilseydi samimiyetimizi anlatmaya. Sözcükler dertlerimizin dermanı olsaydı. Endişelerimizi, soru işaretlerimizi sihirli birkaç kelam yok edebilseydi. Konuşa konuşa anlaşır dediğimiz insanoğlu; konuşa konuşa anlaşsa, inansa, iyileşseydi. Ama yetmediiiii… Yetemezdi! Keşke söylediklerimiz çocukken, ağzımızdan çıktığı kadar saf kalsaydı. Onca yalanla kirlenmeden, güvenini yitirmeden pürü pak dursaydı. Olmadı! Artık ağzından çıkanlar, isteğin için sadece basit bir giriş. Gelişmede; söylenenin akıl süzgecinden geçmesi, mantığa yatması, sezilerimizle örtüşmesi gerekli. Yani gerçekten istemediğinde asla başaramayacağın biraz uzun bir yol. Kelamın aslı astarı; söylediğin, söylediğinin icraatınla desteklenmesi, sabrınla da sınanması…