Bir önceki yazıda Solow ve Kaldor'un büyüme modellerini açıklamıştım.

Bir önceki yazıda Solow ve Kaldor’un büyüme modellerini açıklamıştım. Büyüme modelinde güncel büyüme oranlarının doğal büyüme oranına nasıl yakınsadığı anlatılmaktaydı. Bu bağlamda her iki modelde anlatılan farklı intibak mekanizmalarını kullanarak Türkiye’nin son yirmi yılını açıklamaya çalışmıştım. Bunda kısmen başarılı olmuştum. Çünkü bahsedilen büyüme modelleri dışa kapalı (yani ihracat ve ithalatın olmadığı, dış sermaye hareketleri ve dış göçün bulunmadığı) ve özel (kamu harcamalarının ve vergilerin olmadığı) bir ekonomi varsaymaktaydılar. Bununla birlikte Türkiye ekonomisi hem dışa açık hem de karma bir ekonomidir. O zaman, dışa açık bir ekonomide büyüme süreci nasıl işlemektedir? Bu yazıda bu soruya cevap arayacağım.

KAPALI EKONOMİ İLE AÇIK EKONOMİNİN UZUN DÖNEMDE FARKI

Kapalı ve özel bir ekonomide milli gelir denkliği gereğince bütün tasarrufların yatırıma dönmesi zorunludur. Yıllar içinde tasarrufların birikimiyle oluşan milli servettir ve tüketimlerin bir kısmı bu servetten finanse edilir. Yani insanlar tüketimlerinin bir kısmını birikmiş servetlerini kullanarak gerçekleştirirler. Serveti olmayan bir insan kredi alır, bu kredi ise milletin diğer fertlerinin birikmiş servetinden sağlanır. Yani, tüketim amaçlı verilen krediler tasarrufların azalmasına yol açar (Teknik tabirle otonom tüketim artar ve otonom tasarruf azalır, DMD), toplamda ise yine tasarruflar yatırıma denk olur.

Açık bir ekonomide tasarrufların yatırıma denk olması zorunlu değildir. Denklik artık farklılaşır. Tasarruf yatırım hesabı net ihracata eşit olmalıdır. Tasarruf yatırım hesabı ile kastedilen toplam tasarruflar ile toplam yatırımların farkıdır. Bunu aşağıda gösterdim:

Yatırım Tasarruf Hesabı = Toplam Tasarruf – Toplam Yatırım

Eğer tasarruflar yatırımlardan fazla ise tasarruf fazlası, az ise tasarruf açığı söz konusudur. Açık bir ekonomide milli gelir dengede iken yatırım tasarruf hesabının değeri net ihracatla denk olmak zorundadır. Net ihracatı aşağıda tanımladım:

Net İhracat = Mal ve Hizmet İhracatı – Mal ve Hizmet İthalatı

Net ihracat milli gelir hesaplarında TL cinsinde reel değer olarak kaydedilir. Öte yandan net ihracatın muadili Cari İşlemler Hesabıdır. Ancak Cari İşlemler Hesabı dolar cinsinde nominal değer olarak kaydedilir. İhracat ithalattan fazla ise net ihracat pozitif değerde olur ve cari işlemler hesabı da fazla verir. Öte yandan ihracat ithalattan az ise net ihracat negatif değerde olur ve cari işlemler hesabı da açık verir.

Ödemeler bilançosundaki denkliklere göre cari işlemler hesabı açık verdiğinde sermaye hesabı fazla verir, tersine cari işlemler hesabı fazla verdiğinde sermaye hesabı açık verir. Sermaye hesabı fazlası yurt dışından borç verme ve yatırım amaçlı net fon girişi anlamına gelirken, sermaye hesabı açığı ise yurt dışına borç verme ve yatırım amaçlı net fon çıkışı demektir. Aşağıda bunları özetledim:

İhracat > İthalat è Cari Hesap Fazlası çè Sermaye Hesabı Açığı è Net fon çıkışı

İhracat < İthalat è Cari Hesap Açığı çè Sermaye Hesabı Fazlası è Net fon girişi

Tasarruf yatırım hesabı ile net ihracatın birbirine eşit olması gerektiğinden bahsetmiştik. Öte yandan net ihracatla ödemeler bilançosu hesapları arasındaki ilişkiyi de yukarıda gösterdim. Bu ikisini birleştirdiğimizde sonuç şudur: Açık bir ekonomide tasarruf açığı dışarıdan alınan borçla kapatılır. Tersine tasarruf fazlası ise dış aleme borç olarak gider. Yani;

Tasarruf fazlası è İhracat > İthalat è Net fon çıkışı

Tasarruf açığı è İhracat < İthalat è Net fon girişi

Uzun dönemde bir ülke tasarruf fazlası veriyorsa, bu aynı zamanda, cari fazla da verdiği anlamına gelir. Bu süreçte elde edilen döviz fazlası finans sistemi aracılığı ile dış aleme borç verilir. Öte yandan uzun dönemde bir ülke tasarruf açığı veriyorsa, bu aynı zamanda, cari açık da verdiği anlamına gelir. Sonuç olarak büyüme ve yatırımlar için gerekli olan fon açığı dış alemden borçla finanse edilir.

Kapalı ekonomi ve açık ekonomi arasındaki fark, büyüme sürecinde sadece sermaye birikimi varken açık ekonomide sermaye birikimi yanında dış borç veya dış alemde servet birikimi de gerçekleşir. Kronik cari açık veren ülkeler tasarruf açığı da verirler ve bu da zorunlu olarak dış borç birikim sürecini başlatır. Öte yandan cari fazla veren ülkeler tasarruf fazlası da verirler ve bu da zorunlu olarak dış alemde servet birikim sürecini (yani dış alemde yabancı firmalara ortaklık ve finans sisteminin dış alemde birikim sahibi olması) başlatır. Bir ülkenin her yıl borç alabilme kapasitesi dış borç stoğunun vadesi ve milli gelire oranına göre değişir. Dış borç stoğunun milli gelire oranı artıp vadesi kısaldıkça ülkenin uluslararası risk seviyesi de yükselir. Sonuçta kronik cari açık sahibi ülkeler (eğer bu borçla aynı oranda ülkenin üretim kapasitesi artmıyorsa) her geçen yıl daha zor, daha kısa vadeli ve daha yüksek faizle borçlanırlar. Cari fazla veren ülkeler ise her geçen yıl dış alemde daha fazla servet biriktirirler, bu da dış alemden daha ucuza, daha uzun vadeli ve daha kolay borçlanabilmek anlamına gelir.

DIŞ BORCA DAYALI BÜYÜME SÜRDÜRÜLEBİLİR MİDİR?

Yazının bu kısmından itibaren kronik cari açık veren bir ekonomiyi ele alacağım. Bunun sebebi Türkiye’nin de böyle bir ekonomi olmasıdır. Açık bir ekonomide eş anlı olarak hem sermaye hem de dış borç birikimi olduğundan bahsetmiştik. Çünkü tasarruf açığı sebebiyle büyümek için zorunlu olan yatırımlar için dış borç alma zorunluluğu bulunmaktaydı. Bankacılık ve finans sistemi aracılığıyla gelen dış fonlar eğer ülkenin üretim kapasitesini yeterince arttıracak düzeyde yatırımlara dönüşmezse, o takdirde dış borcun milli gelire oranı artmaya başlar. “Hocam, dışarıdan gelen para yatırıma gidiyorsa, o takdirde ülkenin üretim kapasitesi de artmaz mı? O zaman, niye dış borcun milli gelire oranı yükselir diyorsunuz?” Bu soruyu şu şekilde cevaplayayım: Hatırlayacaksınız, geçen yazılarda sermayenin üç kalemde oluştuğundan bahsetmiştim. Bunlar altyapı sermayesi, beşerî sermaye ve fizikî sermaye idi. Bu üç sermaye kalemi farklı sektörlerde farklı oranlarda kullanılır. Ancak bu üç sermaye kalemi her sektörde belli oranlarda kullanılır. Eğer dışarıdan gelen fonlar ağırlıklı olarak belli bir sermaye tipine, örneğin altyapı sermayesine (barajlar, yollar, köprüler, lüks konutlar, dev binalar ve benzeri) veya sadece belli sektörlere gidiyorsa, o takdirde, altyapı sermayesindeki bu aşırı yatırımlar kısa dönemde güncel büyüme oranını arttırır, ancak eğer onlarla aynı oranda beşerî sermaye (birikmiş bilgi, ortalama eğitim düzeyi ve uzman iş gücü) ve fizikî sermaye (fabrikalar) artmıyorsa ülkenin üretim kapasitesi daha az artar. Bu yüzden de dış borcun milli gelir içindeki oranı yükselir. Eğer dışarıdan alınan dış borç sektörler ve sektörlerde kullanılan farklı sermaye tiplerine orantılı dağıtılırsa, o takdirde, dış borç artışı oranında milli gelir artışı yaşanılabilir. Bu durum devam ettiği müddetçe, ülkenin doğal büyüme oranı değişmese de kişi başına milli geliri ve kişi başı sermaye stoku artar. Yani ortalama vatandaş daha zenginleşir. Eğer yatırımlar sadece bir sermaye tipine orantısız dağılmışsa, ekonomide belli bir süre boyunca dış borca dayalı yüksek büyüme sağlanabilir. Ancak dış borcun milli gelire oranı da artacağı için belli bir süre sonunda ülke artık dış borç bulamaz hale gelir. Döviz piyasasından sermaye çıkışları başlar. Artık borçların ödenme zamanı gelmiştir. Bütün vatandaşlar topluca alınan dış borcu faiziyle ödemek durumundadırlar. Bu ise vatandaşın kişi başına gelirini düşürür.

2003-2012 arası Türkiye dış borçla sağlanan yüksek refah ve satın alma gücüyle Cennet gibi bir on yıl yaşadı. Ama bu süreç içinde Türkiye ekonomisinin üretim kapasitesi aynı hızla artmadı, verimlilik düzeyi hemen hemen aynı kaldı. Yapılan yatırımlar düşük katma değer üreten sektörlere aktı, sanayi ve tarım gibi üretken sektörlerin milli gelir içindeki payı düştü. Buna mukabil, emlak komisyonculuğu, toptan perakende ticaret, araba kiralama hizmetleri, inşaat sektörü ve bankacılığın payı arttı. Bütün bunların sonucunda dış borç stoku milli gelirden daha hızlı arttı. 2013-2022 arası Türkiye’de bu yüksek dış borcun yarattığı yük sebebiyle ekonominin hem döviz kurlarına hem de dış şoklara karşı kırılganlığı her geçen gün arttı. Türkiye’nin dış dünyadaki risk düzeyi artarken, dış borçlanma giderek daha pahalı ve daha zor hale geldi. 2018 -19 krizi akabinde 2020-22 arası pandemi etkisi bu şartları daha da ağırlaştırdı. Bugün hepimiz Mr. Babacan’ın övünerek anlattığı 2013-2022 arası dış borca dayalı orantısız büyümenin yol açtığı maliyetlere katlanıyoruz. 2018 yılından beri uygulanan ekonomi politikaları bu şartları daha da zorlaştırmıştır. 2003 – 12 arası çatır çatır yediğimiz paraları 2013 -22 arasında faiziyle beraber kuruşu kuruşuna ödedik. Bu gidişle ödemeye de devam edeceğiz.