Müziğini yaratırken, kendisiyle ve gitarıyla baş başa kalmış besteciyi hayal etti.

Yüzünde kocaman bir gülümsemeyle telefona cevap verdi:

Efendim!

Sevdiği ses, sevdiği müzikle sesleniyordu: Şarkıyı, kendisiyle aynı anda, aynı şekilde dinlemesini istiyordu. Heyecanlandı. Bir şarkıyı aynı anda dinlerken, aynı duygularda yolculuk yapılabilir miydi? Akorları okumanın çok ötesindeki mucizevi birleştiriciliği sevdi. Bir eser aracılığında besteciyle buluşması, bambaşka bir buluşmaya uzanıyordu. Dinledi! Dinlediği şarkı, kalbinin normalin üzerinde atmasına neden oluyor, bedeninde gezinerek, kulaklarından odaya yayılıyordu.

“Love is blindness - Aşkın gözü kördür

I don't want to see - Görmek istemiyorum

Won't you wrap the night - Geceyi sarmayacak mısın?”

Gözlerini kapattı. Zihnindeki yepyeni ışıltıların parlaklığı belirdi. Gözlerini daha sıkı kapattı. Kayıt yapıldığı her an, görünmez bir ağ ile üzerine dolandı. Jack White, 33’lük bir plak içine yerleştirdiği sürpriz bir 45’lik formatında, sevdiğine sesleniyordu. İçine düştüğü müzik sohbetinin tadını çıkarmayı seçti. Aynı anda, aynı müziği dinleyen sevdiğinin seslenişiyle eşleşen bu an, şarkının esas hikayesiyle buluşuyordu. Gitarın tellerine her dokunuşun, doğrudan plağa aktarıldığı bir kayıttaki farklılık muhteşemdi. ‘Jack White’ın 1930’larda yaşamak istediği doğru olmalıydı. Zira, eserlerinde koruma altına aldığı her özellik, bu dönemi işaret ediyordu.

“In a parked car - Park etmiş bir arabada

In a crowded Street - Kalabalık bir sokakta

You see your love made complete - Aşkının tamamlandığını görürsün”

Alışılagelmiş olandan farklı sololar ortaya koyan bir dahinin müziğinde kaybolmayı sevdiğinden mi yoksa şarkıyı sevdiğiyle aynı anda dinliyor olduğundan mı bilemediği heyecanına, baş eğdi.

“Thread is ripping - İplik sökülüyor

The knot is slipping - Düğüm kayıyor”

Jack White’ın müziğindeki temel özelliği keşfetmek için sustu. Geçici duygulardan, hazdan uzak, fikrin oluştuğu ilk saflığın korunduğu özeni dinledi. Vasatın çok üstündeki fikirlerini, tüm farklılığıyla, müziğinde anlatıyordu. Şarkının hüzünlü çığlıklarındaki hikayesini, merakla okumaya başladı. Ayrıldığı eşine karşı duyduğu acı, öfke ve özlemin yansımalarını duyumsadı. Başına gelenleri nezaketle kabullenişindeki sadeliğini gördü. Gözyaşlarını içine akıtan adamın efendiliğini selamladı. Gülümsedi. Bu belki, şarkının esas hikayesiydi ancak kendinden başka herkese ait olan bir bestenin, yepyeni hikayeleri olmalıydı.

“Love is clockworks - Aşk bir saat düzeneğidir

And cold steel - Ve soğuk çelik”

Müziğini yaratırken, kendisiyle ve gitarıyla baş başa kalmış besteciyi hayal etti. Hüznünü yaşadığı o anlar, başka yerlerde ve zamanlardaki duygulara uzanabilir miydi? Şarkılarına sığınışını özgür kılan yaşadığı aşkı duyumsadı. Soyadını aldığı eşine sevgisini kutsadı. Müziğinden, insana yayılan müzikal enerji halleri, o anda kalmalıydı: Ne dünde, ne de yarında!

“A little death - Küçük bir ölüm

Without mourning - Yası tutulmayan

No call - Çağrısı yok

And no warning - Ve uyarısı yok”

“Love is blindness”

Evet, aşk körlüktü!