Elbette bu kararın rasyonel bir dayanağı olduğunu söylemek mümkün değil, tamamen siyasi bir karardan oluşuyor.

Avrupa Parlamentosu Türkiye’nin AB ile üyelik müzakerelerinin geçici olarak dondurulmasına ilişkin kararı 37 oya karşı 479 oyla kabul etti.

Elbette bu kararın rasyonel bir dayanağı olduğunu söylemek mümkün değil, tamamen siyasi bir karardan oluşuyor.

Kararı ana gerekçe olarak OHAL’e dayandıran Avrupa Parlamentosu nesnel bir tutum izleyecek olsaydı bir seneden fazla OHAL’le yönetilen Fransa’ya da aynı kararı vermesi gerekirdi.

Nitekim kararı vermelerine sebep olan bu ana gerekçenin bahaneden öteye gitmediğini gördüğümüz gibi kararı da objektiflik çerçevesinde değerlendiremeyiz.

Özellikle 15 Temmuz’daki FETÖ’cü darbe girişiminden sonra Türkiye’nin yanında durmayı bırakın darbeye yüksek sesle karşı çıkmayı bile beceremeyenler demokrasiden, insan haklarından bahsedince insanın artık midesi bulanıyor.

Kaldı ki Avrupa Parlamentosu’nun ne zamandan beridir Türkiye’ye karşı buram buram çifte standartlık kokan ve hatta düşmanca bir çizgide ilerleyen o tutumunu bilmiyor değiliz.

Özellikle Avrupa Parlamentosu Başkanı Schulz’un Türkiye’yle ilgili nefret kusan yorumlarına defalarca şahit olduk.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın deyişiyle terbiyesiz olan ve terbiyesizlikte marka yapmış olan bu adam darbeden yaklaşık birkaç ay önce “muhatabımız Erdoğan değil, Davutoğlu” deme küstahlığında bulunmuştu.

Darbeden sonra bile darbeyi kınayacağına darbe girişimine maruz kalan Cumhurbaşkanı Erdoğan’a akıl verecek kadar haddini aşmıştı.

Endişesini şimdi daha iyi anlıyoruz ki; darbeyi gerçekleştiren Türkiye şubelerinin deşifre olmasından başka bir şey değilmiş.

Zaten geçtiğimiz günlerde Cumhuriyet gazetesine sahip çıkan, HDP milletvekillerini savunan bir de üstüne yetmiyormuş gibi Türkiye’yi “ekonomik ambargoyla” tehdit eden yine bu zatın ta kendisiydi.

Bunun gibi bir de Avrupa Parlamentosu’nun Türkiye Raportörü olan Kati Piri’yi de unutmamak gerek.

O da Can Dündar ve Selahattin Demirtaş’la poz vererek Türkiye Cumhuriyeti’nin mücadele ettiği her türlü şahıs ve grupla dayanışma içerisinde olduğunu cümle âleme gösterme cüretinden çekinmemişti.

Açıkçası Avrupa Parlamentosu Türkiye’nin karşısında kim varsa gizliden gizliye değil gayet açık bir biçimde onun yanında durarak Türkiye’ye karşı konumunu hiç saklamadı.

O nedenle böyle bir Avrupa Parlamentosu’ndan nesnel bir kararın çıkmasını beklemek aptallık olurdu.

Şunu da söylemeden geçmememiz gerekiyor; Türkiye’nin çökmekte olan Avrupa Birliği’ne ihtiyacı yok ama Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye çok ihtiyacı var.

Yunanistan’ın krizde olduğunu düşünürsek, İngiltere’nin BREXIT kararı ortadayken, Hollanda’nın AB’den ayrılma düşüncesi su yüzüne çıkmışken, İtalya ve Portekiz’de kriz belirtileri baş göstermişken bir de tüm bunların üstüne Fransa’da FREXIT’i savunan Le Pen’in oylarındaki artış söz konusuyken AB’nin bir cazibesinin kaldığını söylemek masaldan ibarettir.

Zaten Avrupa’da iyiden iyiye her yere yayılan İslamofobi ve ırkçılıktan bahsetmiyorum bile.

“Batı değerleri” deyip demokrasiden, insan haklarından nasibini almamış AB’nin Türkiye’ye verebileceği herhangi bir şey yok ama darbelere karşı çıkan, terör örgütleriyle sahici anlamda mücadele eden, sadece kendisini değil dünyadaki tüm mazlum ve mağdurları düşünen Türkiye’nin AB’ye verebileceği çok şey var.

Batı’nın kolonyalist hedeflerle Suriye ve Irak’ta ahına girdiği milyonlarca mazluma sahip çıkan tek ülkenin Türkiye olduğunu düşünürsek AB kapısında beklememizin de bir anlamı yok, keza onlardan alacağımız hiçbir şey olmadığı gibi Aylan bebeklerin katillerini de kendi hallerine bırakmamız en doğrusu.

Dört koldan hedefe alınmışken, yaşadığımız onca terör olayı ve darbe girişimiyle yıkılmamış aksine daha da birleşerek yolumuza devam ediyorken Kemal Kılıçdaroğlu ne yapıyor diyeceksiniz, hemen cevaplayalım.

AP’nin bu kararını “çok ağır bir yaptırım” olarak değerlendirmiş.

Herkesten çok Avrupa Parlamentosu’nun bu kararına karşı çıkması gereken sosyal demokrat bir partinin genel başkanının bu hallerine alıştık alışmasına da ilginç olan bir şey var, o da şu…

Avrupa Parlamentosu’nun bu kararına ilişkin gerekçelerinden biri de Türkiye’nin Lozan Antlaşması’yla ilgili yaptığı açıklamaların “endişe verici” olması.

CHP ile Avrupa Parlamentosu Lozan konusunda ortak düşündüğüne göre aralarındaki yedi farkı bulunuz desem de bulmak epey bir zor olacaktır.

O nedenle hiç takmaya gerek yok, çünkü vakit kaybından başka bir şey değil.

Biz bunları bırakıp kendimize baktığımız müddetçe, bu milletin feraseti de dimdik ortadayken AP, AB, CHP bir olmuş ne yazar zaten!

Dipnot: Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek’in geçen gün Twitter hesabından yaptığı AB’ye ilişkin “başarı hikayesi” güzellemelerinin sırası mıdır bilmem ama bildiğim bir şey var ki o da gerçek başarı hikayesinin 15 Temmuz’da lideriyle, milletiyle destan yazan bu ülkenin olduğudur. O nedenle kendi başarı hikâyemiz bize yeter de artar bile.