Yeni müziğin mutlak unutulmuşluğu!
Az önce, önemli bir konser davetine kapattığı kapısının önünde, bir süre hareketsiz kaldı. Öğrencilik yıllarından bugüne kadar değişmeyen müzik sevdasını kaybettiğini sanarak, evinin üst katına çıktı. Neydi eksilen? Son zamanlarda sıkça gittiği konserlerde, fazlaca duyumsadığı yetersizlik miydi eksilen, yoksa kendinden eksilenler mi vardı. Bilemedi!
Yine düşünceye dalmış haline gülümsedi. Geçmiş yıllarda, konserlerde tüm hücrelerine yayılan kıpırtıyı anımsamak istedi. Sarı saçlarını omuzlarından aşağıya bıraktığı yıllarda hem eğitim hem de çalışma hayatının yüklediği yorgunluğundaki coşkulu enerjisini hatırladı. Konser salonlarında, kırmızı halı serilmiş merdivenlerden çıkarken, çevresindeki insanl ara gülümseyerek, içinde ilerlediği zamanın, müziğe yakınlaşmasından duyduğu hazzı, yeniden duyumsadı. Müziğe asaletle açılan kapılardan, birbirine saygının aktığı davranış şekillerini hatırladı. Bugünde eksik olanların, sadece müziğe dair olmadığını düşündü. Müzikteki hazzın bir bütün olduğunu düşündü. Eksilemezdi! Zira, eksildiği sadece müzik olmazdı.
Oğlunun, minik parmaklarının gezindiği piyanoya dokundu. Canıyla, müziği paylaştığı piyanonun tuşlarında, daha önce hiç duyulmamış, hiç çalınmamış bir akoru bulmaya çalıştı. Öğrenme sürecindeki, aynı eserlerin öğretilmişliğinden bıkkınlıkla, ‘yeni’ ile bir ilişki kurmayı denedi. Aradığı akor uzak olamazdı. Piyanonun tuşlarıyla sınırlı olan kombinasyonları çaldı. Çalabildiği her şeyi çaldı. Yeniye özlemle, yeniyi aradı. Her yeni olanın, yeniye özlemden olduğuna şaşırdı. Hala şaşırıyor olmasına, yine sevindi. Eskiyi düşünürken yeniyi özlemekle, kendini mevcut durumun olumsuzu olarak algıladı.
- Ne yaman bir çelişki yeniyi aramak, müzik bir ütopya olmaya mecbur bir şey diye mırıldandı.
Müziğin felsefeye en yakın sanat dalı düşüncesinde, yeni bir akor bulamamış olmasına sevindi. Eğer bulsaydı, bu sanatın bu zamandaki sonu olduğuna tanık olacaktı.
Müziğe, piyano ile yeniden baktı. Her şeyi yutan bir sistem vardı. Piyanonun kurallarına tabii tutulan bu sistemi algılayışını kolaylaştıran işletme eğitimine şükretti. Yönetilen dünyada, her yenilik, kısa sürede sisteme dahil edilecekti. Buna rağmen, müziğin yeni ifade imkanlarının olabileceğini fark etti. Adorno’yu hatırladı. Tahakküm ilişkilerini idrak edebilen Kafka, Joyce ve Picasso örneklerinin varlığına sevindi. On iki ton tekniğiyle, seslerin her birinin, merkeze eşit uzaklıkta konumlanmasındaki sınırlayıcı ilişkiyi duyumsadı. Hiçbir sesin diğerinden öncelikli olmadığı eşitliğinde dolaşan parmaklarının, zaten orada olan ama hiç olmamışı arayan çözümsüzlüğüne yolculuğunda kayboldu.
Çocukluğunda babasının çaldığı plaklardan kulağında kalanlarla, yaşamışlığını ve müzik eğitimini eklediği ‘Müzik Dünyası’nda, Adorno’nun teyzesi ve annesinden duyduğu orijinal aranjmanlardaki partisyonlarının etkilerini hayal etti. Bir müzik adamının elindeki müzikal malzemeyi, toplumsal paylaşımlarıyla birleştirip, kendi öznelliğini katarak dönüştürdüğü besteleri özledi. ‘Özerk Besteci Kimliği’ önünde saygıyla eğildi. Kavranılamayan müziğin, dinleyici üzerinde yarattığı şok, müziğin reddedilişiyle eşleşiyordu.
- Unutulmuşluk! dedi.
Var olmamış olanı arayanların dünyasında, zaten var olan akoru bulabilenlerin mesajını almıştı:
Yeni müziğin mutlak unutulmuşluğu!