Her ekonomik sistem içinde o ekonomik sistemin sonucu olarak ortaya çıkan yasadışı iktisadi örgütlenmeler olacaktır.

Cuma günkü yazımda kapitalizmin servet hırsı güdüsüyle erdemsizlik ve eşitsizliğe dayanan bir toplumsal düzene yol açtığından ve küreselleşme safhasıyla birlikte küresel sermayenin en son hedefinin milli devlet olduğundan bahsetmiştik. Hemen bir soru sorduğunuzu tahmin edebiliyorum: “Hocam, darbelerle terörün küresel kapitalizmle ne alâkası olabilir?” Bu sorunun haklı bazı gerekçeleri olabilir: Kapitalizmden önce de suikast örgütleri, eşkıyalık ve haydutluk bulunmaktaydı. Dolayısıyla terörün kapitalizmle bir ilişkisini ortaya koymak için bu gerekçeler yetersiz bulunabilir. Ancak bugün karşı karşıya olduğumuz uluslararası terör basit bir eşkıyalık hareketi sayılamaz. Her ekonomik sistem içinde o ekonomik sistemin sonucu olarak ortaya çıkan yasadışı iktisadi örgütlenmeler olacaktır. İsterseniz uluslararası terörün iktisadi dinamiklerini gözden geçirelim:

KONTROLSÜZ PARA VE BİLGİ AKIŞLARI İLE İŞSİZ KALAN İSTİHBARATÇILAR

1990’da iki önemli değişim dünyayı etkiledi: Soğuk Savaş’ın sonu ve Bilişim Devrimi. Soğuk Savaş iki kutuplu dünyada ülkeleri karşı bloktaki ülkelere karşı güvenlik politikaları merkezinde birleştirmişti. Milli Devletlerin uyguladıkları politikaların tamamı, kendi başkentlerinin dışında bağlı oldukları askeri blok tarafından belirlenen savunma ve güvenlik politikalarının vesayeti altındaydı. 1990’da Demir Perde’nin dağılması ile birlikte birçok istihbaratçı ve profesyonel katil işsiz kalmıştı. Yine 1990’lı yıllarda hayatımıza hızla giren ve yaşam tarzımızı değiştiren bilişim devrimi iki temel etkenin ortaya çıkmasına neden oldu: Milli devletlerin kontrol edemediği para ve bilgi akışları. Buna 1946’dan beri fiilen dünya para birimi olan ve sürekli karşılıksız basılan dolar arzını da eklerseniz şöyle bir tablo ortaya çıkar: Kontrolsüz ve denetimsiz para ve bilgi akışları, dünyanın her tarafında dolanan serseri bir atıl para stoku ve işsiz casus ve katiller. Bu maddi etkenler özellikle 2000’li yıllarda insanlığın karşısına milli devletleri zayıflatmak, küresel devlet hayali yolunda gerekli siyasi konjonktürü oluşturmak ve Atlantik merkezli emperyalist gücün kara kuvveti olmak vazifesiyle kurulan uluslararası terör örgütlerini çıkardı: El Kaide, IŞİD, PKK ve FETÖ. Bu terör örgütleri aynı zamanda büyük oranda uluslararası uyuşturucu ticareti, silah ve insan kaçakçılığı ve kaçak petrol satışından finansman sağlayan uluslararası suç şebekeleri konumundaydılar. Atlantik merkezli emperyalist güç, bu terör örgütlerini milli devletlerin milli güç unsurlarını zayıflatmak için yönlendirerek çeşitli adlarla iç ayaklanmaları kışkırttı: Orta Asya’da Turuncu Devrimler, Orta Doğu’da Arap Baharı ve Türkiye’de Gezi Kalkışması, Kobani Olayları ve Hendek Savaşları. Burada medeniyetler çatışması hipotezinin bir alt versiyonu olarak her ülkede etnik, dini ve mezhepsel aidiyetlerin çatışması kışkırtıldı.

Bugün geldiğimiz noktada, birçok yıkım ve acının ardından Atlantik merkezli emperyalist gücün savaşı yitirdiği görülmektedir. Ülkemizde en son çare olarak başvurulan 15 Temmuz İşgal Girişimi NATO’ya girdiğimizden bu yana gördüğümüz darbeler serisinin bir sonuncusuydu. Bunu da cuma günü irdeleyelim.