Avrupa bir projedir. Avrupa Birliği bir projedir. Amacı refahı artırarak barışı tesis etmektir. Barış dediysek Avrupa devletleri birbirinin gırtlağına çökmesin, hepsi bu.

Bu eski kıta problemlerini dışarıya ihraç ederek bugünlere geldi. Para mı lazım, sömürge bul. Yahudileri istemiyor musun, dünyanın bir yerinde onlara bir devlet kur. Mülteci mi istemiyorsun, git parasını ver, problemi kökünde kurut. Sadece kıta Avrupası değil İngiltere de aynı yöntemi tercih etti. Hapishane probleminden kurtulmak için Avustralya’ya azılı suçlularını, adı kötüye çıkan kadınlardan kurutulmak için de aynısını yaptı.

Problem varsa sürekli dünyanın diğer taraflarını çöplük olarak kullandı. Yahudiler, Müslümanlar ortadan kaldırılınca problemleri ortadan kaldırabileceklerini zannettiler. Sonra kendi aralarında boğuştular ve insan açığı ortaya çıkınca bir miktar misafir işgücü transfer edip arayı kapatmaya çalıştılar. Gelenler işgücü değil insan çıktı ve ortaya İslamofobi diye bir problem çıktı. Refah devleti sürmesine sürüyordu ama para suyunu çekmeye başladı.

İthalat dönemi başladı. Önce işçiler geldi ama gelen işçiler bir süre sonra refah toplumunun içinde rahata alıştı. En iyisi dediler biz işçiyi değil işi ithal edelim. Fabrikaları dünyanın değişik yerlerine kurmaya başladılar. Bangladeş ve Tayland gibi ülkelere kurdukları fabrikalarla ucuza mallar temin etmeye başladılar. Bir süre sonra bu da yetersiz geldi ve artık üretmek yerine sadece tasarlamanın yeterli olacağını düşündüler.

İhtiyaç duyulan ne varsa Çin üretiyordu ne de olsa. Tembellik önce Akdeniz kıyılarını vurdu. Avrupa’nın zaten görece olarak düşük katma değerli ülkeleri sıtma krizi gibi varlık krizine yakalandılar. Bunlardan Yunanistan ve İspanya önemli hasarlar gördü. İspanya’nın ayrılıkçı hareketleri ve Yunanistan’ın neredeyse Almanya ve Çin arasındaki taksimi işte bu zamanda gerçekleşti.

Avrupa varlık krizinin köklerini iyi tespit edemedi. İthalata devam etti. Şimdi ithal ettikleri şey zamanında dünyaya saldıkları krizlerle benzerlik gösteriyor. Artık deniz bitti ve sübvanse edilen refah devleti çatırdamaya başlıyor.

Sarı yelekliler hareketi Fransa sokaklarını karıştırmaya başladı. Benzerlerinden farklı olarak bu hareket görünmemek veya kaçmak üzerine değil, görünmek ve kalıcı olmak gayesini güdüyor. Temel istekleri taleplerinin dikkate alınması ve ülkeye refahı sağlayan büyük şirketlerin daha az kara razı olması. Macron’a bel bağlamış oligarşinin buna razı olacağını söylemek mümkün değil.

Paris’teki sarı yelekliler eylemine zengin dükkanların kapılarına çaktıkları tahtaların ne kadar dayanacağını kestirmek pek mümkün değil. Avrupa ve özelde Fransa demiryolu, karayolu ve havayolu işçilerinin giydiği sarı yelekleri toplumun tüm kesimlerinde görünce şaşırıyor. Kaos ithalatını planladıklarını pek sanmıyorum.

Bende farklı bir merak gelişti: Eylemcilerin giydikleri sarı yelekler nerede üretildi? Sanırım Çin’dir. Fransa sorunun kaynağını arıyorsa buraya baksa yeter. İthalat ve refah transferine dayalı düzen sona erdi. Paris sokaklarında olan sadece bunun ilanı.