Cuma günkü yazımı ABD Başkan Yardımcısı Pence'in Türkiye'ye gelişi sırasında yazmıştım.

Sonucun ne olacağını bilmiyordum. Bugün hepimiz Türkiye – ABD arasında teröristlere beş gün mühlet veren anlaşmanın ne olduğunu biliyoruz. İlk önce bu anlaşmayı yorumlayacağım. Tabiî ki her kesimden anlaşma hakkında farklı sesler çıktı. Türkiye’deki yorumların temeli Erdoğan’a nasıl baktığınıza göre şekillenmekte. İşin uzmanı diplomat ve paşalarımız haricinde diğerlerinin görüşleri hep tuttukları partiye göre şekillenmekte. Ancak bir de dışarıda bu anlaşma için ne yazılmış diye baktığımızda, bambaşka bir tablo ile karşı karşıyayız. Özellikle Avrupa kıvrım kıvrım kıvranmaktadır. Teşebbüs gücünü yitirmiş, bilimsel üretimi duraklamış, değerleri çökmüş bir Avrupa’nın sesi en çok çıkan lideri Mösyö Macron’u bu satırlara konuk edeceğim. Ve sonrasında, önümüzdeki yeni gelen dünyadan bahsedeceğim. Haydi başlayalım…

BARIŞ PINARINA BEŞ GÜNLÜK ERTELEME… ANLAŞMA NE GETİRDİ NE GÖTÜRDÜ…

Öncelikle belirtmek isterim ki, her vatanperver Türk gibi benim de içimde bir burukluk var. Duygularımızla baktığımızda oradaki eşkıyanın bire kadar imha edilmesi, PKK’nın bu bölgeden jilet gibi kazınmasını isteriz. Çünkü bu örgüt kadar hain ve kalleş bir yapıyı dünya görmemiştir. (Hainlik ve kalleşlikte mürtet Fetullah ve casus şebekesini de unutmamak lazım, belki onlar PKK’yı bu konuda geçebilirler!) Türk ordusu harekât boyunca buna muktedir olduğunu dünya âleme gösterdi. Göstere göstere istediğimiz yere girdik. Ancak uluslararası siyasette askeri güç daha iyi politik koşulların yaratılması için bir araçtır. Onun için harekâta verilen bu beş günlük aranın bir kazanım olduğunu düşünüyorum. Harekât ve anlaşma ile ne kazandık? Aşağıda özetlemeye çalıştım:

1. Türk ordusunun muharebe gücünün ne kadar yüksek olduğu görülmüştür. Özellikle bu gücün yüzde yetmişinin yerli üretim silahlar ve yazılımlardan oluştuğu düşünülürse bu daha da önemlidir. Herkes (Rusya dâhil) Türk ordusunun durdurulup büyük kayıplar vereceğini düşünürken, tam tersi oldu. Bu da emperyalistleri panikletti.

2. Türk ordusunun eğitim kabiliyeti de ortaya çıktı. ABD beş senede PKK gibi profesyonel katillerden oluşan bir çeteyi nizami orduya dönüştüremezken, Türk ordusu özünde Suriyeli çiftçi, esnaf ve işçilerden bozma milisleri bir senede PKK’dan daha düzenli bir orduya dönüştürebilmiştir. PKK’nın ABD için ne kadar büyük bir hayal kırıklığı olduğunu şuradan anlayabiliriz: DEAŞ gibi çapulcu eşkıyalardan oluşmuş bir yapı ABD’nin sivil ayrımı gütmeden gerçekleşen ağır bombardımanı altında ve kalabalık PKK çetelerine karşı Rakka’yı altı ay savunmalarına rağmen Türk ordusu karşısında PKK iki günde dağılmıştır. Türk ordusu ABD’nin silahlarını ambalajları bile açılmamış halde ele geçirdi. Ne diyelim, tırlar dolusu silah Türk ve Rus ordularına, balya balya dolarlar da Kandil’deki çete reislerine kalmıştır!

3. Bölgede Türkiye olmadan ne Rusya, ne de ABD bir şey yapabilir. Bu o kadar böyledir ki, İran bile kenara itilmiştir.

4. ABD Türkiye’yi kaybetmemek ve eşkıyaların tamamen imhasını önlemek için düne kadar reddettiği her şeyi yapmayı kabul etmiş, beş gün içerisinde eşkıyaların güvenli bölgeyi terk edecekleri sözünü vermek zorunda kalmıştır. Ama artık ipler ABD’nin elinde değildir, nihai karar Soçi’de Erdoğan ve Putin tarafından verilecektir.

5. Muharebeleri kazanmak işin başlangıcıdır, bunu siyasi ve iktisadi kazanımlarla masada karşı tarafa kabul ettirerek imzalatmak zaferin tamamlanması için gereklidir. Bu yüzden önümüzdeki süreç çok dikkatli bir diplomasi yürütülmesini gerektirir.

Pekiyi harekât sonrasında anlaşmada kazanamadıklarımız nelerdir? Kısaca özetleyelim:

1. PKK tamamen imha edilememiştir. İleride bizi tekrar rahatsız edebilir.

2. Suriye’de BAAS rejiminin geleceğine dair belirsizlikler devam etmektedir.

3. Suriye’nin gelecekteki yönetiminde muhaliflerin yeri ne olacaktır, PKK’nın bir yeri olacak mıdır? Bu sorular cevaplanmamıştır.

4. Afrin, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı harekâtlarının iktisadi maliyetlerini de Tük milleti olarak biz krizle ödemekteyiz. Mevcut iktisadi krizde bu askeri harcamaların da önemli bir payı bulunmaktadır.

ÇAKMA NAPOLYON’UN FERYADI: BİZİ KİMSE CİDDİYE ALMIYOR!

İlkönce Cumhuriyet Gazetesi’nin 19 Ekim 2019 tarihli haberinden alıntı yaparak Mösyö Macron’un serzenişlerine kulak verelim:

“ABD ve Türkiye'nin Suriye'nin kuzeyindeki operasyona beş gün ara verme kararının ardından Avrupalı liderlerden operasyona kınama geldi. İngiltere'nin Avrupa Birliği'nden çıkış süreci olan Brexit'in ana gündem maddesi olduğu görüşmelerde liderler Suriye'deki son durumu da ele aldı.

Deutsche Welle Türkçe'nin aktardığı habere göre, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron zirve sonrası yaptığı açıklamada, Batılı ülkeleri ve NATO üyelerini krizi kötü şekilde yönetmek ve Kürt müttefiklerini yarı yolda bırakmakla suçladı. Macron, "Bölgede günlerdir yaşananlarda Batı'nın ve bölgedeki NATO'nun ciddi bir hatası olduğunu düşünüyorum" dedi. Macron, bu durumun sahada kendileri ile savaşacak partner bulmayı zorlaştıracağını belirterek, tablonun "NATO'nun işleyişine ilişkin soru işaretleri yarattığını" savundu.”

Yani Batı’nın ve Çakma Napolyon Macron’un derdi Kürtler, Orta Doğu’nun gariban halkları veya “demokrasi – insan hakları – özgürlük” değildir. Orta Doğu’da Avrupa yok diye ve kendi adlarına savaşacak güç kalmadı diye başlarını taşa vuruyorlar. Devam edelim:

“Macron, ABD'nin Suriye'nin kuzeyinden asker çektiğini Twitter üzerinden öğrenmelerinin, Avrupa'yı Ortadoğu'da önemsiz, küçük bir müttefik gibi gösterdiğini de belirtti. Macron, "NATO'da olduğumuzu düşünüyordum. ABD'nin ve Türkiye'nin de NATO'da olduğunu düşünüyordum. Sonra ABD'nin Türkiye'nin operasyonunun önünü açmak için askerlerini çekme kararı aldığını bir tweet'le öğrendim. Herkes gibi başka bir NATO gücünün, IŞİD'le savaşan koalisyonun partnerine saldırma kararı aldığını anladım" ifadelerini kullandı.”

Zavallı Macron, açıkça ifade etmektedir ki NATO ittifakının da, Avrupa’nın (Bülent Abi’ninkine benzer şekilde) “özgül ağırlığının da” pek önemsenmediğini, Avrupa’nın (burada Avrupa demek Fransa ve Almanya demektir, diğerlerinin kıymet-i harbiyesi yoktur, DMD) ABD tarafından ciddiye alınmadığını söylemekte ve “Ne olur Mr. Trump bizi de ciddiye alın!” diye yalvarmaktadır.

“Macron ayrıca "delilik" olarak nitelendirdiği Türkiye'nin operasyonunun yakın zamanda Fransa, Almanya ve İngiltere tarafından Londra'da düzenlenecek olan ve Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın da katılacağı bir toplantıda ele alınacağını söyledi. Macron, görüşmeye ilişkin "Türkiye'nin nereye gitmek istediğini görmeye çalışmamız ve daha makul bir pozisyona dönmesini sağlamamız lazım" dedi.

Bölgedeki dinamiklere ilişkin yaptığı değerlendirmedeyse Macron, "Bugün bölgede gördüğüm gerçeklik, güç uygulayarak kazanan konuma gelen ülkelerin Türkiye, Rusya ve İran olduğu. Bunun Avrupa ve ABD için en iyi stratejik durum olduğundan emin değilim" dedi.”

Şimdi ne diyelim? Barış Pınarı Harekâtı delilikmiş. Beyefendi, tabii ki, küresel tefecilerin desteği ve Fransız politikasının alternatif üretememesi sebebiyle hiç beklemediği bir koltuğa oturmuştu. Vazifesi Fransa hükümetini küresel finans şebekesinin menfaatlerine uygun bir şekilde yönetmekti. Hakkını verelim, Fransa’daki işçilerin, emekçilerin, alt gelir grubu insanların canına okudu, acımasız polis önlemleriyle haklarını arayan insanları bastırdı. Böyle bir adam, eğer harekâtı destekleseydi o zaman harekâttan kuşku duyardım. Tabiî ki, onun esas kaygıları daha sonraki satırlardaki ifadelerindedir. Avrupa (yani Fransa ve Almanya) bu işten hiçbir şey kazanamadan, hatta var olan azıcık nüfuzunu da kaybederek, çıkmıştır. Rusya, İran ve Türkiye kazanmıştır. ABD de kazanan ata oynamıştır.

Köşenin sınırlarını çok aştım… Yeni gelen dünyayı da Cuma’ya bırakalım…