Önümüzdeki 7'inci olacak. 1960'dan beri 7'inci kez sandık başına gideceğiz.
Önümüzdeki 7’inci olacak. 1960’dan beri 7’inci kez sandık başına gideceğiz. Ben 6 tanesine şahitlik ettim.
İlkini göremedim. 1960’dakini yani. Yüzde 65 ile geçmiş. Sonraki ise bayağı tantanalıydı. 12 Eylül Anayasası’nki yani. “Hayır” demek yasaktı. Hatırlıyorum. Şöyle haberler yer alıyordu mealen: “Anayasaya ‘Hayır’ demek için yeni bir yöntem geliştiren bir hain ele geçirildi. Bu hain, bir bayram tebrik kartı bastırmış. Üzerinde klasik ‘iyi bayramlar’ falan yazıyor. Ama sorun imza kısmında. Altta isim yerine A. Hayır ismi okunuyor. İşte bu ‘A. Hayır’ Anayasaya hayır demekmiş. “ İşte durum buydu.
Daha sonrakini muhabir olarak takip ettim. Siyasi yasaklar ile ilgili olanını yani. Demirel başı çekiyordu. Yanında Cavit Çağlar ile Bursa’ya bir girişi vardı ki görmeliydiniz. Cavit Çağlar yeni yeni politikaya giden genç bir sanayiciydi ve tüm gücüyle yasaklı Demirel’i destekliyordu. Bursa halkı tümüyle sokaklardaydı. O ünlü sözü ilk kez o gezide duydum. Bir yerde mola verilmiş yemek yenecekti. DYP’liler bağırıyodu: “Aç kalan açıkta kalan bizden değildir” diye. Başta anlam veremedim. Üstelik çok ayrımcı buldum. Ne demek “Aç kalan açıkta kalan bizden değildir” demek. Fakirleri aralarına almıyorlarmıydı yani. Sonra anlaşıldı ki, aslında bu söz, “Bizden olan aç ve açıkta kalmaz” anlamına geliyordu. Bu referandumdan kıl payı bir fark çıkmıştı. O derece yakındı ki bir mahalle fikir değişirmiş olsa Demirel, Ecevit, Erbakan ve Türkeş siyasete dönemeyecekti.
Sonrasında ise bana göre komik bir referandum vardı. “Mahalli seçimler 4 ay öne alınsın mı alınmasın mı?” konumuz buydu. Turgut Özal’ın bir seçim hamlesiydi. Evet, referandumu kıl payı kaybetmişti ama yüzde 49 kendi tarafında oy kullanmıştı. Oyu ise o aralar yüzde 36 civarlarındaydı yanlış hatırlamıyorsam. Belediye seçimlerini öne almak bir an önce seçim yapmak istedi. Ve kaybetti. Üst üste kaybettiği ikinci referandum olmuştu. Sonrası, sonrasını biliyorsunuz zaten.
Farkındaysanız, işte o 12 Eylül cuntasının getirdiği Anayasa yüzünden oluyor herşey. Her seferinde bir tarafını düzeltmeye çalışıyoruz. Bir türlü de düzelmiyor. Sorun, işte o ‘A.Hayır’ yazılı bayram tebriğine karşı çıkılan anayasa ile başlıyor. Bir türlü bu işi beceremedik.
Gönlüm toptan yeni bir anayasa yapılmasından yana. Ama bu ülke için hayatlarını bile verebileceklerini söyleyen politikacılar bir araya gelip nedense bu işi yapamıyor.
Bizim anayasa sistemimiz, “Sert Anayasa.” Yani değiştirilmesi çok zor. Benim önerim ise “Kısmen sert Anayasa.” Yani bazı maddeleri sert şekilde korunan ve daha çok uzlaşma isteyen, bir kısmı ise daha rahat değiştirilebilinen. Böylece hem habire çıkan kavgaları önleriz, hem de kimilerinin kaygılarını giderebiliriz. Hazır şimdilerde hazır yeni bir Anayasa değişikliği üzerine çalışılırken, belki bu konuda da birşeyler yapılabilir.
Nasıl uydu fırlatamamıştık?
Şimdi uzayda yeni bir uydumuz var ya. İşte bu uydu serisinin ilkinin atılma törenine gitmiştim. Taa Fransız Guyanası’na. Haritada bile zor bulursunuz.
Hikayesi şu. Koalisyon hükümetleri dönemi. Enis Öksüz MHP’den Ulaştırma Bakanı. Türkiye ilk uydusuna sahip olacak. Fırlatma töreni Fransız Guyanası’nda. Türkiye’den bir uçak kalkıyor, politikacıları ve gazetecileri alıp oraya götürecek.
Seyahat programı belli olduğunda ilk işim “Bu Fransız Guyanası nerede yahu?” demek oldu. Neyse zor da olsa buldum. Bu küçük ülke Güney Amerika’da, Brezilya’nın kuzeyinde Atlas Okyanusu kıyısında. Yanında bir de kardeşi var. İngiliz Guyanası. Belli ki İngiltere ve Fransa zamanında buraları paylaşmış.
Herhalde, buralar uzaya uydu göndermek için uygun konumda. Yoksa niye Avrupa’dan füze fırlatmak varken, taa oralara bu kadar yatırım yapılsın.
Neyse uçağa bindik. Yol git git bitmiyor. 20 saat falan. Allahtan koca uçakta bir avuç kişiyiz. Ama buna rağmen bir türlü bitmiyor.
Güç bela Fransız Guyanası’na indik. Akşamüstü. Hava nasıl sıcak anlatamam. Nefes alınmıyor. Otele girdik. Geleneksel meyve suyu ikramı falan. Ama biz perişanız. Otelin bir havuzu var, küvetten hallice. Hemen içine girmeye kalktık. Ama durumu şu. İnsanın beline gelen bir derinlikte ve sanki ocak üstündeki bir çaydanlıkmış gibi sıcak. Girmesen daha iyi anlayacağınız.
Yattık. Ertesi gün öğlen uydu fırlatılacak. Sabah kalktık. Buralar nasılmış diye bir dolandık. Derme çatma bir barakada bir kahve içtik. Ulvi baba, yani Ulvi Yanardağ yeni bir kalp operasyonu geçirmiş. Bir yandan da endişeleniyoruz, bu sıcakta birşey olmasın diye. Ama o eski toprak, bana mısın demiyor.
Neyse öğlen oldu, uzay merkezine gittik. Koltuklara sıralandık. 40 kişilik bir heyet düşünün. En önce bakan, yanlarda bürokratlar ve biz. Operasyon salonunu tepeden bakan bir balkon gibi düşünün. Camla ayrılmış.
Bekledik, bekledik, bekledik... Ama bir numara yok. Bir süre daha bekledik. Yine bir numara yok. Artık 3-4 saat geçmişti ki, olay anlaşıldı.
Teknik bir aksaklık çıkmıştı. Yani. Yanisi, uydu fırlatılamıyordu. Birbirimize baktık. Yapacak birşey yoktu. Bazılarımız “Kalıp bekleyelim” dedi. Ama ne zaman düzeleceğinin belli olmadığını anlattılar. Otel, bavulları alma ve havalimanına gidiş. Anlayacağınız Fransız Guyanası’nda yarısı uykuyla 24 saat geçirip aynı korkunç uzunluktaki yolculuğu yaparak geri döndük.
Uydu daha sonra tabii ki fırlatıldı ve başarıyla yıllarca hizmet verdi.
Anlayacağınız ilk uydumuzun, uzaya gönderiliş yani gönderilemeyiş serüveni de bu.