Dünya her zerresiyle düşünen, konuşan, mutlu olunca bereketiyle coşan, bıçak kemiğe dayanınca kimsenin gözünün yaşına bakmadan felaketleriyle gemileri yakan, doğan, nefes alan, yaş alan, yaşlanan ve vakti gelince de ölen canlı bir varlık… Tıpkı insan gibi…
Soru: DÜNYA ORGANİZMASI üzerinde devam eden döngüde yeri olmayan tek tür hangisidir?
Cevap: İNSAN…
Dünya her zerresiyle düşünen, konuşan, mutlu olunca bereketiyle coşan, bıçak kemiğe dayanınca kimsenin gözünün yaşına bakmadan felaketleriyle gemileri yakan, doğan, nefes alan, yaş alan, yaşlanan ve vakti gelince de ölen canlı bir varlık… Tıpkı insan gibi… Dünyanın; ciğerleri ormanlar, kanı akarsular, damarları menderesler, bedeni toprak, iskeleti taşlar ve kayalar, vitamin-mineral ve elementleri yer altındaki madenler ve yer üstündeki meyveler-sebzeler-bitkiler, depresyon yansımaları depremler-kasırgalar-afetler, sivilce ve uçuk halleri yanardağlar, dengesini sağlayan kristalleri yer çekimi, bedeninin kıvrımları dağlar-tepeler-ovalar, kalbi çekirdek katmanı, sindirim ve boşaltım sistemi denizler (ve maalesef denizlerin giderek kirlenip taşmasıyla baş edemeyen dünya obezleşerek şeklini ve sağlığını kaybederken iklim-doğa-süreklilik düzeni de bozuluyor)…
Bu eşleştirmeyi nice örnekle zenginleştirebiliriz… Özetle yaşlı dünya kanlı canlı bir varlık ve doğduğu gibi elbette bir gün ölecek fakat insanlık için önemli olması gereken şu; saygılı, kontrollü, az, öz bir yaşam tarzıyla uzun bir dünya ömrünün sağlanması… Burada bir hatırlatmaya ihtiyaç duyuyorum; tıpkı göç sorununda olduğu gibi dünyanın sağlıklı yaşlanması için bu saatten sonra insanlığın önceliği sıkı tedbirlerle ve hatta cezai yaptırımlarla sınırlı-kontrollü üreme politikaları uygulamak olmalı…
Ki ‘üst akıl’ off the record uygulamalar ile uzun zamandır bunu uygulamaya aldı zaten… Misal virüsler, pandemiler, LGBT dayatmaları ile cinsiyetsiz doğurgan olmayan nesiller elde etme planları, gıda krizleri, savaşlar, kaoslar ile dünya nüfusunun artışı önlenmeye çalışılıyor… Keşke ‘az dünya nüfusu’ fikri bu yollara başvurup acılar eşliğinde değil de yasalar çerçevesinde uygulanmaya alınsaydı vaktiyle Çin’in yaptığı gibi…
Evet kim bilir kaç kez küllerinden yeniden doğdu dünya? Kim bilir kaç kez yaşam son buldu ve sonra yeniden doğdu? Gün yüzüne çıkan tarihi eserlere ve yapıtlara bakınca ’binlerce yıl önce bunları nasıl düşünmüşler, ölçmüşler, biçmişler, yapmışlar’ şaşkınlık sorularını düşünen sadece ben miyim? Sanmıyorum! Biliyorum ki pek çok insan bu şaşkınlığı yaşıyor benim gibi… Şaşırıyoruz çünkü binlerce yıl öncesinden yansıyan zihin ve üretim çıtası, çoğu kez mevcut zamanın bile ötesinde… O zaman şu cümlenin defalarca aklıma gelmesinde fazlasıyla haklıyım; “bilmem kaç kez ihanetle kalbinden hançerleyip yok ettiğimiz Dünya’nın makus kaderi oldu, bitip bitip yine yeniden küllerinden doğmak ve yeni bir milada vesile olmak... Ve her bitişi hızlandıran da insanoğlunun açgözlülüğü değil miydi?”
Evet dünya bir organizma ve bu organizmanın bünyesinde yer alan sayısız canlı, kendisine biçilen görevi yerine getirmek üzere canla başla mücadele ediyor… Peki kendisine büyük pahalar biçen burnu Kaf Dağı’nı geçip Kainat’a ulaşan insan neslinin görevi nedir dünya bünyesinde derseniz, en azılı asalak/parazit görevini başarıyla yerine getiriyor derim… Evet o kibirli insanlığın bir parazit olmak dışında hiçbir görevi/faydası yok dünyada…
Aslına bakarsanız dünya için yaratılmamıştı insan! Kovulmuştu yaratıldığı mecradan ve dünya onun ceza alemi olacaktı… Ama gelin görün ki şeytana bile pabucunu ters giydiren İNSAN, ceza çekmek yerine dünyanın bitip tükenmeyen cezası oldu!
Ve bir daha ki sefere kadar yine döngü böyle kuruldu; hançerlemeye doymayan insan ile yüreğindeki hançerleri sindiremeyen dünya arasında…