Quentin Tarantino'nun Bir Zamanlar Holywood'da filmine gittik.
Büyük kızımla birlikte. İlk filmine gittiğimde kızım henüz dünyada yoktu ve hatta ben şu an kızımın olduğu yaştaydım. Tam yirmibeş sene geçmiş. Başladı yine eski günlerin türkülerini çalmaya diye düşünmeye başladıysanız haklısınız, ama yeni başladık, dahası var. Tarantino da eski günleri bir demet yapıp izleyicilere sunmuş. İlgilisi sever ama peşinen söyleyelim herkese göre değil.
Biz biraz daha eskilere gidelim. Azıcık da bu tarafa kendi topraklarımıza doğru gelelim… Rum şarkıcılarından birinin Mısırlou diye bir bestesi var. Zeki Müren’den dinlemiş olma ihtimaliniz var. Yalnız Gönül ismiyle meşhur olan bu şarkı birçok ülkede meşhur olmuş. Arapça ve İbranice’nin yanı sıra İngilizce’ye de geçmiş. Benim ilgilendiğim kısmı ise Tarantino’nun ilk filmi olan Ucuzu Roman’da geçmiş olması. Filmin ritmini belirleyen bu müzik aynı zamanda Tarantino sinemasını farklılaştıran simgelerden de biridir. Mısırlou yani Mısırlı Kız müziğinin hikayesini öğrenmem bu yıl TRT Radyo 1’de yaptığım Radyo Atlası programının ilk bölümünde kıymetli Ömer Nimetoğlu’ndan öğrendim.
Eski zamanlarda izleyince yakınlık hissettiğim bu müziğin bende uyandırdığı duygunun ne olduğunu anlamam için tam yirmi beş yıl geçmesi gerekiyormuş. Türkiye’de alaturka müzik yasaklanınca uzun dalga frekanslardan Arap müziği dinlenir olmuş. Her yerde değil elbette ama hatırı sayılır ölçüde hayran kitlesi kazanınca plaklar marifetiyle Türkiye’ye arabesk damar giriş yapmış. Elbette Türkiye’ye özgü bir formda. Ümmü Gülsüm’lerden Orhan Gencebaylara giden yolun böyle bir hikayesi var. Amerika’ya ulaşması ise daha farklı yollardan olmuş. Muhtemelen göçmen müziklerinin nağmeleri birbirine karışırken bu ağır ritimli Mısırlı Kız melodisi kendine akacak bir damar bulmuş ve Tarantino filminin içinde toplumun kenarında duran Amerikan arabeskinin içine sızmış. Tarantino filmlerini arabeskin Amerikancası olarak tanımlamak mümkün. Geçmişe duyulan özlem, hayal kırıklıkları ve küçük insanların büyütmeye çalıştıkları hikayeler ve elbette karmakarışık bir son. Hayat gibi, değil mi?
Aradan geçen çeyrek asırda dünyanın fazlaca değişmediğini görmek teselli verir mi bilmem ama Tarantino filmlerini başka bir gözle izlediğim muhakkak. Western filmlerinden arabeske giden yolda aşina olduğumuz duyguların farklı katarlarda yolculuk yaptığını görüyoruz. Duygu treni her filmde farklı bir istasyonda duruyor.
Üsküdar’da izlediğimiz filmlere bir yenisi ekleniyor. Eski filmleri izlediğimiz kadim dostları hatırlamak için bir fırsat. Farklı gözlerle baktığımız dünyanın bizi şaşırtması için imkan. Benim filmim ise bir zamanlar Üsküdar’da ilk filmini izlediğim yönetmenin son eserini de aynı sinemada görmek. Yaşım biraz ilerlemiş olsa da, doğru pencereden baktığımızda hayatta şükretmemiz gereken çok şeyler olduğunu fark ediyoruz. Hayat biraz Tarantino filmleri gibi, uzaktan bakınca herkes eleştirecek bir şey buluyor ama tadını çıkarmak için başkalarının ne dediğine fazlaca kulak asmamak gerekiyor. Yoksa kendi hikayenizi ıskalayabilirsiniz. Ya da kendinizi içinde hissettiğiniz bir melodi Kahire Radyosu’ndan da olsa gönlünüze giriverir.