Şimdilerde Hristiyan ülkelerde "Noel Tâtili". Yâni "dinî bayram". Bakmayın laiklik, sekülerlik diye yaygara kopartmalarına, söz konusu kendi dinî inançları ve özellikle ritüelleri olunca akan sular durur.
2023 yılının son haftasına giriyoruz. Haftaya bugün yılın son günü. Yarın ise 25 Aralık; Katolik dünyâsının inancına göre Hz. İsâ’nın doğum günü. (Laf aramızda benim de doğum günüm. Hristiyan bir ülkede yaşıyor olsaydım, iyi havam olurdu).
Şimdilerde Hristiyan ülkelerde “Noel Tâtili”. Yâni “dinî bayram”. Bakmayın laiklik, sekülerlik diye yaygara kopartmalarına, söz konusu kendi dinî inançları ve özellikle ritüelleri olunca akan sular durur. Balkabağı oydukları Cadılar Bayramı’nı (Halloween) veya hindi yedikleri Şükran Günü’nün nasıl kutlandığını Hollywood filmlerinden ezberledik. Hollywood filmlerinde, insanların birbirine bağıra bağıra “Mutlu Noeller” dileklerini çok gördük. Ama “yeni yıl” kutlamaları arada kaynar. Noel tâtili içinde olduğu için yeni yıl kutlamaları ikinci plâna itilir. Evlere nedense(!) bacadan girip çocuklara hediye getiren Noel Baba da, yılbaşı gecesi değil, 25 Aralık gecesi gelir. Hediyeyi de noel ağacının altında bırakır. Noel Ağacı süsleme ritüelinin sebebi de budur. Herhâlde eve nereden gireceğini bilemeyen bu ihtiyâr hediyeleri de nereye koyacağını bilemez diye düşünmüş olacaklar ki, yaldır yaldır ışıklarla süslenen bir ağaç ritüelleri var.
Şunu da belirtmeden geçmeyeyim ki, Avrupa’daki Hristiyanlık öncesi pagan kültürden devşirilen bu riteüllerle ilgili Vatikan’dan “Dinimizde böyle bir şey yoktur. Bunlar putperest âdetleridir, hurâfedir” diye bir beyânat verildiğini duymadım ve bilmiyorum. Ama çocuk gelişim uzmanı psikologlar bile, okul öncesi yaştaki çocukların “Noel Baba gerçekten var mı?” sorusuna anne-babaların “Evet, var” demesini tavsiye ediyorlar. Çocuklar zâten, yaşları ilerledikçe bunlarla ilgili sorular sormaktan vazgeçip bunların kültürel bir motif olduğunu anlıyorlar.
İşte mesele tam da “kültürel motif” ortaya çıkıyor. Elli yaşını bir gün sonra tamamlayacak biri olarak, rahatlıkla iddia edebilirim ki, kendimi bildim bileli, her yılbaşı öncesinde, çam ağacı süslemenin câiz olmadığı, dine aykırı olduğu gibi gündemlerimiz olmuştur ve hâlâ oluyor.
En muhafazakâr il ve ilçelerimizde bile girişine yerleştirilen alışveriş merkezlerinin sayısı giderek artarken, Kurban Bayramı’nda balta, satır satan esnafın tezgâhında kırmızı Noel Baba kostümü veya en azından şapkası koyan dükkân sayısı her sene artarken, neden belli bir kesim, sosyal medyada yaptığı paylaşımla, küresel ısınmayı durduracağını zanneden “klavye kahramanları” gibi, çam ağacını hedef alan paylaşımlar yapıyorlar. Paylaşımlarına kutsî bir zırh geçirmek için de şu hadis-i şerifi en başa yazıyorlar: “Kim bir kavme benzemeye çalışırsa, o da onlardandır.”
Bir parantez açıp belirmek isterim ki, bu hadisin çok yönlü bir anlama sâhip olduğunu söylemeye gerek yok. Zira bu hadisten iyi kavme benzemenin ve o kavmin örnek alınacak özellikleri benimsemenin tavsiye edildiği de anlaşılabilir. Ayrıca, Arap âdeti olduğu hâlde onlar gibi giyinmeyi Müslümanlık zannedenlerin sayısı hiç de az değildir.
Yılbaşı yaklaştığında, çam ağacı hedef alınıyor ve çam ağacı süslemenin Hristiyanlara benzemek olduğu ve bunun da – hadis-i şerif gereği – Hristiyanlaşma olduğu hatırlatılıyor. Bu, unutulan bir şey değil ki, hatırlatınca bunu yapmaktan vazgeçilsin. Bunu hatırlatmanın, geçen yıllarda haber olan, bir kişiye yeniçeri kıyâfeti giydirip Noel Baba kıyâfeti giydirilen başka birini kovalatmaktan farkı yok. Konu, artık komedi malzemesi hâline geldi ve ciddiyetini iyice kaybetti.
Çam ağacından başka benzerlikler
Peki, Müslümanlar olarak Hristiyanlardan tek farkımız çam ağacı süslememek mi? Üstümüzdeki pantolon, etek, yelek, gömlek, ceketten tutun da, şehirlerimizin yerleşim plânı Hristiyanlardan farklı mı? Hatta Hristiyanlar kendi klâsik şehir plânlarını muhafaza ederken veya 2. Dünya Savaşı’nda yıkılmasına rağmen yeniden inşa ederken, biz konaklarımızı, bahçeli evlerimizi yıkıp apartman yapmadık mı, yapmıyor muyuz? Dünyânın en eski alışveriş merkezi Kapalı Çarşı hâlâ tüm canlılığı ile gözümüzün önündeyken, Avrupa’da en âlâsı olan alışveriş merkezlerini her ilimizi “şart ve farz” gibi yapmıyor muyuz? AVM olmayan ilimiz var mı? Giyimde, mimâride, alışverişte onlara benzemek, bizi onlardan yapmıyor mu?
Diz çöküp evlilik teklif etmeler, abiye veya tesettürlü olmasına bakmadan İngiliz kraliçesi Viktorya giydiği için İngiltere’de gelenek hâline gelen beyaz gelinlikler, arkasına yazı yazılan gelin arabaları, gelinin ayakkabısının altına isim yazmalar, gelin çiçeğini bekâr kızlara fırlatmalar, düğünlerde ilk dans için dans dersi almalar, balayına gitmeler, “baby shower partileri” ve daha neler neler.
Bunların yapılmasına ses çıkarmayanlar, sosyal medyada eleştiri paylaşımlarını “beğen” tuşuna bile tıklamaya üşenenler, bir çam ağacına yükleniyorlar ve kendilerini tatmin ediyorlar. Hatta gemi azıya alıp, “Paylaşmayan bizden değildir” diyenler hiç de az değil. Acaba bunların o ağacın ürettiği oksijen kadar insanlığa yararları olmuş mudur?
Pop müzik altyapısıyla “ilâhî bozması” sözüm olan dinî müzik yapanlar, bu altyapıdan gelen cıstak cıstakları duymayıp şarkının sözlerinde geçen “Allah”, “Yâ Rab”, “Yâ Resûl” gibi sözlerle kendilerini avutup, bu müziğin dinî musıkî olmadığını fark edemeyenler, Allah’ın yarattığı çam ağacına iki tâne süs asılınca birden “mürşid” kesiliyorlar. Ama eleştirdikleri çam ağacı süslemesinin yerine ne koyacağını bilmiyorlar; bir şey koyma çabaları da yok. 1990’larda yılbaşı kutlamalarına alternatif olarak “31 Aralık Mekke’nin Fethi” kutlamasının modası da çoktan geçti.
“İslâmî” akıl tutulması
İki yüz yıla yaklaşan modernleşme mâceramızda, Avrupa’yı örnek alıp onlara benzemenin “hakkını verenler” hatta “çam ağacı nöbeti tutanlar” bir tarafa, yıllardır vaazı verilip sohbeti yapılan “İslamcılık” ile henüz ne bir özgün câmi mimârisi, ne bir üniversite kampüs mimârisi, ne de bir toplu konut mimârisi, ortaya koyabilmiş değiliz. Mimâri birer ucûbe gibi yaptığımız çok katlı binâlarımızın giriş kapısına Selçuklu kartalı veya Osmanlı tuğrası koymakla durumu kurtardığımızı, yeniden dirilişe geçtiğimizi zannediyoruz. “İslâmî tâtil” denen safsatanın tek özelliği, kadın ve erkek havuzlarının ayrı olması ve otel mönüsünde domuz etinin bulunmamasıdır. Ama “İslâmî tâtil” yapılan otelin başka bir ülkedeki şûbesinde kumarhâne olmasına dikkat edilmiyor.
Yıl başında çam ağacını günah keçisi yapanların, Ramazan ayının yaz aylarına denk geldiği yıllarda, EUFA Avrupa Kupası veya FİFA Dünya Kupası maçlarını kaçırmamak için terâvih namazını “hızlı” kıldıran hocaları tercih ettiğini unutmadık. Bunu Cem Yılmaz “İftarlık Gazoz” filmine konu bile yaptı. Önümüzdeki Ramazan ayında Türk takımlarının Avrupa maçlarının olduğu günlerde teravih namazında cemaatin azalıp azalmadığına dikkat edin. Kâbe’nin önünde elinde “Bize her yer …” yazan atkıyla fotoğraf paylaşanları acaba “kime benzemek”le ithâm edebiliriz?
Medyatik mücâhitlik
Sosyetik “Müslümanlar”, televizyonda veya Youtube’da tasavvuf sohbeti zannettikleri iki mistik söyleşi seyredip, üç beş ney dinletisine katıldıktan sonra bir de üstüne 17 Aralık’ta Konya’ya gidince kendini “derviş” zannetmeleri gibi, bâzı çevreler de, yılbaşında çam ağacı süslemeyi eleştirdiklerinde kendilerini mücâhit zannediyor olabilir. Varsın onlar kendi kendilerini tatmin edip rahatlasınlar; kullananlar varsa üstüne bir de sigara yakabilirler ama dünyânın Gazze için ayağı kalktığı günlerde kimin mücahit olduğunu hepimiz naklen görüyor ve seyrediyoruz.
Uzun lafın kısası, rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’nun dediği gibi, bizim tarla çoktan sürülmüş ve hâlâ sürülüyor. Birileri ise tarlanın namusunu kurtarmak için yol kenarında biten otları yolmakla uğraşıyor.
Çam ağacının süslenmesi konusunda tekfir niyetli paylaşım yapmak yerine, her sene en az bir tâne çam fidanı dikseler daha hayırlı bir iş yapmış olurlar.