Ellerini bağladığı göğsünde sıkışık hissettiği bir andı bu zamanlar.
Her yıl tekrarlanan ‘Cumhuriyet Kutlamaları’nda, bugünlerinde, fark ettikleri de değişir olmuştu. Nedenini bilemediği bu durumu anlamak isteğinde çözümünü de bulmuştu: “Nutuk Köşesi”!
Yaklaştı. Hep açık duran kitabın sayfasında göz gezdirdi. Defalarca okumasına rağmen, hala anlamadığı çok şey vardı. Bir milletin kurtuluş çabalarının anlaşılabilmesi için önce yok oluşu bilmesi gerekiyordu. Yok olma korkusunu terk ederek, var olma savaşını veren bir milletin yolculuğu mucize gibiydi.
“Ölmeden ölmek”, “Hiçlik” diye mırıldandı.
Üstatların sözlerinin, birbirleriyle bütünleşmesini severdi. Varlığı elinden alınan bir milletin, yenilenerek doğmayı seçmesi, ne yüce bir benzerlikti. Ölmeden ölmek, hiçliğinde yeniden doğmaktı. “Türk Milleti” yeniden doğmuştu. Uzun bir kurtuluş serüveninin üzerine atfedilen bir dolu sorumluluğun birleştiği tek nokta, “Milli ve Asri Bir Devlet Kuruluşu”nun hedeflenmesiydi. Mazi olmuş bir devrin hikayesini anlamaya çalışmaktan yorulmuyordu. Her okuduğunda, atiye davet edilen noktaları görebilmekten çok hoşlanıyordu. Anlamadığını fark etmek, anlama sınırlarını genişletme gayretini getiriyordu. Bu hal de heyecanını körüklüyordu.
Başyapıtı anlamak için sayfalarını karıştırırken, zaferin ilan edildiği bugünde, son sayfaya atladı. Sanki ilk kez okuyormuş gibi heyecanlandı. “Türk Gençliğine Bıraktığım Emanet” başlığında, neredeyse ezbere bildiği satırları nefes nefese okudu. Anladığından emin olduğu satırları, anlamadığını fark etti. “Yabancılaşmış Başyapıt” haline dönüşmüş olabileceği olasılığıyla irkildi. Hızla kitabı kapattı. “Nutuk Kitabı” avuçlarında yok oldu.
Böyle zamanlarda sığındığı, hep müzik olurdu. Sessizce, Missa Solemnis dinlemeye başladı. Vaktinden önce yazılmış başarılı bir eserin, pusuya yatıp yeniden dirilmeyi beklediği müzik, evinin her köşesine yayılıyordu. Missa’daki birlik, Eroica ve Dokuzuncu Senfoni’deki Beethoven üretken hayal gücündeki birlikten tamamen farklıydı. Eserin yabancılaştırıcı unsurlarından biri, tarihsel yazgısıydı. Missa, Beethoven döneminde, sadece iki kez icra edilmişti.
Tek sesli bölümlerin çoklukla hakim olduğu eseri dinlerken, ‘füg’ ve ‘fugatolar’daki sürekli basla sorunsuz uyumuna kendini bıraktı. Armonik aşamaları ve onlarla birlikte yüzeydeki bağlamın gelişimleri neredeyse sorunsuzdu. Missa, arkaikleşen armoni uğraklarında gelenekle hemen hiç ters düşmüyordu. Beethoven, Missa’da otoritesini, doğrudan esere hasretmişti. Eserin bütününde gördüğü, o dönemde hiç rastlanmayan bir ihtişam ve ses düzeyindeki anıtsallık eğilimiydi. Missa, insanlar için ebedi yaşam umuduna işaret ediyordu: Kurtuluşa hitap edilen, resmen yalvarıp yakarılan her yerdeki anlatımı dinledi. Kötülüğün ve ölümün öne çıktığı her noktada, kesip atılışı, susuşlarda duydu. Hiçliğe yaklaşan noktadaki dengeyi duyumsadı. Beethoven, Missa’da kendini dışarıda bırakarak, evrenselliğe sıkıca tutunuyordu.
Yüreği sıcacık, “Nutuk Kitabı”nı eline aldı. Bir şeyi anlamadığını anlamak, anlamaya atılan ilk adımdı ama anlamakla aynı değildi. Dinlediği müzikle, okuduğu kitabın eşleşmesinin tesadüf olmadığından emin olarak, “Yabancılaşmış Başyapıtlar”a yakınlaşmaya and içti.