Depremlerden sonra yaşanan tablo hep aynı.
Bu ay İzmir depremi ile bir kez daha deprem gerçeğini hatırladık. Depremde yıkılan binalar, yaralananlar, hayatlarını kaybedenler kısaca yine bir trajedi yaşadık. Yine TV kanallarında deprem uzmanları çıktı, yine ahkamlar kesip nutuk attılar. Yıllardır ne yapıyorsak yine aynı şeyi yaptık. Bol bol nutuk attık. Depremlerden sonra yaşanan tablo hep aynı. Medyanın da rolü aynı bilim insanlarının da rolü aynı. Aynı nakarat gibi. Birkaç gün konuşuyoruz sonra yine her şeyi unutuyoruz. Bu aslında ülkemiz medyasının hatta insanının genel yapısı. Bu beni çok üzüyor. Ne zaman bir şey olursa o şeyi konuşup sonra başka bir şey olduğunda o başka şeyi konuşma konusunda uzman bir toplumuz. Konuşuyoruz ama netice yok. Mademki bir şey yapamayacaksın, mademki ki bir gücün yok, bir projen yok o zaman kardeşim neden o kanala çıkıp konuşuyorsunuz demek geliyor o “sözde uzmanlara”.
Korona döneminde de aynı oldu
Benzer şeyleri Kovid-19’da da yaşadık. Herkeste bir aşı muhabbeti var ama kimseden aşı ile ilgili bir haber yok. Yani bu kadar televizyona çıkıp nutuk atan virüs uzmanı var, bunların bir bölümü bir araya gelip bir aşı çalışması yapmıyor mu? Yapamıyor mu? Yapmak mı istemiyor? Yoksa tembeller mi? Bu beni ciddi anlamda sinirlendiriyor. Aynı şey deprem içinde geçerli. İzmir depreminden sonra yine uzmanlar çıktı ve bol bol “lak lak” yaptı.
Müteahhitlerin tutuklanması züğürt tesellisi
Son yıllarda buna bir de yıkılan binaların müteahhitlerinin yakalanma ve göz altına alınma görüntüleri de eklendi. Deprem oldu, üç beş müteahhitti içeri aldık, uzmanlar bol bol konuştu olay bitti. İzmir depreminden aklıma kalan iki şey var. Biri Cumhurbaşkanının bir yıl içinde yaklaşık 1750 kadar konutu sahiplerine teslim edileceğini açıklaması ki, bu açıklama ve uygulama, ne olursa olsun bir sıkıntıda devletin halkın yanında olduğunun en güzel göstergesi oldu. İkinci dikkatimi çeken ama anlam veremediğim olay ise depremde yıkılan binaların müteahhitlerinin göz altına alınması oldu. Buna cidden anlam veremiyor ve bunu popülist bir yaklaşım olarak görüyorum. Bu müteahhitlerin belki hepsi de suçludur onu bilemem, ama araştırma, soruşturma yapılmadan apar topar müteahhitlerin saraydan kız kaçırır gibi yakalanıp hapse atılması bana garip geldi. Bir binanın yıkılmasında elbette müteahhittin de suçu vardır, ama bunun bu şekilde infaz edilmesi bana garip geldi. Hatta samimi söyleyeyim çok popülist bir uygulama gibi geldi. Biz medyamızla, toplumumuzla, siyasetimizle kısaca her şeyimizle iş olsun diye iş yaptığımız sürece daha çok deprem yaşarız, çok ağlarız, çok acı çekeriz gibi geliyor bana. Deprem ile ilgili geçtiğimiz hafta bu konuda ciddi çalışmaları ve deneyimleri olan bir bilim insanı olan Türkiye’nin afet konusunda en önemli sivil toplum örgütü olan AKUT’ta 10 yıla yakın süredir aktif olarak çalışan İstinye Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürü Doç. Dr. Fahri Erenel çok anlamlı açıklamalar yaptı ve dokuz maddede deprem olgusu ile ilgili önemli bilgiler verdi.
Erenel afetlere hazırlanmada nasıl bir yol izleneceğini, afet eğitiminde nelere dikkat etmemiz gerektiğini ve afet öncesi veya sonrasındaki süreçlerin yönetiminde öncelik verilmesi gereken konuları değerlendirdi. Olaya işin uzmanının gözüyle bir göz atalım beraber.
Afetler geniş bir bölgeyi ve çok sayıda insanı etkiler
Afet ve acil durum konusunda toplumun bilinçlendirilmesi büyük önem taşıyor. Öncelikle birbirleriyle çok fazla karıştırılan bu iki kavram arasındaki farka dikkat çekmek gerekiyor. Bu iki kavram arasındaki temel fark, kapsadıkları alan ve etkiledikleri nüfus oranıyla bağlantılı. Acil durum, yerel ve dar bir alanı kapsayan, gerçekleştiği bölgenin imkan ve kabiliyetleri ile çözüme kavuşturulan bir olayken; afet daha geniş bir bölgeyi ve dolayısı ile daha fazla sayıda insanı sosyal ve ekonomik olarak etkiler. Afet olaylarında ihtiyaca göre diğer bölgelerden, hatta uluslararası destek de talep edilebilir. 17 Ağustos 1999’da meydana gelen Marmara depremi veya Ocak ayında meydana gelen Elazığ depremi kapsadıkları alan ve etkiledikleri nüfus yoğunluğu ile afet tanımı içine girmektedir. Geçtiğimiz günlerde meydana gelen İzmir depremini de afet kapsamında tanımlayabiliriz.
Ekiplerin güvenliği sağlanmadan yapılacak çalışmalardan sonuç alınamaz
Ülkemiz afet türlerinin her birini içinde barındıran fiziki ve coğrafi yapıya sahiptir. Türkiye’de yaşanılan afetlerin yüzde 60’ından fazlasını depremler oluşturmaktadır. Sırasıyla seller, yangınlar ve heyelan ülkemizi etkileyen afetler olarak sayılabilir. Özellikle Doğu Karadeniz bölgemize baktığımızda heyelan tehlikesinin çok fazla olduğunu görürüz. Doğu Anadolu bölgemizde ve Karadeniz bölgemizin iç kesimlerinde ise kış mevsimlerinde çığ tehlikesi ön plana çıkmaktadır. Çok yakın bir tarihte Van Bahçesaray’da meydana gelen ve birçok vatandaşımızın hayatını kaybettiği hazin çığ olayı hala hafızalarımızda. Bahçesaray olayında hatırlayacağınız gibi yardıma giden ekip de ikinci kez düşen bir çığın altında kalmıştı. Afete müdahale yaparken unutulmaması gereken en önemli nokta önce arama kurtarma ekiplerinin güvenliğinin sağlanmasıdır. Ekiplerin güvenliği sağlanmadan yapılacak çalışmalardan sonuç alınamaz. Bu tüm afetler için böyledir. Bu bir trafik kazasına müdahale edilirken dahi böyledir. Bu vahim örnekten görüleceği üzere çığ olaylarında arama kurtarma çalışmaları bambaşka bir malzeme ve ayrı bir birikim gerektirir. Bu şartlarda ülke olarak tüm afetlere, eğitimli personelimiz ve bilinçli vatandaşlarımızla hazırlıklı olmalıyız.
Afet sonrası müdahale başarısı, afet öncesi sürecin iyi yönetilmesi ile mümkündür
45 saniye süren 1999 Marmara Depreminin Türkiye Cumhuriyeti’ne ekonomik maliyeti bağımsız kurumlar tarafından yapılan araştırmalara göre 20 milyar dolardır. Bu maliyet dünya üzerinde afetlerin yarattığı ekonomik etkileri açısından 6. Sırada yer almaktadır. Tüm dünyayı etkileyen pandemi sebebiyle ortaya çıkan ekonomik ve sağlık krizinin tam ortasında gerçekleşebilecek olası bir İstanbul depreminin Türkiye Cumhuriyeti’ni ciddi bir refah kaybına uğratacağı hatta beka sorunlarına dahi yol açabileceği açıkça görülmektedir. Afet ve Acil durumlarda kaybettiğimiz her vatandaşımız, yetiştirilen bir insanın, beşeri sermayemizi oluşturan nitelikli insan gücümüzü elimizden kayması kaybetmemiz dışında, yanan, yıkılan veya kullanılamaz hale gelen her türlü araç, tesis ve binalar ise büyük bir milli servet kaybı olarak karşımıza çıkmaktadır. Meydana gelebilecek afetlerden toplumun en az zararla kurtulabilmesi için gerekli teknik, yönetsel ve yasal önlemlerin afetten önce alınması; önlemenin mümkün olduğu hallerde afetin önlenmesi, mümkün olmadığı hallerde ise kurtarma, ilk yardım ve iyileştirme çalışmalarının mümkün olan en hızlı, verimli ve etkin şekilde gerçekleşmesinin sağlanması son derece önem taşımaktadır.
Elde bulunan kaynağı doğru şekilde kullanmak çok önemli
Afet yönetimi, olayın meydana geldiği zamanı bir çizgi olarak düşünürsek afetten önce ve sonra olmak üzere ikiye ayrılır. Afet öncesi yönetimi de -bu bölüm risk yönetimi olarak ta adlandırılmaktadır-kendi içerisinde 2 aşamadan oluşur. Bunlar Risk ve zarar azaltma aşaması ile hazırlık aşamasıdır. Bu noktada öncelikle tehlikeyi tespit etmek, tespit edilen tehlikelerin gerçekleşmesi halinde hangi risklerin meydana geleceğini saptamak ve bu doğrultuda tedbir almak gereklidir. Bu süreçte izlenecek yol bir üçgenin üç köşesi gibidir. Tehlikeyi belirle, tehlikenin yol açacağı riski ortaya koy ve bu riskleri önceliklendir. Bütün risklere aynı anda müdahale edilemeyeceği için elde bulunan kaynağı doğru şekilde kullanmak çok önemlidir. Hazırlık olarak adlandırdığımız süreçte ise belediyelerin, yerel yönetimlerin vatandaşların kolektif şekilde hareket etmesi çok önemlidir. Her bölgenin en üst düzey kurumu, AFAD’ın belirlediği ilkeleri ve yerel yönetimin belirlediği esasları dikkate alarak çalışmalar yürütülmeli ve mutlak bir uyum içinde çalışmalıdır.
Afetle mücadele topyekûn bir mücadele gerektirir
Afet öncesi yönetiminde uyum, bütüncül bir anlayışı hakim kılarak, toplumun her kesimine yayılmış sistemli bir eğitim ve vatandaşları da içine katan değişik zamanlarda ve koşullarda, senaryoya dayalı olarak yapılacak tatbikatlarla mümkündür. Eğitim, kavram olarak kişilerde istediğimiz yönde davranış değişikliğine yol açma anlamına gelir. İstenilen davranış değişikliği tek başına bir kez verilen bir eğitim ile kazandırılamaz. Sık tekrar ve uygulamalarla bilinçli bir alışkanlık haline getirilirse afet anında doğru hareket tarzı uygulama olasılığı daha yüksek olacaktır. Tatbikatları gerçekçi senaryolara dayalı olarak tüm vatandaşlarımızın katılımıyla gerçekleştirmek planların başarı oranını arttıracak ve büyük yol kat etmemizi sağlayacaktır. Çünkü Afetle mücadele topyekûn bir mücadele gerektirir. Türkiye’de tatbikatların büyük çoğunluğu kamu kurumlarında ve sadece çalışanların katılımı ile gerçekleştirilir. Özel kurum veya kuruluşların basına açık bir tatbikat yaptığına pek şahit olmayız. Bunun sonucu olarak normal vatandaş hiçbir tatbikatta yer alamıyor. Halbuki yaşanan afetlerden en çok etkilenen vatandaşlardır.
Sadece kağıt üzerinde yapılacak uygulama imkanı olmayan planlamalarla afete hazırlık süreci yönetilemez
Organize çalışmada ve afetlere hazırlık sürecinde mahalle afet gönüllü yapısını oluşturabilmek çok önemli. Bu organizasyonda belediye, muhtarlık ve yerel yönetimlerin iş birliği içinde çalışması gerekiyor. Mahalle esnafı dahi planlanma ve tatbikatlarda devreye sokulmalı, tüm süreçlere hakim olmalıdır. Afete hazırlık aşamasında tüm birimlerin aktif rol alması afetlerin en az hasarla atlatılmasında önemi büyük olacaktır. Örneğin olası bir İstanbul depremindeki görüntüler, asla İzmir depremindeki görüntülerle aynı olmayacaktır. Bir enkaz ile ilgilenebilen çok sayıda arama kurtarma veya ilk yardım ekibi görülmeyecektir. Bütün Türkiye’deki yardım kuruluşları bölgeye intikal etse dahi yıkılması beklenen 55 bin binaya yardım çok sınırlı kalacaktır. Oysa depremlere müdahale açısından ilk 72 saat büyük önem taşımaktadır. Bunun da yolu evlerimizden ve mahallerimizdeki örgütlenmeden geçmektedir. Afetlere hazırlık evlerden ve mahallerden başlayacağı asla unutulmamalıdır. Sadece kağıt üzerinde yapılacak uygulama imkanı olmayan planlamalarla afete hazırlık süreci yönetilemez.
Afet gerçekleştikten hemen sonraki süreç hızla yönetilmelidir
Afet gerçekleştikten sonra başlayan süreç olan kriz veya afet yönetimi; müdahale ve iyileştirme olarak ikiye ayrılır. Afet gerçekleştikten hemen sonraki süreç, yapılan planlara uygun olarak hızla yönetilmelidir. Henüz acılarımızın taze olduğu deprem örneğinden ilerleyecek olursak enkaz altında kalanların hayata döndürülmeleri için ilk 72 saat çok önemlidir. Saat ilerledikçe vücutta meydana gelen ezilmeler, aşırı su kaybı gibi nedenlerle hayatta kalma oranı gittikçe düşer. 5 günden sonra oran sadece yüzde 2’dir. Türkiye’de 1999 Marmara depremi sonrasında, deprem sonrası müdahale yapacak arama kurtarma ekiplerinin organizasyon, araç ve malzemelerinde ciddi bir gelişim sağlanmıştır. İyileştirme aşamasına örnek olarak; İzmir depreminden sonra Cumhurbaşkanımız Recep Tayip Erdoğan’ın açıkladığı 600 parçadan oluşan 2 konteyner kenti söyleyebiliriz. Afet bölgesinde yaşayan insanların hayatlarını devam ettirmesi, sağlık ve eğitim faaliyetlerinin aksamaması, mevsimsel koşullara uygun olarak barınma ihtiyaçlarını karşılanması, gerekli psikolojik desteğin verilmesi iyileştirme aşamasının faaliyetleridir. İyileştirme süreci de geçici ve kalıcı olmak üzere ikiye ayrılır. Konteyner kentler geçici çözümken, TOKİ vasıtasıyla binalar yapmak kalıcıdır.
AKUT gibi sivil toplum kuruluşlarının afetlerle mücadelede önemi artıyor
Türkiye’de afet yönetimi konusu özellikle 1999 Marmara depremi sonrası öncelik kazanmaya başlamıştır. Bu depremde AKUT’un görev almasıyla birlikte, ülkemizde afetlere yönelik sivil toplum kuruluşları sayısında ve bu kurumlara gönüllü katılışlar konusunda ciddi artışlar olmuştur. Ülkemizin yüzde 48’inin birinci derecede deprem bölgesi olması ve profesyonel kurtarma uzmanlarımızın sayısının yetersizliği; birçok noktada şubeleri bulunan ve kurumsallaşmasını tamamlamış olan AKUT gibi sivil toplum örgütlerinin afetlerle mücadelede önemini bir kat daha arttırmaktadır. AKUT ve diğer sivil toplum kuruluşlarının çalışmalarında yer alan personel tamamen gönüllük esaslı olarak çalışmaktadır. Arama kurtarma faaliyetleriyle ilgilenen sivil toplum örgütlerine katılan vatandaşlarımız, topluluğa girdiği andan itibaren temel bilgilerden başlayarak eğitim sürecine başlıyor. Arama kurtarma, hayatta kalma, enkaz kaldırma gibi birçok konuyu uzmanlarından öğrenen gönüllülerden, fiziki ve psikolojik açıdan hazır olanlar arama kurtarma ekiplerinde yer alıyor.
Afetler toplumlar için asla kader değildir
Afetleri veya afetlerin verebileceği büyük zararlı önlemede çok başarılı adımlar atmış birçok ülke var. 9.5’le dünya tarihinin en şiddetli depremlerden birini yaşayan Şili bu afetten çıkardığı dersle depremle ilgili eğitimlerini artmış, alınacak tedbirleri detaylarıyla planlanmış ve gerçekçi senaryolarla tatbikatlar gerçekleştirerek bir sonraki 8.5 şiddetindeki depremden asgari düzeyde zararla etkilenmiştir. Afetler toplumlar için asla kader değildir. Bizler de hazırlık süreçlerini hızlandırarak üniversitelerimize zorunlu afet yönetimi dersleri koymalı ve afetlere gerçekçi bir şekilde hazırlanmalıyız. Anadolu’da bildiğimiz en yıkıcı felaketlerden biri olan 1932 Erzincan depremini örnek verecek olursak; teknolojinin ve karayollarının gelişmediği, arama kurtarma ekip ve ekipmanlarını olmadığı bir tarihte, Doğu Anadolu bölgemizin eksi 35 derecelere varan soğuğunda gerçekleşen bu deprem, olası İstanbul depremiyle bir olmayacaktır. Bu örnek; afetlere hazırlıkta gerçekçi olmanın, çağa, iklime ve coğrafyaya göre senaryo çizerek tatbikat yapmanın önemini bir kez daha ortaya koymaktadır.