TRT World yöneticisi Serdar Karagöz, internet üzerinde paylaştığı mesajda kanal çalışanlarının Suriye sınırındaki askeri hareketliliği izlemesini sahada olmak ifadesiyle açıklıyor. Ona göre stüdyoda değil sahada yayın yaptığınız zaman dünya sizi dinlemeye başlar.

Sahada olmak iyidir. Bilgiye kaynağında ulaşırsınız ve kirlenmenin önüne geçersiniz. Sahada çalışan birçok gazeteci arkadaşımızla dünyanın farklı coğrafyalarında omuz omuza görev yaptık. Irak, Suriye, Somali, Bangladeş, Balkanlar bunlardan sadece birkaçı. Aklıma ilk geliverenlerinden. Sahada olduğunuz ölçüde ciddiye alınır ve süreçlere dahil edilirsiniz. Tarlada izi olmayanın harmanda yüzü olmaz derler ya. O hesap.

Mesele sadece habercilikle sınırlı değil. Kızılay, ateşkesin hemen ardından Yemen’e ulaştı. Gerçi zaten oradaydı ama üst düzey heyetle daha güçlü bir varlık gösterdi. Yönetim kademesindeki kişiler bizzat hasta tedavi etti, un çuvalı taşıdı. Gazete haberini Twitter’da resim olarak paylaşayım dedim. Uygulama bana sordu: Bu fotoğrafta kim var?

Kim yok ki o fotoğrafta… Hilal-i Ahmer Umum Reisi var, yöneticisi var. Hilal-i Ahmer’in logosu ve Türkiye’den gönderilen hayır var. Umut var, kardeşlik var ve şefkat var. Yok yok anlayacağınız. Sahada görünmek değil sahada gönüllemek diyorum. Mühimdir.

Gidemediğin yer senin değildir diye bir söz vardır. Giremediğimiz gönül de bizim değildir.

Saha dediğimiz zordur. Samimi olmayanları sırtından atar gider. Keyfine düşkün olanlarla fedakarca çalışanları birbirinden ayıklar. Türkiye artık yeniden sahaya inmeye karar verdi. Sadece askeri olarak değil, insani olarak, iletişim kanalları olarak, tarih olarak sahaya inmeye karar verdi.

Adnan Muftareviç bugünlerde yukarıda saydığım saha hizmetleri kadar önemli bir şeye imza atıyor. Saraybosna’da toprağın altına gömülmüş tarihi Osmanlı mezar taşlarını gün yüzüne çıkarıyor.

O mezar taşlarını gördüğümde şöyle demiştim: Osmanlı’nın nöbeti ölünce bile bitmez. Nefes almasanız bile nöbeti tutmaya devam edersiniz. Sessizce tutulan bir nöbettir bu. Bitmeyen bir nöbet. Kim olduğumuzu unutmamak için bazen toprağın altına düşse de yeniden doğmayı, dikilip hatırlatmayı hedefleyen bir nöbet.

Tarihin içinden dirilecek ruhu aramaya geldiklerinde karşılamak üzere ayağa kalkacak bir nöbet.

Bu şuurda olanlar için nöbet yerinin televizyon kanalı, insani yardım veya bir mezar olması fark etmez. Her yer ve şartta üzerine düşeni yerine getirir.

Türkiye, büyük bir hikaye yazıyor. Bunu dünyanın üzerine tüm iyilikleri işleyerek yazıyor. Askeri merhameti taşıyor, tarihi taşıyor. Gazetecisi sınırı bekliyor. İnsani yardım gönüllüsü gönül sathımızı beklemeye devam ediyor. Sadece adını andığım kurumlar değil tüm kurumlar Türkiye’nin Türkiye’den ibare olmadığını göstermek için seferber oluyor.

Bitmeyen nöbetin gönüllü gönülleri zaman da tanımıyor, sınır da. İyiliği, merhameti, adaleti taşımak için kimseden izin de beklemiyor, beklentiye de girmiyor. Evinde olanlar? Onlar da sahaya dualarını, bağışlarını gönderiyor ve irtibatı koparmıyor.