Bundan bir sene önce "Westerdaemmerung – Batı'nın Alacakaranlığı" adlı yazımda Batı'nın büyük oranda içine girmiş Kapitalizm virüsüyle mutasyona uğradığı, kendi kültürel temellerinden uzaklaştığı ve bugün artık insanlık için hiçbir değer üretemeyen ikiyüzlülük ve sahtekârlığın bir abidesi haline geldiğini söylemiştim.

Geçen zaman beni daha da doğrulamaktadır. En son örnek ucuz politikacı ve sahte kahraman Sarkozy’nin rüşvet skandalıdır. Cumhurbaşkanlığı döneminde bizim için güzel bir malzeme olan çakma Napolyon Sarkozy’nin Libya’ya saldırmasının ardında aldığı rüşveti örtmek amacı olduğu anlaşılmaktadır.

ÇAKMA NAPOLYON SARKOZY’NİN KADDAFİ’DEN RÜŞVET ALDIĞI İDDİASI

Sarkozy Mösyö Macron ve Mösyö Hollande öncesindeki Fransız Cumhurbaşkanı’dır. Merkez sağ bir siyaset kariyerinden gelmesine rağmen özellikle Türk ve Müslüman düşmanı söylemleri ile radikal sağa da el uzatmış bir politikacıdır. Carla Bruni ile sansasyonel evliliği, karısının yanında kısa boyunu göstermemek için ayakkabısının tabanını yükseltmesi, illaki bir askeri başarı peşinde koşmak istemesi hatırda kalır özelliklerindendir. Neticede, dönemin doldurduktan sonra çekip gitmiştir. Ama Sarkozy’nin saçmalamaları dışında, çevreye en büyük zararı Libya Savaşı’nda verdiğini söyleyebiliriz. İşte bu kararın ardındaki sır perdesi aralanmaya başladı…

22 Mart 2018 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nde Nilgün Cerrahoğlu’nun yazısında Sarkozy’nin Kaddafi ile skandal ilişkisi şu şekilde anlatılmış: “… Çünkü Sarkozy bu parayla sırf rakibi Segolene Royale’i yenip, cumhurbaşkanlığına sahip çıkmakla kalmadı; 2011’de BM kararını beklemeden en önde, tek başına Arap baharı sırasında ‘Libya’yı bombalamak’ kararı aldı.
Bu karar ardından Kaddafi, tam açıklığa kavuşmayan şartlarda feci bir lince uğradı.
Bunlar, şimdi, Sarkozy’nin... Libya liderinden söğüşlediği 50 milyon Avro bilinmesin/ keşfedilmesin diye.. bir gangster gibi, Kaddafi’yi ortadan kaldırmak operasyonu amacıyla aldığı bir karar şeklinde görülüyor.
Dünya ‘Sarkozy’nin rüşvet skandalı’ ile, ‘Libya’yı bombalamak girişimi’ arasında bu doğrudan bağlantıyı kuruyor.
‘50 milyonluk rüşvetin’ ispatlanması halinde, bu salt Sarkozy’nin itibarını yerle bir etmekle kalmayacak, aynı zamanda kişisel ihtirasların elinde araçsallaştırılan Fransa’nın “devlet başkanlığı kurumunu” da ağır biçimde zedeleyecek.
Sarkozy-Libya skandalı bu sebeple ‘V. Cumhuriyetin en kötü ve en aşağılık skandalı’ olarak anılıyor.” (Yazım Hataları Cumhuriyet’e aittir, DMD)

Yani Sarkozy, seçimlerde kullanabilmek için, – hangi vaat veya tehditlerle, bunu bilmiyoruz- Libya’nın devrik lideri şehit Albay Muammer Kaddafi’den 50 milyon Avroluk rüşvet aldığı iddiası ile suçlanmaktadır. Batı basınında yayınlanan görüşlere göre, bu rüşvet olayını örtbas etmek için tek başına Libya’ya saldırmış, Libya’da isyan eden eşkıyaları desteklemiş ve bunu da demokrasi ve insan hakları namına yaptığını utanmadan söyleyebilmiştir. Dahası, bütün iki yüzlü Batı medyası, Müslüman ülkelere yapılan her haçlı saldırısında olduğu gibi, bu olayda da Libya’ya demokrasi ve insan hakları götürüldüğünü, bu savaşın bir özgürlük savaşı olduğunu yüzleri kızarmadan savunabilmiştir. Batı medyasının bizdeki uzantıları olan necip Türk basını da - yandaşı ve candaşı hepsi birden - Muammer Kaddafi’yi bir canavar olarak resmetmiş, mel’un “Koalisyon Güçleri’ni” kutsamıştır.

ALBAY MUAMMER KADDAFİ

Muammer Kaddafi ilginç ve garip bir adamdı. Kıyafetleri, sonradan görmeliğe kaçan tavırları, kendisine ait özel ordusu, Batı başkentlerinde kurduğu Berberî çadırıyla medyanın her daim bir komedi unsuru olarak gözdesiydi. Halkına demokrasi vaat etmiyor ama demokrasiden daha etkin bir yönetim olduğunu savunduğu halk komitelerine – cemahiriyelere dayandığını iddia ediyordu. Tabiî ki, gerçek otorite kendisiydi. Bu arada ülkesinin zengin petrol geliriyle – bir baba gibi – halkının ihtiyaçlarını görüyordu. Evet, ülkesinde demokrasi yoktu ama aslında Libya’da da bir “Libyalı Milleti” yoktu. Birbirinden nefret eden aşiretler, uçsuz bucaksız bir çöl ve toplumu parçalamaya eğilimli dini cemaat ve tarikatlara dayalı ilkel bir toplum yapısı… Bu şartlarda zaten, bırakın demokrasiyi, daha millet olma bilincini kazanamamış bir güruhun kendi haline bırakılınca ne olacağı bellidir… Kaddafi’den sonra Libya birbirinin kanına ekmek doğrayan eşkıya gruplarının savaş alanı haline geldi. Kaddafi’nin günahı Batılı emperyalistlere ülkesinin iç pazarını vermemesi, Arap dünyasındaki işbirlikçi liderlerin yaptıklarını yüzlerine vurması, her daim ABD ve İsrail karşıtı bir tavır alması ve tabii ki zengin petrol yataklarına sahip olmasıydı. Bizim açımızdan önemi, Kıbrıs Savaşı’nda ülkemize destek veren – uçaklarımıza yakıt ve savaşmak için Libya hava kuvvetlerinden destek filosu- tek lider olmasıdır. Neticede, emperyalizme karşı vatanını savunurken Batı’nın desteklediği eşkıyalar elinden şehit düşmüştür… Allah rahmet eylesin…

AFRİN’E “ZEYTİN DALI HAREKÂTI” BATININ MASKESİNİ DÜŞÜRDÜ

2300 yıllık bir geleneğe sahip Türk Ordu’sunun ve Anadolu’da 1000 yıla dayanan bir devlet geleneğini temsil eden Türkiye Cumhuriyeti’nin 2008 yılından beri gizli ve açık Batı emperyalizminin hedefinde olduğu su götürmez bir gerçektir. Ergenekon ve Balyoz kumpasıyla başlayan, MİT Müsteşarı’na yapılmak istenen yargı hamlesi ve 17 – 25 Aralık’la açığa çıkan, rahip cinayetleri, Hrant Dink suikasti, Hendek Savaşları ve en son 15 Temmuz ihanetiyle kan döken bu saldırı dizisinin hedefi Türkiye’nin zincirlerini kırmasını ve Batı’dan bağımsızlaşmasını engellemektir. Hiç şüpheniz olmasın, Sayın Cumhurbaşkanı’na da tıpkı Muammer Kaddafi’ye yapılan muamele tatbik edilecekti. Ancak unutulan bir şey vardı: Türkiye Libya değildi. Türk Hakanları’nın, İslam Halifeleri’nin ve Roma İmparatorları’nın varisi büyük bir devletin mirasçısı bir Cumhuriyet ve 1876’dan beri iyi – kötü demokratik siyasetle idare edilen ve her daim bağımsız olmuş bir Millet bulunmaktaydı. Batı’nın maşaları FETÖ ve PKK tasfiye edilirken, terörle nasıl mücadele edileceği, mazlum insanlara nasıl sahip çıkılacağı, hainlere dehşet ve mazlumlara rahmet nasıl olunacağını Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı operasyonlarında Türk Devleti ve Ordusu bütün cihana göstermiştir. Sayın Cumhurbaşkanı ve Hükümetin bu vatan savaşında gösterdiği kararlı tutum da, her açıdan takdire şayandır.

Şimdi başta Batı’nın kaşarlanmış siyasetçileri, bizde kendini muhalefet zanneden bazı “aydınlatılmışlar” Afrin Harekâtı hakkında “kaygılarını” dile getiriyorlar… Bazıları da, Türkiye’nin Batı Bloku’ndan kopmasını “endişeyle karşılıyorlar”. Bu arkadaşlar, özellikle “insan hakları, demokrasi ve ifade özgürlüğü” gibi içi boşaltılmış kavramlarla - bilmeden ve istemeden de olsa - iç cephede bozgunculuk yapmakta, milletin ve ordunun moralini bozmaya yeltenmektedirler.

Aslında genelde Batılılar özelde ABD için Türkiye vazgeçilmezdir, ama onların güdümünde bir Türkiye… Onlar adına üzülerek söyleyeyim ki, artık zamanın çarkı farklı şekilde dönmektedir. Görünen o ki, bu gidişle daha çok endişeleneceklerdir.

Hepinizin geçmiş Regaip Kandili kutlu olsun.