Sevdikleriyle paylaştığı bir sohbet sırasında duyduğu bu söz, gerçek bir olaya aitti. Televizyonun hayatlarımıza girdiği ilk yıllarda, yaşlı bir kadın, her akşam televizyonda gördüğü bir sunucuyu, komşusunun evindeki televizyonda gördüğünde, böyle bir tepki vermişti.
O yıllarda evlerimizin baş köşelerine yeni kurulmuş televizyondaki görüntülerde, özellikle, sayıları az olan sunucular, gerçek bir misafir olarak algılanabiliyordu. Anneannesinin, televizyonda erkek sunucu çıktığında, bacaklarını örtmesine tanık olduğu yıllar çok uzak değildi. Gülümsedi. ‘Dönem Geçişleri’ hızlanmış olmalıydı. Evlerine ilk televizyonun gelişini anımsadı. Heyecanlı yürek çarpıntısıyla karışık meraklı gözleri, ekrandaki her bir ayrıntıyı tarıyordu. Sokaktan eve yayınları izlemek için koşan minikler, o yıllarda pek de olağan değildi. Zira, çocuklar sokaklara oyun oynamaya koşarlardı.
- Dönüşüm! dedi.
Bazen fark edilerek, bazen fark ettirilerek, bazen de fark edilmeden hayatlara giriyordu. “Ajans” ile açılan televizyonda, herkes aynı program akışını izliyordu. Gözünü açtığı radyolu günlerden, televizyonlu günlere geçiş, inanılmazdı. Çocuksu hayal gücüyle, radyonun içinde yaşadıklarını düşündüğü insanları, artık, televizyonda görebiliyordu. Yan yana duran yedi düğmeye her basışında, başka bir yüz görmeyi hayal ederdi ama asla olmazdı. Sunucular hep aynıydı ve her kanal aynı programı gösterirdi. Kardeşler kendi aralarında çözüm üretirlerdi:
“Birinci düğmede sadece çizgi filmler, ikincisinde filmler, üçüncüsünde reklamlar, dördüncüsünde müzikler, beşincisinde oyunlar, altıncısında belgeseller, yedincisinde haberler olsa ne güzel olur değil mi abla, o zaman yedinci düğmeye hiç basmayız” dediği de dün gibiydi. O yıllarda, dünyada diğer çocukların bu seçeneklere sahip olduklarını bilmiyordu.
Unutulan bir belgeyi vermek üzere telaşla koştuğu TRT İstanbul Radyosu’nda bir koro çalışmasının ortasına düşeceğini beklerken, sağda solda ayaküstü konuşmaların içine düştü. Geri çekildi. Uzaktan izlemeyi seçti.
Radyonun içinde hayal ettiği adamları gerçek halleri ile görüyordu. Bir süredir her biri ile birlikte yaptığı çalışmalardaki yüzleri, radyoyu dinleyen küçük kızın hayallerinde buluşturdu. Resim büyüdü. Televizyon ile görünür kılınan gerçeklik, dokunulur olmuştu. Buradaki her bir insan, her bir kanala hapsettiği kişilerdi. Stüdyo denilen yerler, ses geçirmeyen, kapalı yerlerdi. Çalışanlar bir ömür sokaklardan stüdyoya koşarak, tanımadıkları evlere konuk olma zıtlığı yaşıyorlardı.
Bugün, Türk Müziği’ne ve Türk Kültürü’ne hizmetle geçirilen yılların ardından, emanet, genç kuşaklara bırakılıyordu. Veda konuşmalarını dinleyen herkes, veda edenler kadar hüzünlüydü.
Her bir düğmede, birbirinden farklı yüzlerce programda yer alan, televizyon ve radyolardaki binlerce çalışanı düşündü. Büyüklerinin tablonun bütününü görerek verdikleri her bir karara saygı duydu. Dönüşümü kucakladı. Üstatlarını uğurlayan gençlerin yanaklarından süzülen yaşları sildi, sarıldı.
- Sokaklara dökülen yapraklar, hayatlarına geri dönüyorlar. Dönüşüm! diye mırıldandı.