İletişimin amacı hayata anlam katmaktır. Büyük, küçük demeden her adımda yaşadığımız eylemler bizi başkalarıyla bağlantıya götürür.

İletişimin amacı hayata anlam katmaktır. Büyük, küçük demeden her adımda yaşadığımız eylemler bizi başkalarıyla bağlantıya götürür. Elimizden yere düşürdüğümüz bir kağıdı yakınımızda birinin görüp alıp gülümseyerek bize uzatması, hepimizi tebessüm ettirir. Hayat o kadar da büyütülecek bir şey değildir. Hayat kendi akışına bırakılması gereken bir eylemler bütünüdür. Çünkü hayatın kendi doğallığı var zaten. Her şey kendi kuralları içinde bir oluş, bitiş, tekrar doğuş yaşıyor. Biz istesek de istemesek de bu bir gerçek. Ancak bizim de hayatı kendimize zorlaştırmak, çözümsüzlük üretmek gibi bir yanımız varsa, işte o zaman yaşanılmaz kıldığımız bu hayat bize küser. Hayat bize her sabah gülümser. Ya biz nasıl bir yüzle hayatı karşılıyoruz?

Çözmeye odaklanmak

Yaşamın anlamını aramaya koyulanlar neredeler? Fakülte bitirip mezun olarak neyi amaçlıyoruz? Ya da işe girip bir iş sahibi olmakla neyi amaçlıyoruz? Hayatımıza değer katacak olan şey nedir? Para mı? İşini kendisi, unvanı mı? Peki! Tüm bunlara sahibiz hala neden umutsuz ve mutsuzuz? Bunlara sahip olmayanlar, sahip olunca mutsuz oluyorsa demek ki temel değer maddi olarak bir şeyi elde etmek değildir. Başta da dediğim gibi eylemlerimizin temelinde çözüm mü var yoksa çözümsüzlük mü? Bu soruya kişisel olarak verdiğimiz cevap karakterimizi gösterir. Yola çıktınız ve sokağın ortasında koca bir taş duruyor. Belli ki bu taş arabalara engel olacak veya birinin ayağının takılıp düşmesine sebep olacak. Onu oradan alıp kenara koymak bir şuurdur. Onu oradan alıp kenara koymak şiarı ailede, okulda verilmesi gereken en başlıca eğitimlerden biridir.

Biz çözümün kendisiyiz

Biz hepimiziz ve o yüzden bir başkasının hayatına değer katmak onun bir derdine merhem olmak şifanın kendisidir. Gerçekten sessizce, tanıdığımız veya tanımadığımız insanlara yardım etmek bunun için çaba göstermek kendimize değer vermekle eş anlamlıdır. Hayatın gürültüsü patırtısı içinde çözümü hep birilerinden bekliyoruz. Oysa biz çözümün kendisiyiz. Elimizden ne geliyorsa. Bir savaşı tek kişi olarak durduramayız. Ama başkasına yardım ederek kendi içimizdeki o çözümsüzlük hastalığına bir savaş açabiliriz. İçimizdeki o ataletten, ya da bana necilikten kurtulmamıza yol açacak tedavileri bulmamız lazım. Çözüm üretmek, problemlerin üstesinden gelmek öncelikle kendimiz için yapmamız gereken değerli bir başlangıçtır. Zaten çözüm odaklı kişiler öncelikle kendi hayatlarındaki olayları çözebilen insanlardır. Çözemese bile hayatındaki sıkıntıların bir değeri olduğunu gören ve gelişmeye kendini odaklamış insanlardır.

Sorunun kendisi olmayalım

Çözüm üreten insanlar kendisini o toplumun bir bireyi olarak görürler. Bu tür insanlar ayrıştırmaya, kutuplaşmaya, ötekileştirmeye izin vermezler. Bana benzeyen bendendir gerisi düşmanımdır demezler. İnsanoğlu ilerlemek istiyorsa çözüm odaklı olmanın anlamını kavramalıdır. Sorun karşısında isyan edip kapıları kapatmak kendimize ve topluma yapılacak en kötü şeydir. Toplumun marjinalleşmesi karşısındaki muhatabı görmemek, yok saymak, dinlememekten ileri gelmektedir. Çözüme odaklı tavır sergilemek toplumu, insanları yatıştıran bir sonuçtur. Önce uzlaşmak sonra da dinlemek ve çözüme odaklanmak özgüvenli toplumlar oluşturacaktır. Kişinin karakteri şikâyet, geçmişe hayıflanmak, karışıklıktan yakınma, başkasını suçlama ve sorunu görememe veya görmek istememe gibi hayatını kilitleyen şeylerle beslemişse mutlaka bundan kurtulmalıdır. Bu tür insanlarla sorunları çözemezsiniz. Ne kadar çözüm odaklı olsanız da ileri gitmeniz imkânsızdır. O yüzden bu tür insanlar tabiri caizse sorunun kendisi olurlar ve ilk fırsatta onları sorunun içinden çekip çıkartmak kaçınılmazdır. Sonuç olarak soruna değil çözüme odaklanan insanlar ne istediklerini bilen ve hayatlarını teslimiyetle yönetebilenlerdir.

KALBÎ İLETİŞİM

Kıymetli okur, 2016 yılından beri bu sayfada yer alan yazılarımın küçük bir kısmını kitap okuyucusuna uygun hale getirerek kitaplaştırdık. Dünyaya bir anı bırakabilme derdiyle bu güzellikleri Kalbî İletişim adı altında sizlere ulaştırdık. İnşallah faydalı ve feyzi bol olur.

ANNE KIZ

Foto Kritik2109

Güneş doğar kız çocuklarının üzerine. Güneş batmaz kız çocuklu evlerde. Kimse üşümez kimse hastalanmaz ve kimse ağlamaz kız çocuklarının koştuğu, güldüğü evlerde. Anneler kız çocuklarından öğrenirler anneliği. Sarılmayı, sarmayı öğrenirler kızlarının kollarında. Bin bir çiçek bahçelerinden, toplanmış cenneti getirirler kokularında. Ne tasa ne keder anneye uğramaz, varsa bir kız evlat. Kalplerinde çarpar kızlarının yürekleri. Kız evlatları olanlar, bir goncanın gün gün, ay ay açmasını etrafa güzellikler yaymasına şahitlik ederler. Anneler için cennetin içinde olmakla eş değerdir kız evladın varlığı. En güzel dost en iyi arkadaş en vefakâr insan kız evlatlardır. Dünyayı kaldırabilecek gücünü keşfetmen için kızının gözlerine bakman yeter. Kız evlat dünya bağışlansa asla değişilecek bir nimet değildir. Ne para ne mal ne itibar kız evlatlarının ışıltısının yerini tutamaz. Evlatlar ayrılmaz ama kız ve erkek diye ayrılsa doğanın buyruğu yerine gelir. Biz anneler ölsek bile, kızlarımızın gözlerinde ve yüreklerinde yaşarız. Anne Anne, diye sana sarılan bir evladın varsa sevin, kız evladın varsa defalarca sevinin ey anneler.

HER GELENİ HIZIR BİLMEK

Her fotoğrafın bir hikâyesi var mıdır? Bunu bilmek pek mümkün dolmasa gerek!..

Ancak bu fotoğrafın bir hikâyesi vardı...

2022’nin Kasım’ı çok sancılı geçiyordu. Kendimi teskin ve teselli edebilmek adına zikri pek lüzumlu olmayan bir sebepten Beylerbeyi’ndeydim. Sokağı döndüğüm an beni bir çift göz karşıladı. Gözlerden sonra gözüm ellerine takıldı. Buruş buruş olan bu eller imkânı müddetince elindeki alışveriş poşetlerini taşımaya gayret ediyordu. İçimdeki ses, “Haydi koş, yardım et! Gideceği yere kadar yoldaş ol” diyordu. Ama bir diğer ses de “Olur mu öyle şey, bir tanecik poşet için ne yardımı! Hem belli ki kendi işini görmesini seven biri, bu yaşta alışverişe çıkmış, ne güzel! Hadi ama rahat bırak adamı!”.

Diğer ses ise daha hassas bir yerden konuşmayı tercih etmişti:

“Yardım teklifin ya onu incitirse? Ya kendini bir poşeti dahi taşıyamayan aciz biri gibi hisseder de bu farkındalığı derin bir yeise sebebiyet verirse? Ya fark etmeden bir gönlü incitirsen?”

Bu düşüncelerle yavaş yavaş birbirimize yaklaşıyorduk. Aradaki mesafe azaldıkça mütereddit tavrım artıyordu. Hapsolduğum zoraki bir tebessümden yakamı kurtarmaya çalışırken kendimi pek çaresiz hissetmiştim. Yardım etmeye pek niyetli iken hiçbir şey yapamaz bir halde öylece kalakalmıştım.

Neyse ki halinden ve tavrından yalnızca yaşça kemale ermediğini kanıtlarcasına bu çileye son veren yaşlı amcamız:

“Merhaba kızım. Söyle bakalım neler çekiyorsun böyle?” diye gayet neşeli ve duru bir sesle sordu.

Soruyla birlikte fotoğraf makineme yönelen bakışlarımı derhal toparladım. Zira “Neler çekiyorsun böyle?” sorusunu kendisine yöneltmekte güçlük çektiğim yardım talebine yönelik bir soru zannetmiştim. Neyse ki gözleriyle fotoğraf makineme işaret edişi sayesinde çektiğim ıstırabı değil fotoğraflarımı kastedişi içime sular serpmişti  Bu muzip tavır karşısında bir miktar rahatlayınca çektiğim fotoğrafların mahiyetini başladım anlatmaya... Mezar taşlarına, kitabelere ve İstanbul’daki tarihi eserlere ne derece kayıtsız kalamadığımı izaha yeltendim. Hem bir miktar hayretle hem de tasvip edercesine yüzüyle onayladı bu meşgalemi. Sözü pek latifti. Hali tavrı güngörmüş, ihtiyarlığın hakkını vermiş gibiydi.

Ama biraz daha adamcağızı elindeki poşetle ayakta tutarsam pek yakışık almayacaktı. Sözü ona bırakıp vedalaşma faslına gelelim istedim. Sağ olsun, derdimi anlamakta pek maharetli olduğundan o da bu gayeye uygun şekilde selamladı ve bugüne değin bir yabancıdan duymadığım bir sürü dua ile geleceğe dair umut tohumları ekti yüreğime. Dualarının içeriği o kadar güzeldi ki hepsi ayrı bir yarama şifa oldu adeta. Güzel dileklerini art arda sıralayarak gönlümü imar etmişti. Cümlelerini tamamlamaya gayret ederken son söz kabilinden konuşmaya devam ediyordu.

“Yüzün kadar güzel bir ömür dilerim kızım. Besbelli güzel işlerle meşgul olduğun. Muvaffakiyetler seninle olsun. Dikkat et kendine olur mu?” derken sesi hem ümit var hem de hayatın kirli veçhesi dolayısıyla endişeliydi. Son zamanlarda hâl diliyle söyleşmenin sözlerden daha tesirli olduğuna inanıyordum. Bu sebeple duruşumu muhafaza eden bir eda ve kendimden gayet emin bir tavırla yalnızca teşekkür ederek bu endişeli bakışları bertaraf etmeye gayret ettim.

Ve nihayet vedalaşmak mümkün oldu.

Bu veda ile birlikte yeni bir vuslat kucakladı apansız. Zira bu defa iç sesim bir yığın sualle karşımda dikiliyor, yer yer yürümeme dahi mâni oluyordu. Beni yerden yere vurmasına pek alışkın bir eda ile dinliyordum kendisini:

“Yardım etmek mi? Al işte, bak bakalım kim kime yardım etti acaba? Yardım muktedirin işi! Sen gücü yalnızca bilek gücünden ibaret mi saydın! Bu toylukla yardıma niyet etmen pek cüretkâr. Sen iyisi mi bundan böyle boyundan büyük işlere kalkışma!”

Epeyce bir had bildirdikten sonra arkama dönüp kemâlât sahibi olduğuna inandığım bu güzel insanı kontrol etmek istedim. Zira mütereddit ve yardıma teşne tarafımın aklı, halen o alışveriş poşetlerindeydi. İşte tam da o kontrol etme ihtiyacının ardından bu fotoğraf çekilmişti. Fotoğrafla birlikte iyiliğin mahiyeti itibariyle ne kadar mümkün ve ne kadar kolay edilebileceği zihnimi kurcalamaya başlamıştı. Bizler iyilik adı altında yapıp ettiklerimizle dahi muhatabımızdan ziyade kendimize yardımda bulunurken bu dünya pazarındaki alışveriş terazisinin işine akıl sır erdirme cehdi hem güzel hem de şükür sebebiydi.

Şükür ki, güzel insanlar, yâd edilmeye layık pek çok veçhesiyle gönüllerdeki yerini almıştı. Bazen titreyen bir elden, bazen mahzun bir bakıştan ve bazen de ayaküstü edilen bir sohbetten hâsıl olanlarla dünyamız mamur hale gelebiliyordu.

Evet, bir fotoğraf dahi bünyesinde bir sürü tefekkür imkânı barındırırken bizler nasıl olurdu da hayatın yaşamdan âri, sıkıcı ve fırsatlardan noksan olduğunu iddia edebilirdik!

Bunca hayretten sonra eskilerin deyimiyle tatvil-i kelâmı bırakıp son söz kabilinden diyoruz ki:

“Her geceni Kadir, her geleni Hızır bil!”

İKİZ DÖNÜŞÜM

Dijital teknolojileri ve çevre duyarlılığına dayalı bir dönüşümü kapsıyor “ikiz dönüşüm”. Yani daha önce yeşil dönüşüm denilen kavram artık bu ikiz dönüşümün içinde. Dijital dönüşüm olmadan çevre hassasiyeti oluşturulamayacağı çok açık. Bu yüzden 2019 yılında Avrupa Yeşil Mutabakatı’nı yayınlayan AB, 2020 yılında Covid-19’un ortaya çıkması ve akabinde gerçekleşen hızlı ve zorunlu bir dijitalleşmeye paralel olarak ‘ikiz dönüşüm’ kavramını kullanmaya başladı. Ulaşım sektöründeki güvenlik ve emisyonları düşüren çözümler, hayvan sağlığı ve büyümesinin gelişmiş yöntemlerle izlenmesi, gübrelerin veya gıda takviyelerinin bitki veya hayvana özel olarak verilmesini, sulamanın optimize edilerek su israfının azaltılmasını, kirliliğin önlenmesini ve nihai olarak tarım ve hayvancılık sektörlerinde verimliliği artırılabilmesi için dijital görüntüleme teknikleri olmazsa olmaz oldu artık. Son günlerde de Cumhurbaşkanının sıkça sarf ettiği bu kelime Türkiye’nin hedefleri arasındadır. İkiz dönüşümün en can alıcı tarafı bizim de köşemizin üstünde en çok durduğu şeylerden biri olan atık denilen ve doğaya zarar verip israfa sebep veren şeyi en az indirmek hatta tamamen yok etmektir. İkiz dönüşüm sayesinde dijital teknolojiler kullanılarak her şeyin dönüşüp dönüştürülmediği kontrol edilebilecek. Yeni ekonomik modelde ham maddeler üretimi girdikten sonra elde edilen atıklar yeniden başka türlü bir girdi olarak yeniden değerlendirilecek. Yani o bizim kullan - at modelinin sonu demek bu. İşte bunun içinde bu ikiz dönüşümü önce modellememiz sonra da finansla hayata geçirmek zorundayız. Zaten daha adil bir dünya demek daha temiz ve yaşanabilir bir dünya demek.

ARTI

İki kurum iki farklı metin

Bir internet sağlayıcı firması abonesinin iptal başvurusu üzerine gönderdiği mektup kurumsal iletişim açısından örnek niteliğindedir. Mektubu sadece firmanın adını boş bırakarak olduğu gibi veriyorum. Okuduktan sonra ben şunu dedim “müthiş”. Bir iletişimci olarak yıllarca telefonlarda uzun uzun bekletildik. Cevap alamadık. Robot gibi cevaplarla deliye döndük. Hatta daha yeni İBB 153’e derdimi anlatırken çığlık atıyor ama sesimi duyuramıyorken bu mektupla karşılaşınca işte bu dedim. Demek ki isteyince yapılabiliyor oluyor. İletişim kalbe dokununca her kapı açılıyor.

Merhaba,

İptal talebiniz elimize ulaştı ve hizmetiniz 5 gün içerisinde kapanacak. Bizi bırakmanızı hiç istemeyiz ama istediğiniz zaman hiçbir ceza ödemeden, kolayca gidebilmek…’in en önemli özelliklerinden birisi.

Eğer bizim bir hatamız, eksikliğimiz yüzünden gitmeye karar verdiyseniz, özür dileriz.

Emin olun ne hata yaptıysak kötü niyetle değil, yanlışlıkla yapmışızdır. Yanlışımızı düzeltmek için bize bir şans daha verirseniz bizi çok mutlu edersiniz. Bunun için hemen şimdi bu mesaja cevap verip iptal talebimi geri alıyorum demeniz yeterli. Ya da emin değilim ama beni bir arayın konuşalım da diyebilirsiniz.

Başka bir yerde daha iyi hizmet alacağınızı düşündüğünüz için gitmeye karar verdiyseniz sizinle...’li olmaya devam etmeniz için dört sebep paylaşmak isteriz.

Bu fiyata böyle bir hizmeti başka bir yerde bulamazsınız. Belki etiket fiyatı daha düşük hizmetler vardır (ki onların da yakın zamanda fiyatı artacak muhtemelen) ama altyapınızla beraber ücretsiz iyileşen hizmet, gerçekten sadece altyapınızla sınırlı limitsiz hizmeti başka yerlerde kolay kolay bulamazsınız.

Oldu ya buldunuz, taahhütlü bir hizmetse tekrar düşünün. Hizmetten memnun kalmadığınızda karşınıza çıkacak cayma bedelleri bazen bin liralara ulaşabilir.

Başka bir yerde daha iyi bir performans alacağınızı düşünüyorsanız muhtemelen yanılıyorsunuz. Altyapınız ve bina içindeki kablolamanız değişmedikçe…’in size sunduğu hizmetten daha yüksek performanslı bir hizmet almayacaksınız. Daha düşük performans alma ihtimaliniz çok daha yüksek.

Bütün bunlara rağmen yine de gitmeye kararlıysanız en azından imzalamadan önce size verilen sözleşmeyi dikkatlice okumanızı rica ediyoruz. Okuduktan sonra fikrinizi değiştirme ihtimaliniz yüksek. İçinde nelerle karşılaşabileceğinizi biz söylemeyelim, heyecanı kaçmasın. Dört sebep demiştik, sonuncusu biraz duygusal:

…’in amacı sadece size iyi bir internet hizmeti vermek değil, bu sektördeki AKN, kota, taahhüt, bayi, kafa karıştırıcı tarifeler ve kampanyalar, fiyat oyunları, sizden sonra gelene sizden iyi fiyatlar, her ekstraya ekstra para istemeler gibi değişmez denilen bir sürü alışkanlığı değiştirmek. Yani ...’li olmak sadece ...’li olmak değil, bu ülke daha iyi bir internete layık demek. Daha iyi bir interneti desteklemek demek.

Bu mücadelede bizi yalnız bırakmayın.

Yine de gidiyorsanız, hakkınızı helal edin.

Bir gün dönmeye karar verirseniz, biz sizi hep bekliyoruz.

Saygılarımızla.

EKSİ

Yine eleştirdiğim için suçlanabilirim ama önemli değil. Okul müdürü 8. Sınıf velilerine gönderdiği yeni eğitim öğretim senesi için temennilerle dolu satırına şöyle başlıyor: “bu sene çok zor bir yıl”. Yani zor sene olsun mu demek ister? Yoksa zor olsun perişan olun dilekleri mi bu? Evet! Daha çok çalışmalıyız demek istemekle birlikte çocukları ve velileri paniğe sürüklediğini görmemiz gereken bir mesaj bu. Şunu demek çok mu zor: “bu sene hepimiz için harika ve güzel bir yıl olacak. Çünkü herkes elinden geleni yapacak”. Başka da bir şey eklemek istemiyorum.

ALMANYA’NIN YENİ İŞÇİLERİ

Almanya’nın Covid 19 ile birlikte başlayan kalifiye insan ihtiyacı şu günlerde başka bir sosyolojik vaka ortaya çıkardı. Türkiye’den en çok pandemi döneminde sağlık sektöründe istihdam edilmek üzere uzmanlar Almanya’ya göç ettiler. Başta doktor, hemşire, fizyoterapist, laborant ve benzeri sağlık alanındaki uzmanların yanı sıra farklı alanlarda uzmanların içinden Almanya’yı tercih edenler oldu. Şimdi Almanya’da Türkler arasında asimetrik bir reddediş veya yukarıdan bakma hali mevcut olduğunu yaptığımız okumalardan görüyoruz. Üç, dört kuşak öncesi tası, tarağı toplayıp köyünden Almanya’ya çalışmaya gelenlere yukarıdan bakma durumuymuş bu. Türkiye’den yeni gelenler bizler eğitimliyiz sizler gibi değiliz deyip eski yerleşik hatta Alman vatandaşı olmuş bu Türklere başka türlü bir bakış hali. Küçümseyici, aşağılayıcı veya acınası bir bakış bu. Nedenini anlamak mümkün değil? Hatta Almanya’da bunca sene sonucunda belirli yerlere gelmiş içlerinde akademisyen, doktor, mühendis hatta politikacı olanlar bile bu bakışın kurbanılar. Yeni gelen Türkler daha çok Almanlarla yakınlaşmayı tercih edip oradaki yerleşik Türklere mesafeli davranıyorlar. Bu farklı olmayı reddeden bir endişeden kaynaklanıyor ve şu mesajı veriyor Almanlara “biz o Türkler gibi değiliz. Biz daha çok size benziyoruz”. Üzerinde düşünmeye değer bir konu.